Hepimiz dünyamızda bırakılan geri döndürülemez hasarın ciddiyeti hakkında belli bir bilince sahibiz. Fakat, kabul etmek gerekir ki, sorunun kaynağı olan kapitalizmi görmezden gelerek, değişmez bir olgu kabul edip, onun sınırları içerisinde “yeşile doğru” adımlar atarak, kitlesel değil bireysel yaklaşımlar benimseyerek, sınırında olduğumuz geri dönülmez hasarı engellemeye kayda değer bir katkımız dokunmayacaktır. Çünkü sorunu yaratan sistem, bize çözüm yolu sunamaz. Çünkü bir sistem salt kâr amacı güderek üretim yaptığı sürece başka kaygılara yer olmayacaktır. Çünkü kapitalizm, Marx’ın da dediği gibi “tekniği ve toplumsal üretim süreçlerinin birleşmesini ancak bütün zenginliğin iki kaynağını, toprağı ve işçiyi kurutarak ilerletir.” Sadece emek en yüce değer değildir; doğa ve emek birlikte bütün zenginliğin iki kaynağıdır ki insan da doğanın bir parçası olduğundan bu iki olgu birbirinden kopuk düşünülemez.
Sistemin içinden gelen çözümler, örneğin şimdilerde bize satılmaya çalışılan “yeşil kapitalizm” “yeşil ekonomi” gibi kavramlar, her şeyin önüne yapıştırılan bir sıfat haline gelmiş “sürdürülebilirlik”, doğayı en çok kirleten, ciddi bir karbon emisyonuna sebep olan şirketler tarafından, tüketicinin vicdanını rahatlatmak adına sadece sistemi sürdürmeye, emekçiyiyse süründürmeye devam etmeye yönelik adımlardır. Sermaye, madem tüketici yeşil istiyor deyip, onlara yeşil satar, kendini yeşile boyayıp aynı doğa katliamını sürdürmekten geri durmaz. Dahası tüketicileri bilinçli tüketiciye indirgemek, bilinçli ol ama tüketici kal, sistem de olduğu gibi sadece yeşil bir kılıfla sürmeye devam etsin demekten başka bir şey değildir.
Tıpkı kızıl bir kapitalizm söz konusu olamayacağı gibi yeşil bir kapitalizm de söz konusu olamaz. Çünkü kapitalist sistem sürekli kârını arttırmayı, büyümeyi ve genişlemeyi hedefler. Büyümeyen bir kapitalizm olamaz, bu da doğal kaynakların sınırlı olduğu gerçeğiyle çelişir. Amaç toplumun ihtiyaçlarına yönelik planlı bir üretim değil, kâr odaklı ve ihtiyaç yaratmaya yönelik bir üretim olduğundan yeşil odaklı da olmayacaktır. Yani sorunların, ekonomik kalkınmayı ön plana alan bir sistem ve sermayeyle işbirliği yapan hükümetler varken kökten çözümü mümkün değildir. Çünkü “yeşil ekonomi” sadece sermaye için yeni değerlenme alanları açmak demektir, doğayı metalaştırmak, özelleştirmek; insanlar içinse daha fazla sömürü demektir. Bu nedenle doğayı ve insanı merkeze alan bir dünya kurmak zorundayız.
Ülkemizde ve dünyada yaygın olan çevreci çözüm anlayışları ise devletler ve şirketler tarafından fonlanan iyi niyetli sivil toplum projeleri ve bireysel postmodern yaklaşımlardır. Bu çözüm arayışları, toplumda bir bilinç yaratıp çevre sorunları gibi önemli bir konuyu gündeme getirirler, fakat kapitalizmin tabiatı gereği doğayla çelişen karakterini göremez sınıf ve ekoloji mücadelesinin bütünlüğünü gündemlerine almazlar. Benzer bir biçimde bireysel, postmodern, çevreci adımlar sınıf kavramının üstünü örterek, eleştiriyor gibi göründükleri mevcut sistemin bir nevi sözcüsü haline gelirler. Her ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, hem sorunun kaynağını radikal bir biçimde değiştirmeyi hedeflemediklerinden hem de kitlesel bir mücadele yöntemi benimsemediklerinden, bu yaklaşımlar yetersiz kalmaya mahkumdurlar. Dahası böylesi bir çevrecilik anlayışı sistemin dışına çıkmadığından, reformcuklarla çevreci bir tutum takınıp işin içinden çıkmaya çalışır.
Aynı zamanda ekolojik sorunlar sınır ve millet tanımadığından ancak enternasyonel bir dayanışma ile birlikte mücadele edilirse çözülebilecektir. Adamız özelinde konuşursak tüm ada halklarının ortak mücadelesi gerekmektedir. Doğa, kuzey güney tanımaz, bu nedenle ekoloji sorunlarına karşı oluşacak bir birliktelik, barışa doğru da bir adım sayılabilir. Karpaz da bizimdir, Akamas da…
Peki ne yapmalı? Nasıl yapmalı? Sistemi kökünden değiştirecek, sermayenin kârına değil, doğaya saygı çerçevesinde halkın ihtiyaçlarına odaklanacak insani bir düzen kurmamız gerekli. Bu da ekososyalizmdir. Ama bu hemen olamayacağı için, reformlar ve sistem içi adımlar biz devrimciler tarafından amaç olmasa da, gerekli ilerlemeler olarak görülür ve desteklenir. Bu tür alternatif toplumsallığa yol açacak hareketler, ekososyalist bilincin kitlelere aktarılmasına ve asıl çözüm olan iktisadi sistemdeki radikal değişime giden bir yol olarak görülmelidir. Mesela, taş ocaklarının kapatılmasını savunsak da, eğer ki illa devam etmeleri söz konusuysa, ciddi çevre vergilerinin alınması için mücadele etmek buna bir örnektir. Örneğin, AKSA’nın kamulaştırılması, yenilenebilir enerjiye geçilmesi, bisiklet yolları ve toplu taşıma yapılması, yangın helikopteri alınması ve orman dairesinin geliştirilmesi, denizleri ve doğayı kirletenlere en ağır cezaların verilmesi, inşaat şirketlerine sınırlamalar getirilmesi, eğitim müfredatına uygulamalı ekoloji dersleri konması gibi somut ve acil reformlar için mücadele edilmesi gereklidir.
Ve son olarak örgütlü ve iktidarı hedefleyen bir ekososyalist mücadele yürütülmeli, kültür ve sanatı da kullanarak bu mücadeleye destek olunmalıdır. Çünkü başka bir dünya mümkün.
*Bu yazı HASDER’in Uluslararası Gençlik Günleri kapsamında gerçekleştirdiği “Gençler İçin Yeşil Beceriler: Sürdürülebilir Bir Dünyaya Doğru” Yuvarlak Masa toplantısına Baraka Kültür Merkezi’ni temsilen katılan Alaşya Şansal Rahvancıoğlu’nun konuşmasından derlenmiştir.
Recent Comments