Düşünerek Değişmeli, Üreterek Gelişmeli- Emel CİCİBABA

Argasdi’nin “Değişim” dosyasından monotonluğa ithafen bir yazı… sorgulayan, sorgulatan, ne yapmak gerektiğine atıfta bulunan… Emel Cicibaba yazdı,  Eee napacan?  iyi okumalar…

Düşünerek Değişmeli, Üreterek Gelişmeli YENİ FOTO

– Napan?

– Napayım. Sen napan?

– Napayım.

– E napacan?

Bu cümleleri bir ay içinde kaç kez kullandığımızı hiç düşündük mü? Bu yazı vesilesiyle benim düşünmeye fırsatım oldu ve doğrusunu söylemek gerekirse oldukça fazla kullandığımı fark ettim. Hele bir de nedenlerini bulmak için biraz daha eşeleyince belleğimin tozunu-toprağını, fark ettim ki nedeni bize günlük yaşantımız içinde dayatılan değişimden yoksun sistemdir.

Türk Dil Kurumu’na göre “monoton”; tekdüze, değişmeyen, sürekli aynı biçimde tekrarlanan, sürüp giden, tek örnek anlamlarına gelen bir sıfattır. Yazının başındaki cümleler ise hayatımıza monotonluğun yerleştiğini ve bunun dilimizden pratiğimize her anımızda var olduğunu gösterir. Peki tekdüze bir yaşamı, değişmeyen bir sistemi ve iş yerimiz ile evimiz arasında mekik dokuduğumuz değişimden bihaber bir hayatı biz mi istiyoruz yoksa bu bizim için istenen bir hayat şekli mi?

Monoton varlıklara verilebilecek en güzel örnekler robotlardır. Robotlar düşünemez, yeni bir şey üretemez, duygusal paylaşımda bulunamazlar. Verilen komutları yerine getirmek dışında yapabildikleri çok bir şey yoktur. Bizi robotlar ile ayıran da işte budur. Biz insanlar düşünebilen, üretebilen ve duygusal paylaşımda bulunabilen varlıklarız. Bizim düşünebilme, üretebilme veya duygusal paylaşımda bulunabilme olanaklarımızın kısıtlanması bizi monoton bir hayata, doğal olarak monoton varlıklara yani robotlara benzetir. İşte bu nedenle düşünerek değişmeli, üreterek gelişmeliyiz.

Napan?

Günümüzden yaklaşık 200 bin yıl önce yaşamış ilk insan türünden, bugüne kadar olan evrilme sürecimiz insanın sürekli düşünerek, değişime açık potansiyelini fark etmesi ve üretmesi sonucu gerçekleşmiştir. Buradan da yola çıkabileceğimiz gibi değişmek ve değiştirmek varoluşumuzun ilk evrelerinden beridir yaptığımız şeylerdir.

Soru gayet açık: Değişime ve üretmeye açık varlıklar olan bizler gerçekten böyle mi yaşıyoruz?

Bir gün içinde ne yaptığımız hayatımızın monoton olup olmadığının bir göstergesidir. Üretimden, paylaşımdan uzak her bir gün tam da bu nedenle bizi monoton bir hayata mahkûm eder. Küçük yaşlardan, emekliliğe kadar ömrümüzün çoğunu geçirdiğimiz kişilerle üretken ve dayanışmacı ilişkiler geliştirmek bir nebze olsun monotonluğu kırar. İş ve okul gibi gün içinde rutin yapmamız gereken şeyler dışında bizi monoton olmanın çizgisinden döndürecek şeyler ise zamanımızın geri kalanında yaptıklarımızdır. Ne yaptığımız sorusu tam da burada büyük önem kazanır. İş ve okul dışında kalan zamanımızda açık havada spor yaparak zihnimizi açabilir, arkadaşlarımızla kamusal parklarda buluşabilir, paylaşımda bulunarak gelişebilir, hobilerimize vakit ayırabilir, kültür evleri, köy kursları gibi aktivitelere katılabiliriz. Peki biz bunları yapıyor/yapabiliyor muyuz?

Napayım?

Köylerde faaliyet gösteren ve hem üretmek için hem de paylaşmak için olanak sağlayan köy kadın kursları, kadınların çalışma yaşamının ve ev içi görünmez emeğinin birleşmesiyle monoton bireylere dönüşmesini engelliyor. Şehir içlerinde kamusal parkların var olması aile ve arkadaşlarla, açık havada spor yapmak, sohbet etmek için güzel bir seçenek yaratabileceği gibi bireylerin birbirileriyle paylaşarak karşılıklı değişim ve gelişimine yol açacaktır.

Tüketme eksenli bir sistem içinde, ülkemizde bizi üretmeye yönlendiren olanakların var olması ve geliştirilmesi önemlidir. Kısıtlı imkanlar doğrultusunda var olan olanakları değerlendirmek ise yapabileceklerimizin başında gelir. Bu yüzden “napayım” sorusunun yanıtı ilk olarak olanakları aramak ve bulmaktır. Değişim ve gelişim üretim başlayınca doğallığında gelecektir.

Napacan?

Doğa sporlarına gayet elverişli olan ülkemizde, tırmanış, dalış, dağ yürüyüşü gibi birçok spor dalı gerekli ilgiyi veya desteği göremiyor. Ülkemizde spora yatırım yapmak yerine ihtiyacın çok üzerinde camiler inşa edilmesi, kaynakların birçoğunun buraya harcanması, var olan spor merkezlerinin gelişimini engelliyor veya yeni kurulacak olan merkezlerin önünü kesiyor. Tabii ki toplumda inançlı insanların varlığını göz ardı edilemez, onların ibadet haklarını gasp edemeyiz. Fakat ihtiyaç fazlası camilerin inşaası kamusal alanda sosyalleşebileceğimiz parkları geliştirecek, spor merkezleri veya kültür merkezleri için harcanabilecek kaynakların kaybı demektir.

Bizler kültürel alanda aktif olup, üretebileceğimiz kültür evleri ile monotonluktan kurtulabiliriz. Var olan kültür evleri ile aktifleşmek, olmayan veya yetersiz olan bölgelerimizde açılmasını talep etmek bir başlangıç olabilir. Şehirler başta olmak üzere açık havada sevdiklerimizle paylaşım yapabileceğimiz kamusal parklarımızın geliştirilmesini ve yeni parklar açılmasını yerel yönetimlerden ve hükümet edenlerden isteyebiliriz. Spora bu kadar elverişli bir ülkede yaşarken, günden güne artan yapılaşmaya karşı bir ses çıkarabilir, tepki koyabilir ve doğa ile bir olmayı talep edebiliriz. Bu sayede yapılaşmaya yüz tutmuş doğamızı kurtarıp, doğa ile iç içe sporlar yapabiliriz.

Hem Etkeniz Hem Edilgen

Gelelim en başta sorduğumuz soruya. Tekdüze bir hayatı, değişmeyen bir sistemi ve ev ile iş arasında mekik dokumayı istemiyoruz. Bu, değişim ve üretim için saydığımız faktörlerin eksikliğinden veya yetersizliğinden ötürü bizim yaşamak zorunda bırakıldığımız bir hayattır. Bizler değişime açık olmalı ve değişimi istemeliyiz. Teknolojinin geliştiği, makinelerin çoğaldığı günümüzde, robotlaşan bir sistemi değişime açık olan biz insanlar yarattık. Ürettiğimiz teknolojiden, robotlardan bizi ayıran, bizim üretim ve değişim odaklı varlıklar olmamızdır. Değişime sebep olan bizler olduğumuz gibi değişimden en çok etkilenenler de yine bizleriz. Bu yüzden düşünerek değiştirmeli ve üreterek değiştirdiklerimizi geliştirmeliyiz.