“Biedermann ile Kundakçılar” Oyunu ve Cevapsız Kalan “Bizi Yakacak Olan Nedir?” Sorusu – Pınar Piro & Nazen Şansal

Bu yazıda size, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun sahnelediği “Biedermann ile Kundakçılar” oyunun düşündürdüklerini aktarmak niyetindeyiz. Ama önce, oyuna giderkenki beklentimizi vurgulamak adına Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun geçmişine kısaca değinmek isteriz: Kimseye boyun eğmeyen, demokrat ve barışçı sanatçılar oldukları için Devlet Tiyatroları’ndan atılıp 1980’de Belediye Tiyatrosu’nu kurmalarından bu yana, sanatın özgürlüğünü savunmaktan vazgeçmeyişleri, her döneme ayna tutup halka yön gösteren oyunlar sahnelemeleri ile kültürel mücadelemizin en önemli unsurlarından oldular. Adeta bir okul misali, Lefkoşa gençlerini ve ilerici, sol kesimi eğittiler. Zaman geldi toplumu eyleme çağırdılar, sokak hareketini besleyen oyunlar sahnelediler. Oyuncusuyla,  yazarıyla, yönetmeniyle, ışıkçısıyla, dekorcusuyla, tasarımcısıyla her oyun için özenle çalıştılar. Böylesi bir emek de her zaman ayakta alkışlandı.

Max Frisch’in yazdığı ve Nehir Demirel’in yönettiği Biedarmann ile Kundakçılar da oyuncuların üstün başarısı ve dekor, kostüm, afiş/broşür tasarımı, gişe-bilet ekiplerinin yaratıcı ve titiz çalışması ile seyirciye sunuldu. Oyun, maddiyatçı, bencil, şiddete duyarsız, aymaz Biedermanlar ile ülkeyi yakıp yıkan kundakçıların hikâyesini anlatıyor. Biedermann, fabrika sahibi zengin bir adamdır. Şehirde kundaklama olayları gerçekleşmektedir. Biedermann, kundakçıları kast ederek “Bunların hepsini yakacaksın!” diye tepkisini ve tedirginliğini yansıtır. Fakat kendini acındırarak kalacak yer isteyen bir yabancıyı ve daha sonra gelen bir arkadaşını, küçük burjuva ahlakındaki “fakirlere acıma ve iyi davranma” özelliğinden dolayı evine kabul eder. Bayan Biedermann da aslında iğrenç bulduğu bu insanlara, zenginlere özgü yüce gönüllü bir vericilikle ikramlarda bulunur. Misafirlerin kundakçı olmasından şüphelenmesine rağmen onları kovamayan Biedermann, diğer taraftan zor durumda olan ortağına ve ortağının acı içindeki karısına karşı umursamaz davranır. Bu, Bidermann gibilerin ikiyüzlülüğü ve vicdan rahatlatma çabasıdır. Çatı katına yerleşen ve evi benzin varilleriyle dolduran kundakçılar, niyetlerini açıkça belli ettiklerinde dahi Bidermann’ın aymazlığı devam edecektir. Oyunun bir sahnesinde eve gelen polis de kundaklama hazırlığını görecek ancak Nazi selamı çakıp gidecektir.

Max Frish, Hitler Almanya’sını düşünerek yazdığı bu oyunda, faşizmin önüne geçilemez tırmanışını sıradan vatandaşın aymazlığında görür. Sıradan vatandaş, kötü vicdanı, pısırıklığı, ikiyüzlülüğü ve umursamazlığı ile faşizme kucak açmıştır. Oyunun zayıf noktasının, faşizm olgusunun tek yönlü ve öznel bir açıdan dile getirilişi olduğunu söyleyebiliriz. Faşizmin yükselişinde küçük burjuva kesimin aymazlığı kadar ekonomik, sosyal sorunların da rol oynadığı açıktır. Yazar, oyunda Bidermann’ı odak noktası yaptığından bu sorunları görmezden geliyor. İşte bu noktada sahne yorumunda metni güncelleştirmekten kaçınmayan özgür bir yaklaşımın bu sorunun üstesinden gelebileceğini düşünüyoruz.(1)

Max Frisch, tavrı ve mesajı net olan, emekçi sınıftan yana bir oyun yazmamış. Soyut bir yapıya sahip olan oyun, Brecht’in tanımlaması ile “öğretisiz bir öğreti oyunu”dur. Bu, yazarın tercihi iken yönetmenler oyunun sahneleneceği dönemin ve toplumun özelliklerine göre ve daha önemlisi kurumunun geleneğine uygun bir şekilde dramaturjiyi ve uyarlamayı pek tabii yapabilmelidir. Örneğin aynı oyun Türkiye’de Dostlar Tiyatrosu tarafından sahnelenirken Genco Erkal, oyunun karşılık bulacağı toplumu göz önünde bulundurarak kundakçıları köktendincilik ile imgelemiş ve yaşadığı koşullarla hesaplaşmaya gitmiş. Ancak biz, Belediye Tiyatrosu’nun oyununu izlediğimiz zaman böylesi net bir uyarlama veya bizim toplumumuzdaki tehlikelere açık bir gönderme göremiyoruz. Oyunda Biedermann ailesi, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığında, kendi çıkarlarının yok olması korkusu ile yaşayan ultra zenginleri resmettiğinden, seyirci olarak empati kurup kendimizi ve orta sınıfın zaaflarını sorgulamamızı sağlamıyor. Kundakçılar ise oyuncuların üstün performansına rağmen, toplumumuzda kimi veya neyi temsil ettiği çok net olmayan karakterler olmuş. Yani oyunun ardından seyirci kendisine “Bizi yakacak olan nedir?” diye sorduğu zaman bir cevap bulamıyor. Evimizin/ülkemizin içine kadar girip, alay edercesine, zaaflarımızdan yararlanarak bizi içten yakan nedir? Kundakçılar bu toplum için hangi tehlikeyi temsil ediyor? Yaklaşan faşizm mi? İthal edilen dinsel gericilik, yobazlık mı? Kendi konforumuz için irademizi ve onurumuzu satmak mı? Yoksa kundakçılar bir tehdit değil, bir fırsat mı; kapitalizmi yakma potansiyeline sahip olanlar mı? Bizce hepsi olabilir ama oyun hiçbirini söylemiyor. Üstüne üstlük broşürde de vurgulanan “Aşağı sınıflarda hâlâ bir sınıf farklılığından söz edilmesine üzülüyorum.” ironisiyle, sınıfların özellklerini doğru dürüst resmetmeden sınıf çelişkilerini de sahneye taşımaya çalıştığında mesaj hepten muğlaklaşıyor.

Naçizane görüşümüze göre Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, tüm ekibin saygı değer emeklerine rağmen bu oyunda, kurumun geleneğinde var olan, izleyiciyi eğitme ve ileriye taşıma misyonunu yerine getiremiyor. Baskılara başkaldırıp bedel ödeyerek kurulan ve seyircisi için bir okul olma ağırlığını da taşıyan Belediye Tiyatromuz, içinden geçtiğimiz ekonomik ve sosyal baskıların arttığı böylesi bir dönemde, suya sabuna dokunmayan oyunlar seçmemeli, “genel izleyici”yi geçiştirecek mesajları yansıtmaktan kaçınmalıdır. Tıpkı oyunda küçük ama çok önemli bir rolü olan yazar/aydın gibi; bertaraf olmamak istiyorsa taraf olmalıdır.

 

(1)Zehra İpşiroğlu, Köktendincilik ve Milliyetçilik Kıskacındaki Kundakçılar

biedermann 2