Devrimcilerin Mecliste Ne İşi Olur? – Pınar Piro

“…Biz Bolşevikler en karşı devrimci parlamentolarda yer aldık ve deneyimler gösterdi ki, devrimin yolunu döşemek için bu katılım yalnızca faydalı olmakla kalmadı, vazgeçilmez önemdeydi.”

Lenin

Siyasette var olmak; kimine göre sokakta mücadele etmek, kimine göre ise mecliste bir koltuk sahibi olmak. Oysa ki gerçek siyaset, ikisi birbirini besleyebildiği zaman en etkili halini alabilmekte.

Her seçim dönemi siyaset kazanı çalkalanmaya başlıyor. Birileri zaten yıllardır gösterdiği pratikten şaşmıyor ve tam bir rejim partisi geleneği olarak sokağı yeniden canlandırma yöntemi ile meclise girebilmek için türlü türlü vaadlerle umut hırsızlığına başlıyor. Sokaktan kopunca gücünü yitirdiğini farkedenler, seçimler yaklaşırken sokağa ‘inme’ eylemleri yapıyorlar ki tekrar meclise ‘çıkabilsinler’. Başka birileri de “solcular bu sistemin bir parçası olamaz” diyerek parlamento kötülemesi üzerinden altı boş bir boykot çağrısı yapıyor. Hatta bir de mecliste görevdeyken “burdan bişey olmaz” diyerek sine-i millet yapanlar var ki, bu yazıda bir daha sözleri dahi edilmeyecektir. Oysa ki, düzene karşı duruş her alanda yeşermesi gereken bir umuttur. Ezene, sömürene, yok görene karşı yükselecek sesi duyurmak için her alan kullanılmalıdır.

Parlamenter mücadele tam da bu nedenle önemli bir mücadele alanıdır. Çünkü hükümetlerin kendi çıkarları için atmayı planladığı adımlar halkı temsil eden milletvekilleri tarafından reddedilebilir. Böylece halkın tepkisi orada irade haline gelebilir. Yani meclis koltuklarında oturan kişiler, toplumun esasını oluşturan halkın talep ve ihtiyaçlarına kulaklarını tıkamadıkları takdirde, esas olan seçilmiş temsilcilik görevlerini unutmadıkları sürece, parlamenter mücadele baskıcı yönetimlerle mücadelede önemli bir basamak olarak kullanılabilir. Bu çerçevede ülkemizde çeşitli örnekler de yaşanmıştır. Örneğin ilgili dönem hükümet vekilleri, adanın her yerine yerleştirilecek olan ve halkın büyük bir kesiminin karşı çıktığı MOBESE kameraları ile ilgili yasada ısrarcıydı. Sözde muhalefet ören diğer partiler ise öncelikli olarak halka, yasanın içeriği ve yapılması istenen değişikliği açıklamayı tercih etmedi. Bunun yerine kapalı kapılar ardında yasaya en iyi halini vermek üzerinde çalıştı. Sürecin sonunda da hayır oyu vermek yerine yasayı sahiplenerek evet oyu verdi. Ülke gençlerini tehlikeye atacak T.C Koordinasyon Ofisi yasası meclise geldiğinde kurulan reddediyoruz hareketinde yaşanan pratikte, sokaktaki mücadeleyi benimseyip meclis kürsüsüne yansıtan vekilin karar sürecinde etkili olması orada verilebilecek mücadelenin en yakın örneklerinden biridir. Başka bir yaşanmış örnekle; Bağımsızlık Yolu Emekçinin Partisi tarafından hazırlanan “10 kişi ve üzeri çalışanı olan işletmelerde sendikasız çalıştırılmanın yasaklanması” yasa önerisini, meclis içerisindeki bir vekil ile meclise sunmak da sokaktan beslenen mücadeleye meclisten verilebilecek çok güçlü bir destektir. Bunu yapmayı tercih etmek ise halktan yana bir siyasetten gelmeyi gerektirmektedir.

Sol mücadele, cesaret isteyen, risk almayı gerektirebilen bir tercihtir. Sokakta da olsa meclis koltuklarında da olsa kötüye, emek düşmanına, sömürü düzenine kafa tutmayı göze almayı gerektirir. Toplumun nabzını tutan sokak mücadelesi, parlamento içerisinde desteklendiği zaman çok daha hızlı yol katedilebilir. Bu nedenle de her seçim zamanı geldiğinde, vaatleri dinlerken konuşanın geçmiş pratiğini de unutmamak gerek. Söz söylerken küçük dağlar yaratanların, iş icraata gelince o dağları tırmanmayı mı yoksa etrafından dolanmayı mı seçtiğini görmek gerek. O koltuklarda oturacaksa birileri, gerçekten de halkı temsil edebilecek, ülkesi için gereken riski göze alabilecek, halkın sesi olabilecek birileri olmalı. Bizim ülkemizde de durum apaçık ortadadır ki, ideolojik tutarlıkları dahi olmayan rejim partileri halkı kesinlikle temsil etmemektedir.

Bir gerçekliği çok iyi anlamak gerekiyor; bir yanda Kıbrıs’ın kuzeyini tahakküm altına almış sermaye ve onun gerek hükümet içerisinde gerek hemen dışında yer alan; hamaset üretip sermayeyi besleyen işbirlikçileri, diğer yanda halk! Yaşanan sorunlar parlamentoya girmiş olmakla çözülemeyecek kadar karmaşık sorunlardır. Ülkemiz taşeron işgali altında iken, eğitimden sağlığa, belediye hizmetlerinden elektrik hizmetlerine, ticaretten petrole kadar her alanda tüm kamusal işler taşeron firmaların ellerindeyken, hatta bugünden yarına akıbetimizin ne olacağı patronların iki dudağı arasından dökülecek kelama kalmışken; yani aslında sermaye iktidarı ele geçirmişken, hükümette olup parlamentoda yer almak sorunun çözülmesinde ne kadar etkili olabilecektir ki…Ya da Cumhurbaşkanından tüm kabine bakanlarına kadar, millet vekillerinin dahi sadece birer koltukta oturuyor olmaktan öteye gidemediği, “garantör”lerin emirlerini uygulamaktan başka bir şey yapmadığı, yöneticilik oyununda oynatılan birer kukla oldukları bu sarmal içerisinde, namzet olanların “biz gelirsek tüm sorunları çözeriz” şeklinde vermiş oldukları vaatleri ne kadarı gerçekçidir ki… Bu nedenle günümüzde hükümette iktidar olmak değil muhalefet olmak bir tercih değil zorunluluktur. Bugüne değin yapılmış kürsü konuşmaları tarihe düşülmüş kara birer leke haline gelmişken, meclis duvarlarında yankılanacak sözün; özel sektörde sendikalaşma, kamuda taşeronun yasaklanması, çağdaş vatandaşlık düzenlemesi, servet vergisi, ifade özgürlüğü, polisin sivile bağlanması, kendi kaderimizi tayin edebilme ve daha birçok halktan yana talepler içeren ifadeler olmalıdır. Tüm bu sözleri sokakta yükseltebilen bir siyaset artık mevcuttur, bu siyaset kendisini sokakta bulmuş ve tüm alanları olduğu gibi parlamentoyu da mücadele alanı olarak kabul etmiştir: Bağımsızlık Yolu Emekçinin Partisi… Şimdi sıra onu meclise taşımaya gelmiştir. 

Sonuç olarak, parlamenter mücadele elbette ki gereklidir. Doğru hedefe doğru adımlarla yöneldiği sürece başarılı da olacaktır. Günün sonunda var olan devleti olduğu gibi devam ettirmek değil, o yapıyı parçalayarak işçinin emekçinin yararına işleyen bir sistem haline getirmek gerekmektedir. Sokağın nabzını tutabilecek meclis içinde muhalif kalabilen bir parlamenter mücadele şarttır. Sadece iktidarı hedeflemek değil, sonrasında devrimi kurabilecek bir iktidar yaratabilmek ise esas olandır.