Sırça Köşkler Muhitini Yakıp Yıkarak Başlamalı! – Tahsin Oygar

“Solun kültür sanata bakışı”, “kültür sanat için sol mücadelenin önemi”, solun kültür sanat alanı ile imtihanı” gibi başlıklarla başlamıştım yazıya fakat bakmak değil yakmak gerektiğine vardım sonunda. Öncelikle zor ve mayınlı bir konu, neredeyse sanatın her alanında, köşe başlarında, konunun kendi fikri mülkiyetlerinde olduğunu düşünen, sırça köşk “elitleri” var; ve ne yazık ki sadece onlar değil, kendini kültür-sanat alanında var etmeye çalışanlarında bilerek veya bilmeyerek bu “elitlerin” gazabından korkuyor ve onaylanmak için çabalayıp “elit” adaylarına döşüyorlar. Fakat biz öncelikle solun sanat ve kültüre nasıl yaklaşması gerektiği ile başlayalım.

Sol değerlerle sanata bakmak için, Marx’ın en temelde ekonomik ve toplumsal ilişkilere yaklaşımını, kapitalist toplumların nasıl çalıştığını, feodalizmden yola çıkıp modern toplumdaki sınıfların oluşumu ve üretim ilişkilerinin toplumu nasıl değiştirdiğini anlamak ile başlanması gerektiğine inanıyorum. Soldan sanata bakış, ekonomik ve toplumsal anlamda kapitalizmin ardında yatan sınıf mücadelelerini görünür kılarak, üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutan egemenler ile sürekli çalışmak zorunda kalan ve ezilen emekçi sınıfın var olduğunu göstermek ve ezilenden yana taraf olmakla şekillenmelidir. Tabii ki bu kadarı yetmez. Çünkü günümüzde kapitalizmin neoliberal saldırılarla, nasıl daha da yıkıcı olduğunu, her şeyin bireyciliğe indirgendiğini, emperyalist savaşların en naif insan haklarını bile gözetmediğini, tüm zeminlerin kaydığını, kültürel neoliberal saldırılarla postmodernist akımın topluma nasıl nüfus ettiğini, anlamsızlığın nasıl değerlenip, görecelikle desteklendiğini ve hatta aklın ve bilimin bile piyasalaştırıldığını, bilinç üstümüze çıkarmamız da gerekmekte. Tüm bunlara yaşadığınız coğrafyanın ve toplumun, kendine özgü kültürel, politik ve tarihsel sorunlarını da harmanlamak yerinde olacaktır. Marksist anlayıştaki, “yabancılaşma”, “emek-değer”, “diyalektik tarihsel materyalizm” kuramları en kaba şekli ile insanın toplumsal, sosyal ve tarihsel varlık olarak, maddi yaşamını kavrayışını güçlendiren kuramlardır. Düşünceler ve kavramlar da insanın maddi etkinliğine bağlı olmak zorunda olduğuna göre soldan sanat,  tüm bunları görünür hale getirip, “Dünyayı yorumlamak değil değiştirmek” istemelidir. Soldan sanat, içerik – biçim tartışmalarında diyalektik bir denge yakalamayı hedeflemeli, anlaşılır olma ile estetiği harmanlayabilmelidir. Daha da ileri gidersek aklın ve duyuların diyalektiğinde, estetiğin bilim, ideoloji ve politika düzleminden ayrı olamayacağının hakkını vermelidir diye düşünüyorum.

Daha önceleri de yazdığım gibi “nasıl ki kadının görünmez emeği, emek gücünün yeniden üretimini sağlar, sanat da toplumsal yaşamın, yani hayatın yeniden üretimini sağlayan görünmeyen emektir. Sanat acıyı, sevinci, gururu, öfkeyi, korkuyu, güveni kısacası duyguyu ve hikâyeyi üretir.” Tüm bunları düşündüğümüzde sanatın ne kadar etkili bir dönüştürücü olduğunu anlarız. Kültür ise en geniş tanımı ile bir toplumun ya da bütün toplumların birikimli uygarlığının, tarihi, şimdisi ve gelecek eğilimidir. Bu kadar önemli ve hayatı doğrudan etkileyen iki kavram kültür-sanat tabii ki egemen sınıfın ilgisini de üzerine çekmiştir. Sınıflı toplumlarda erk sahibi sınıf, sanatı ve kültürü kendi kâr ve çıkarları uğruna sonuna kadar kullanmaktadır ve kullanacaktır.

Peki biz ne yapmalıyız?

İlk önce sanatın yaygınlaşmasını sağlamak için elimizden geleni yapmalıyız. Eleştiri – özeleştiri kültürünü geliştirmeli ve çekinmeden hayatımıza katmalıyız. Devrimciliğimizin yıkıcılığına, yaratıcılığımızın içkinleşmesi için kendimizi, geliştirmeli, kültür-sanat donanımızı artırmalıyız. Kültür – sanatın üretim araçlarını mülkiyetine geçirenleri tanımalı onları mülksüzleştirmeliyiz. Her köşe başında sırça köşklerin kurulu olduğunu unutmamalı. “Birliklerde”, bazen “önemli dergilerde”, “jürilerde”, çok çok “mühim orkestralarda”, “konservatuarlarda”, “hatta üniversitelerde” “elit sanatçıların” var olduğunu bilinç üstüne çıkarmalı, sol perspektifle donanımlı kültür- sanat anlayışını halkla bütünleştirmek için çabalamalı. Hem egemenlerin hem de “elit sanatçıların” yıldırmalarına inat olabildiğince örgütlü kültürümüze ve sanatımıza sahip çıkmalıyız. Biz bunları yaptıkça inanın, başlarını ağrıtmaya başlayıp; Türkiye’de yayınlanan Avrupa Yakası adlı dizinin mühim karakteri İffet’in sözünü bağırmaya başlayacaklardır.“Ayyy soldan soldan geliyorlar bana Taaahsin” diye.

“Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuz buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeterdir.” Sabahattin Ali –Sırça Köşk