Memleketin Ahvali – Ocak Şubat Mart – Kamil İbrahim İpçiler

Kimseden Korkmadılar, Tiyatrodan Korktukları Kadar

Antilogos Tiyatrosu’nun 1974’te yaşanmış gerçek hikayelerden oluşan “Annesi” isimli oyununun “kaymakamlık tarafından izne tabii” olduğu gerekçesiyle engellenmesi, ülkenin üstüne çöken çetenin son yüzsüzlüğü oldu. Elbette Antilogos Tiyatrosu’nun oyuncuları, Türkiye’den kumara gelmiş ve bir casinoda playback yapacak olsalardı böyle bir tatsızlık yaşanmazdı. Zira bildiğiniz üzere, Türkiye’den gelerek ülkemizdeki kumarhanelerde sahne alan onlarca “sanatçı” ve onların “sanatı” için ne kaymakamlık ne de başka bir yerel otoriteye hesap verilmiyor. Onların “sahnesi” için satılan biletlerin vergileri bile alınmayarak, devlet zarara uğratılıyor… Ancak konu tiyatro olunca, tiyatronun konusu da –allah muhafaza- barış filan gibi tehlikeli bir içerik olunca, bizim devlet mekanizması aniden çalışıverdi(!)
“Tiyatro” ve “devlet mekanizmasını” aynı cümlede okuyunca bir garip hissettiniz değil mi? Öyle hissetmekte haklısınız tabii. Bu ülkede Devlet Tiyatroları’nın yanan sahnesi 30 yıla yakın süre yenilenmedi. Yine bu ülkede; amatör tiyatroların ücretsiz kullanabileceği neredeyse bir tane sağlam sahne yokken, devlet tiyatroyla ilgili hiçbir bir gaile gütmedi. Ancak konu “yasaklama” ve “engelleme” olunca, “devlet ve tiyatro” kelimeleri aynı cümlede yan yana geldi. Tıpkı Yaşar Ersoy’un 2019 yılında yasaklanan “Yangın Yerinde Kabare” oyunu gibi…

Anlayacağınız ülkemizdeki “devlet” otoritesinin, ya da daha açık söylemek gerekirse devletin üzerine çöken çetenin, tiyatro, sanat ve sanatçıyla tek ilişkisi bu. Tarihi çok eskilere dayanan ve yüz yıllardır “kralın çıplak olduğunu” en güzel şekillerde anlatan, en yaratıcı yöntemlerle eleştiren ve sorgulamanın önünü açan tiyatrodan elbette ki korkacaklar. Çünkü yüz yıllar da geçse, krallar halen çıplak (ve diplomaları sahte : )

Son “Pişmanlık” Neye Yarar, Hepinizin “Juju”su Var

Sahte diplomalar son dönemin en büyük skandalı (en azından bunlar daha iyisini yapana kadar). Kemal Dürüst’ü hatırlarsınız; turizmden eğitime, en sonunda ulaştırmaya kadar, her bakanlığı yapmış, her işten anlayan bir müzik öğretmeniydi. Adı her zaman sıkıntılı işlerle anılmıştı ama görev yaptığı yıllarda ülkede sosyal medya bu kadar yaygın bir araç değildi, basını ve bilgiyi kontrol etmek daha kolaydı, arkasında ise Derviş abisi vardı. Ancak “bay Kemal” siyasette geçen “verimli” yılların ardından doymadı. Ne de olsa bunlar; haksız kazanç elde etmeye alışmış bünyeleriyle ranta, rüşvete, torpile ve çirkefe bağımlıydı. Önce Dürüst patladı, arkası ise çorap söküğü gibi geldi. Siyasetin bir başka kirli yüzü, talimatla kurduğu partilerle hatırlanan bir başka doyumsuz isim Turgay Avcı, YÖDAK Başkanı olarak tutuklandı. İyice hararetlenen süreç, birilerinin tüm çabalarına rağmen devam etti. Boşbakan Jet Ünal’ın yakını, yıllardır yanından ayırmadığı Juju’su, ülkeden kaçtı. Bu yazının yazıldığı sıralarda, Ersin Tatar’ın koruması da sahte diploma aldığı için tutuklananlar arasına katıldı. Yine yazının yazıldığı sıralarda; korku halindeki Ersin Tatar “pişmanlık düzenlemesiyle bu iş temizlenmeli” şeklinde açıklama yaptı. Üst düzey bürokrat ve hükümete yakın isimlerin sahte diploma olayına karıştığı konuşulurken, Cumhurşaşkını Tatar’ın “Eğer bu konu bir pişmanlık düzenlemesiyle temizlenmezse, soruşturma ilerledikçe çok tatsız durumlar yaşanacak” şeklindeki sözleri, iddiaların gerçekliğini kanıtlar nitelikteydi. Tatar, Üstel, Avcı, Dürüst ve nicesi… Hepsinin bu işte bir Juju… Pardon ‘suçu’ vardı. Bir yakınları, çevrelerinden birileri bu işin içerisindeydi, o yüzden “pişmanlık” adı altında olayı “temizlemek” şarttı. Size oy verenler “pişmanlık” düzenlemesiyle verdikleri karardan döner mi bilmiyoruz. Ancak hiçbir şeyi “temizleyemeyeceğinizi” biliyoruz. Çünkü hepinizin elleri kirli…

8 Yıl Önce Özel Sektör Emekçisi Köleliğe Mahkum Edildi

2016 yılında Bağımsızlık Yolu tarafından hazırlanarak, “10 kişi ve üzeri çalışanın olduğu işyerlerinde sendikasız çalıştırılmanın yasaklanması” yoluyla özel sektör emekçilerini örgütlü hale getirecek yasa önerisi; bundan tam 8 yıl önce Zeki Çeler tarafından Meclis’e sunulmuştu. Meclis’te yer alan oylamaya 20 muhalefet vekilinin 15’i katılarak kabul oyu vermiş, UBP ve DP’nin 26 emekçi düşmanı vekili ise olumsuz oy kullanarak özel sektör emekçisine bugün halen bedel ödeten büyük bir darbe vurmuştu. O dönem konuyu “sendikalaşma bizi 150 yıl geriye götürür” diyerek reddeden Sunat Atun gibiler; özel sektör emekçisini aradan geçen 8 senede 150 sene öncesine, kölelik yıllarına götürdü. “Sendikalaşma için henüz şartlar uygun değil, zamanı değil, gelişmemiş durumda olan özel sektörün sonu olur” diyen Denktaş gibiler sayesinde, bugün özel sektörde yasal haklarımızı dahi kullanamıyor, halen güvencesiz şekilde iki kuruşa çalıştırılıyoruz. İşverenlerin örgütlü olması yasayla zorunlu tutulduğu halde; çalışanların örgütlenme zorunluluğunu “öyle şey olmaz, o zaman bir yasa geçirelim tüm halk siyasi partilere üye olsun” sözleriyle manipüle etmeye çalışan Denktaş, o gün meclis’te “öğretmenler bu ülkede sürekli grev yapıyor olan benim çocuğuma oluyor” dediği için; bugün özel okul ve üniversitelerde öğretmenler yatırımları yapılmadan çalışıyor ve emekli olamıyor. 26 tane sermaye maşası vekil; inşaatlardan düşen, paket yetiştirmek için yollarda ölen herkesin kanını ellerinde taşıyor. Halkın değil bir avuç zenginin temsilcisi olmayı seçen ve özel sektör emekçisini 8 yıldır hergün daha da vahşileşen kölelik koşullarına mahkum edenlerin isimlerini unutmayalım:

Ersin Tatar, Ünal Üstel, Nazım Çavuşoğlu, Kemal Dürüst, Hasan Taçoy, Zorlu Töre, Serdar Denktaş, Fikri Ataoğlu, Özdemir Berova, Tahsin Ertuğruloğlu, Faiz Sucuoğlu, Hüseyin Özgürgün, Sunat Atun, Hamza Ersan Saner, Erdal Özcenk, Dursun Oğuz, Kutlu Evren, İzlem Gürçağ, Ali Pilli, Mustafa Arabacıoğlu, Hakan Dinçyürek, Ahmet Kaşif, Esat Ergün Serdaroğlu, Menteş Gündüz, Hüseyin Alanlı, Hamit Bakırcı.

“Irkçılık” Üzerine Kurulu Bir Kariyer ve Servet
kktc’nin kötü kokulu siyasi tarihi üzerinde şüphesiz ki birçok zübük üredi. Bunların arasında belki de en kötülerden biri ise Arıklı oldu. Arıklı siyasi kariyerini, “Kıbrıslı milliyetçiliği” üzerine kurdu. Rauf Denktaş’ın hem siyasi olarak var ettiği hem de yurtdışındaki bağlantılarıyla ekonomik olarak ihya ettiği Arıklı, 2015 yılında “Kıbrıslılar bizi istemiyor” söylemiyle oluşturulan bugünkü partisine yöneldi. Kıbrıslı Türk sağı içerisindeki ırkçılığı fırsata çevirerek YDP’yi yaratanlar, Kıbrıslı Türk solu içerisindeki ırkçılığı fırsat bilerek YDP’ye bir seçmen kitlesi oluşturdu. Gel gelelim; hayatı yalan ve menfaat üzerine kurulu olan bu siyasetin en büyük mağduru da, yıllarca hem maddi hem de manevi olarak sömürdüğü kendi kitlesi oldu. “Vatandaşlık almanızı sağlarız” vaatleriyle komisyon alarak maddi olarak sömürdükleri insanları, “biz sizin temsilciniziz” yalanıyla manevi olarak da sömürdüler. Günün sonunda hükümet olduklarında, ne vatandaşlıkların suistimal edilmesini önleyecek bir yasanın, ne de YDP seçmeni içerisindeki emekçi kesimin özel sektörde daha iyi çalışma koşullarına sahip olmasını sağlayacak bir adımın mücadelesini vermemeleri iki yüzlülüklerini ortaya serdi. Siyasi kariyerini “ırkçılığa” borçlu olan Arıklı’nın kendisi, yıllarca ırkçı bir siyaset izleyerek, ülkedeki emekçi kesimi “Türkiyeli-Kıbrıslı” diye ikiye bölüp siyasi varlığını sağlama almaya çalıştı. Bir kaç ay önce “mal varlığını beyan etmediği” ortaya çıkan Arıklı, mal varlığını açıklayınca, yakınlarıyla birlikte siyasi konumunu kullanarak elde ettikleri kazancı ve ekonomik gücü gözler önüne serdi. Başta Kıb-Tek ve ihalesiz yakıt alımları olmak üzere, bakanlığı döneminde birçok vurgunla gündeme gelen Arıklı için, yeni dönemde başkanlık koltuğunu, daha da kötüsü milletvekilliğini kaybetme tehlikesi büyüyor. Dokunulmazlığı tehlikeye girecek olan Arıklı çaresizliğinden defalarca birbirine girdiği Zaroğlu’nu dahi “kucaklamaya hazır olduğunu” söyledi. Ancak Arıklı’nın panik halinin en güzel örneği bir süredir ihmal ettiği “ırkçılık” siyasetini yeniden canlandırma çabası oldu. CTP Milletvekili Ceyhun Birinci’nin “sen kimsin bu ülkeyi yöneteceksin” gibi her manaya çekilebilecek tepkisini fırsat bilen Arıklı, patlattı açıklamayı. Arıklı türlü oyunlarla koltuğunu kurtarır mı bilinmez ama çaresizce sarıldığı “ırkçılık” bize Kıbrıslı Türk solunun kendini “temizlemesi” gerektiğini gösteriyor. Gerici sağ siyaset içerisinde sırıtmayan, zaten milliyetçiliğin temelinde olan ırkçılık; “sol” veya “ilerici” kesimler içerisinde rastlandığında tüm mücadeleye zarar veriyor ve zübüklere kariyer fırsatı yaratıyor. Sol içerisine bulaşıp, yıllarca kendini kamufle etmiş “milliyetçilik” ve “ırkçılık” ile mücadelede hepimize görev düşüyor.

Bizi Bu Bataktan Örgütlenmek Çıkartır

“Memleketin Ahvali” ortada… Diplomalar dahil herşey “sahte”, üç şey gerçek: kurumların üzerine çöken ‘siyasi’ bir çete, onlara yetki veren sermaye ile abileri AKP ve sabah geçim derdiyle kalkıp, akşam geçim derdiyle yatan halkın ta kendisi… Her geçen gün daha da derinleşen bir batak. “Gemisini kurtaran kaptan” yok ey arkadaş ve olmayacak. Çünkü gemi bizim gemimiz değil. Ancak deniz bizim. Bireysel kurtuluşa dair sana öğretilen herşeyi unut çünkü hepsi yalan. Bireyselken ve yalnızken, küçük ve çaresiz hissettiğini hatırla. Bir arada olunca ise onlardan daha kalabalık, büyük ve güçlü olacağını unutma. Çalıştığınız kurumun sahibi dünyanın en zenginleri listesinde olabilir, çalışanları olmadan bir hiç olur. Ultra zenginlerin finanse ettiği siyasi partiler ve çeteler evet büyük ancak sizin oyunuzu ve desteğinizi alamadıkları gün yok olur.

Ne yapmamız gerektiğini anlamak için karşı tarafın ne yaptığına bakmalıyız. Çünkü yüz binlerce insan kaybederken, onlar yüz kişi oldukları halde kazanıyor. Karşımızdaki bir avuç büyük patron, örgütlü ve tek vücut halinde hareket ederek siyaseti ve yasa yapıcıları kontrol ediyor. Patronlarımız örgütlüyken, örgütsüz ve dağınık olan çalışanlar olarak ne kadar çaresiz kaldığımızı bu ülkenin çalışan kesimi olarak artık hergün hissediyor, hepimiz daha net görüyoruz. Çalışanların örgütlü (sendikalı) olduğu durumla örgütsüz olduğu durumu da kamu ve özel sektör arasındaki farkı görerek kıyaslayabiliyoruz. İşte tam da bu noktada, yani iş yaşamında somut durum üzerinden kavramakta olduğumuz örgütlülüğün önemini, siyasi duruşumuza da yansıtmak zorundayız. Bu ülkeyi kirleten, karanlığa sürükleyen ve hepimizi batağa çeken bir avuç kötü örgütlü ve sürekli işbirliği halinde. Bu sayede her istediklerini yapabilir vaziyette… Onların bu vaziyeti, bize de ne yapmamız gerektiğini gösteriyor. Emekçiler olarak, emekçi kimliğimizin etrafında örgütlenip siyaset yapmak zorundayız. Yani içine sermayenin sızmadığı, kontrol etmediği, emekçinin partisinde buluşmak zorundayız. Çünkü bu bataktan bizi örgütlenmek kurtarır.