Biz Olmadan Ne Yapabiliriz Ki? – Ali Şahin

Bir coğrafyada yaşayan insanların gelecekleriyle ilgili karar verebilmeleri öncelikle kendi içlerinde bir biçimde birlik olmalarıyla, bir diğer anlamıyla “biz olma” algısıyla mümkündür. Beraber hareket etme noktasında birleşemeyen kitleler ortak hedeflere yönelemezler. Zaten insanlık tarihi denilen şey insanın geçmişten bugüne yaşamın her alanında yarattığı örgütlülük ve buna bağlı olarak yarattığı ilerlemelerdir. Kapitalizm öncesi dönemlerde biz olma duygusu, yerel düzeyde din, dil, kültür gibi dinamikler üzerinden şekillenmekteydi. Kapitalizm ile birlikte ortaya çıkan yeni ekonomik ilişkiler ve buna paralel değişen siyasal ve kültürel dinamikler ise ulus, toplum ve halk gibi siyasal kavramların oluşmasını sağladı. Eskisinden farklı olarak merkezi bir yapıya ihtiyaç duyan yeni modern devlet modeli bireyi tebaadan yurttaşa dönüştürdü ve böylece biz olma duygusu da daha farklı dinamikler üstünden tanımlanır hale geldi. Bir diğer değişle ulus devlet denilen mekanizma biz olma duygusunu farklılaştırdı. Fakat modern devletin üstünde inşa edildiği bu biz olma duygusu kurulduğu her durumda ve anda kesin kabul gören, bir defa kurulan ve sabit kalan bir olgu olmak zorunda değildir. Çünkü bir topluluğun bir halka dönüşmesi ya da o halkın bir ulus yaratması durağan bir olgu olarak ortaya çıkmaz. Bir ulusu yaratan halk/halkların içerisinde kurulan devletten çeşitli gerekçelerle tatmin olmamış ve buna itiraz yükselterek var olan yapıyı şu veya bu biçimde değiştirme iradesi de çıkabilir. Tabi ki böylesi durumlar sınıfsal ve buna paralel oluşan siyasal dinamiklerden bağımsız oluşmaz. Nitekim çeşitli ülkelerde oluşan devletleri barındıran kimi halklar kurulan bu “uluslaşma” girişimlerini reddederek ulusal sorunlar yarattılar ve buna paralel devletin merkezi yapısında farklılıklar yaşanmasını sağladılar. Fakat buna rağmen bugün halen Birleşik Krallık, İspanya, Türkiye gibi çok sayıda devlet Kuzey İrlanda, İskoçya, Bask, Katalan ve Kürt sorunu gibi ulusal sorunlar yaşamaktadır. Çünkü coğrafya, etnisite, kültür, din, dil gibi olguların üzerinden yaratılan birlikle bir devletin kurulabilmiş olması o devletin sınırları içerisinde yer alan farklı toplumların bu yapıyı her halükarda kabul edeceği anlamına gelmez. Çünkü kurulan her devlet ekonomik boyutu da olan bir siyasal fikrin birlikteliği üzerinden kurulur ve bu siyasal birliktelikte tarafların tümünün şu veya bu biçimde kabulü gereklidir. Şu veya bu biçimde diyoruz çünkü tarih gönüllü birliktelik olmadan da siyasal varlığı ezilmiş onlarca halkın bir devletin içinde yaşamayı kabul eder hale gelmiş örneklerini de barındır. Nihayetinde bir halkın varlığı tartışması iddia ortaya koyduğu salt coğrafyanın büyüklüğü ya da haklarını savunduğu popülasyonun sayısı ile değil siyasal bir irade ve bu iradenin arkasından getirebildiği kitleler ile ölçülür. Siyasal bir iddia ve buna paralel oluşan bir siyasal mücadele sergilemeyen her halk bir biçimde tarih sahnesinde farklı kültürel özellikler taşıyan ama bundan öteye gidemeyen bir topluluk olmaya mahkumdur. Bir anlamıyla biz olma duygusu siyasal birliktelik ve buna bağlı siyasal iddia olmadan eksiktir.

(ara başlık)

Kıbrıs sorunu da kapitalist ilişkilerin adaya taşınması sonucu ortaya çıkmış ve birçoğundan farklı olarak sadece iç değil dış etkenlerce de belirlenmiş bir sürecin sonucunda şekillenmiş bir ulusal sorundur. Ayrıntılarına bu yazıda girilmeyecek olsa da bu süreç kendi tarihi içinde Elen ve Türk milliyetçiliğine direnerek Kıbrıslı Türk halkını tarih sahnesine çıkarmıştır.* Çıkarmıştır diyoruz çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi bir halk durağan bir yapıya sahip değildir ve ortaya çıkabildiği gibi yok da olabilir. Bu siyasal tarihin nasıl şekilleneceğine bağlıdır. Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde çok sayıda siyasal yapının ve binlerce insanın Kıbrıslı Türk halkının geleceği ile ilgili kaygı duyması, tartışma yürütmesi ve mücadele etmesi de bunun ispatıdır.  Şüphesiz ki Kıbrıslı Türk halkının çıkarı birleşik ve federal bir Kıbrıs’tadır. Ancak bu yazı federal bir Kıbrıs’ın gerekliğinden ziyade savunduğumuz Kıbrıs’a nasıl varacağımızla ilgilidir. Tarihsel süreç içinde önce Elen milliyetçiliğiyle sonra da Ankara’dan yönlendirilen ve çok boyutlu olarak gelişen Türk milliyetçiliğiyle süren bu mücadele geldiği nokta itibariyle Kıbrıslı Türklerin ortak bir siyasal kimlik sorununu da beraberinde getirmiştir. Yasal bir devlet içerisinde yaşayamamak, sürekli artan bir nüfus aktarımıyla belirlenmek, kendi dışındaki siyasal taraflara yaklaşmak zorunda bırakılmak, ekonomik ve kültürel değerlerinin günden güne yok edilmesi ve benzeri koşullar Kıbrıslı Türklerin bağımsız bir siyasal özne olarak varlığını sürekli olarak aşındırıp tehdit etmekte ve buna paralel olarak siyasal ifadesini bulanıklaştırmaktadır. Bu bulanıklaşma Kıbrıslı Türk halkının politik bir “biz” olarak hareket etme imkanını zedeleyerek “biz kimiz?” sorusunun cevabını bulmasını zorlaştırıyor. Kıbrıslılar, Türkçe konuşan Kıbrıslılar, Kıbrıs Türkü gibi cevaplar bugünün siyasal mücadelesinde sürekli dillendirilen iddialardır.  Kıbrıslı Türk siyasal öznelerin “biz kimiz?” sorusuna bu kadar farklı cevaplar vermesinin sebepleri buradadır ve bu soruyu cevaplamadan güçlü bir siyasal özne olmak mümkün değildir. “Kıbrıslılık”  üstünden bir siyasal hat örme çabasında olanlar günden güne sözde bir etnik kimlik ile milliyetçilik batağına sürüklenmekte, bu cephenin liberal mevziisindekiler ise konuyu “Avrupalılık”  gibi soyut kavramlarla yürütme çabasındadır. Bahse konu liberal kesim “teoriyi” pratikte pek de uygulamaya sokamadığı için çoğunlukla Kıbrıs milliyetçileri ile aynı noktada buluşmaktadır. Bu çevreler ağırlıkla sol geleneklerden gelmiş çeşitli yapılardır fakat kimlikçi bir milliyetçiliğe sıkışmaları felsefi olarak sol ile bağlarının kopmasına ve Kıbrıs’ın kuzeyine özgü bir “solculuğa” dönüşmelerine sebep olmuştur. Çünkü reel siyasette Kıbrıs’ın güneyinde yaşanan “Kıbrıs Cumhuriyeti şovenizmi” bu çevrelerin Kıbrıslılık ideasını Kıbrıs’ın kuzeyine sıkıştırmaktadır. Yelpazenin diğer tarafında ise adanın bölünmüşlüğünü savunan fakat Ankara karşısında açık veya kapalı bir biçimde de olsa bir Kıbrıs Türk milliyetçiliği öneren kesimler var. Ağırlıkla sağdan gelen bu kesimler Ankara ile yaşanan her gerilimde geri basarak milliyetçiliklerini Türklük pozisyonuna geri çekmektedir. Bir başka değişle “Kıbrıs milliyetçileri” ile “Kıbrıs Türk milliyetçilerinin” üstü kapalı teorileri sürekli olarak pratiğin duvarına toslamaktadır. Çünkü siyasal iddialarını yasladıkları sınıfsal zemin çürüktür. Bahse konu iki taraf da ortaya koydukları siyasal iddiayı açık bir siyasal örgütlülüğe işte bu yüzden dönüştürememekte ve farklı siyasal pozisyonların arkasında takviye yaparak kültürel bir boyutta kalmaktadır. Ancak tarih göstermiştir ki, bir halkın siyasal varlığı sadece kültür ile savunulamaz. Sınıfa dayanmayan farklılığın sınırları bellidir. Bahse konu sınırlara takılmadan ve hiçbir siyasal yalpalamaya mecbur kalmadan yalın bir biçimde savunulabilecek biricik politik tutum Kıbrıslı Türk halkı gerçekliğidir. Adanın kuzeyine yönelik uygulanan Türkiye’den kimlikle girişin son bulmasını savunan fakat on yıllardır Kıbrıs’ta yaşayan Türkiye kökenli Kıbrıslı Türklerin de adanın bir parçası olduğunu ifade edebilen, Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinden devlet şovenizmi yapan Kıbrıslı Elen liderliklerini eleştiren ve bunun yanında Kıbrıs’ın birleştirilmesi anlayışından bir adım geri atmayan, Ankara’nın çok yönlü dayatmalarına direnirken Kıbrıslı-Türkiyeli gerilimine zerre prim vermeyen ve bunun gibi sorunlarla ilgili tutarlı bir siyasal hat örebilecek yegane duruş sadece Kıbrıslı Türk halkı üzerinden mümkündür. Çünkü halk olarak tanımladığımız çalışan kesimlerin bahse konu duruşta sınıfsal çıkarı vardır. Mesele bu sınıfsal çıkara siyasal bir ifade kazandırmaktır. Bu anlayışın siyasal anlamda berraklaştırılması ise hem Kıbrıslı Türk halkının siyasal örgütlenmelerini güçlendirecek hem de halkın yıllardır uygulanan politikalarla aşındırılan özne olma çabasında gücünü arttıracaktır. Bu ihtiyaca atfedilen önem bir isim ya da kültür takıntısından dolayı değil güncel siyasal ihtiyaçlardan kaynaklıdır. Çünkü Kıbrıslı Türk halkı gerçekliği bizi birleştirebildiği için hayatidir ve biz olmak da siyasal yönümüzü beraberce saptayabilmek için gereklidir. Aksi, herkesin kendi kafasında yarattığı hayallerin dağınıklığıyla egemenlerin dayattığı bir karanlıkta beraberce kaybolmaktır. Bir anlamıyla Kıbrıslı Türk halkının geleceği onun adıyla çağrılmasına da bağlıdır diyebiliriz. Bunu ise yıllardır halkın yok oluşu pahasına zenginleşen “Kıbrıs Türkleri” ya da geçmişi romantize ederek “Kıbrıslı” arayanlar değil, bugünün dertlerinde bugünün bizini yani Kıbrıslı Türk emekçilerini örgütleyebilenler başarabilir. Bu gerçeği sağdan ya da “soldan” gerekçelerle yok sayarak gelecekte var olma şansımız yoktur.

*Kıbrıslı Türk halkının oluşum süreci için bknz; Kıbrıslı Türklerin Kökenleri: Kıbrıs Türklerinin Kıbrıslı Türklere Dönüşmesi, Ali Şahin, Argasdi sayı: 71 Ekim-Kasım-Aralık 2023