PAŞALAR PAPAZLAR

Haksızlığa Uğramış Bir Kitap 

Münür Rahvancıoğlu

Argasdi Sayı 5.5 

Paşalar Papazlar, Niyazi Kızılyürek, Kıbrıs Defterleri, 1988

“Kıbrıslıları tarihsizleştiren, Kıbrıs Rum Burjuvazisi ve Kıbrıs Türk Yukarı Sınıfı, Kıbrıs’ın geleceği açısından ölüdürler. Onların tarihsel misyonu, tarihsel olarak, sosyalist güçlere devredildi…”

“Kendi kendini gerçekleştiremeyen Kıbrıs Rum Burjuvazisi ile Kıbrıs Türk Yukarı Sınıfı, bağımsız bir Kıbrıs gerçekleştiremezler…”

İnsan okuyup da beğendiği bir kitabı başka insanlara tanıtırken, o kitabı okumaları ve kendisinin haz duyduğu yönlerinden faydalanmaları amacını güder. Ancak Paşalar Papazlar söz konusu olduğunda bu amaca ulaşmak ne kadar mümkündür tartışma kaldırır. Paşalar Papazlar Kıbrıs’ta yayınlanmış kitaplar arasında en derin haksızlığa uğramış kitaptır fikrimce. Bizzat kendi yazarı ona haksızlık etmiş, yazılmasının üzerinden 10 yıl geçmeden fikirlerini değiştirmiştir. Bu topraklarda yaşanan ve “Kıbrıs Sorunu” adı verilen heyyulaya sınıfsal bir bakış açısı ile bakarak tahlil eden ve bugün bile yeni şeyler söyleyebilen bu değerli kitabın 2. baskısı ne yazık ki yapılmamıştır. Abuk-sabuk her kitaba ulaşabildiğiniz kitabevlerimizin raflarında Paşalar Papazlar yoktur. Çünkü onu ne “Paşalar” sevmiştir ne de “Papazlar”. Ne de sonradan paşalaşmışlarla, sonradan papazlaşmışlar. O, Kıbrıs’ın Elen ve Türk halklarına, yoksul emekçilerine ve köylülerine bilimsel sosyalizmin diyalektik dilini ulaştırmayı, en basit ve akıcı bir dille başaran komünist bir kitaptır. Zararlıdır… Bir anlamda edebi bir eserdir Paşalar Papazlar. Kendi kimliği vardır ve onun kimliği yazarından da, okuyucusundan da farklılaşmış; kendine ulaşılmasını bekleyen, kendine ulaşana en gizli sırlarını anlatan yaşlı bir bilgeye dönüşmüştür. İlk bakışta göze çarpacak dizgi hatalarına ve Türk-Rum, Halk-Toplum-Millet kavramlarının yerli yerine tam oturtulamayışından kaynaklı anlam düşüklüklerine rağmen Kıbrıs tarihinin 1950-1974 arası dönemini açıklığa kavuşturan duru bir dili vardır Paşalar Papazlar’ın. Kitap ABD ve İngiltere’den başlayarak, Türkiye ve Yunanistan’a kadar tüm dış faktörleri kendi iç dinamikleri ve gelişme seyirlerinde takip ederken, bu dış faktörlerin Kıbrıs’ın iç faktörleri ile gerek ayrı ayrı gerek hep birlikte etkileşimini de diyalektik bir bütünsellikle aktarabilmektedir. Öte yandan Kıbrıs Türk Yukarı Sınıfı ile Kıbrıs Rum (Elen) Burjuvazisi’nin tarihsel koşullanmaları, bunların gerek kendi iç muhalifleri ile (Kıbrıs İşçi ve Köylülüleri) gerekse dış faktörlerle ilişki ve çelişkilerini gözlerimizin önüne seren bir kitaptan bahsediyoruz. Kendi kendini anlattığı şekli ile kitap: “Ampirik metodla a ile b’yi mekanik bir biçimde ayırmıyor. Ve a’da b’yi, b’de a’yı yakalamaya çalışıyor.”… “Bu bağlamda, Paşalar Papazlar, Egemen Sınıfların organik aydınları ampiristlere karşı bir eleştiridir.”Kitap toplam ondört makaleden, ek-metin ve belgelerden oluşuyor: “Kıbrıs Türk Yukarı Sınıfı ve Kimlik Sorunu”, “İktidarsız Bir Sınıf Kıbrıs Rum Burjuvazisi”, “İç Güçlerdeki İç Çelişki”, “Uluslararası Hegomonya Hiyerarşisi ve Kıbrıs”, “1964 Dersleri”, “1974 Dersleri”, “Uluslararası Hukuk ve KKTC”, “Azınlık Çoğunluk Dedikleri”, “Siyasal Edilgenlik Üstüne”, “Ana Doğuran Çocuk”, “Fil Doğuran Ana”, “Köksüz Kardeşler”, “Adsız İhtiyacımız” ve “Bir İdeolojinin Serüveni” isimli makeleler gerçek bir bütünsellik arzediyorlar. Bunların yanına eklenen Nacak, Halkın Sesi gibi gazetelerin ek metinleri ile, İngiliz, Yunan kaynaklarının gizli belgeleri gözlerimizin önündeki perdeyi kaldırarak bildiğimizi sandığımız bir sorunu bizlere yeniden öğretiyor. Şimdi durun, mal-mülk, ova-dere, arsa-ev gibi dertlerinizden soyutlanarak bir kez daha düşünün ve kendinize şu soruları bir sorun: Kıbrıs Komünist Partisi üyeleri 1930’lu yıllarda neden Yunan bayraklarını indirip yaktı ve Enosis isteyen gruplara saldırdı? İngiltere Enosis’e karşı mücadele eden KKP üyelerini neden tutukladı? KKP-AKEL’e dönüşürken nasıl Enosis’i savunmaya başladı? Hiçbir konuda anlaşamayan Kilise ve İngiliz Sömürge Yönetimi KKP’ye karşı neden birleşti? 1950’lere kadar “biz İngilizden memnunuz” diyen Kıbrıs Türk Yukarı Sınıfı birden bire neden Taksim istemeye başladı? Halkın Sesi gazetesi atom bombasına karşı imza toplayan Kıbrıslı Türklere ve Nazım Hikmet’e neden “moskof uşakları” diyerek saldırdı?  Eğer sorun yalnızca emperyalizmin oyunları ile oluştuysa İngilizle çatışan EOKA nasıl oldu da yaşama şansı buldu? 1959’a kadar çatışan iki toplum bir gecede nasıl ve neden ortak bir Cumhuriyet’te karar kıldı? ENOSİS isteyen Makarios ve Taksim isteyen Dr. Küçük neden/nasıl bir gecede fikrini değiştirdi? Ortada ortak bir cumhuriyet varken Türkten Türk’e kampanyası neden/nasıl devam etti? Tüm 60’lı yıllar boyunca Yunanistan ve Makarios neden birbirlerine düştüler? Makarios’a suikastler kim tarafından ve niye yapıldı? Enosis istemeyen Makarios muydu yoksa Yunanistan mı? Yunanistan’da neden darbe üstüne darbe yapıldı? İsmet İnönü 1964’te çatışan Kıbrıslı Türkleri ve Kıbrıslı Elenleri “Yunanistan ve Türkiye’nin çıkarlarını anlamıyorlar, hissi davranıyorlar” diyerek neden eleştirdi? Eğer adayı bölen emperyalizmse 1974’de darbe yapan Yunanistan mı yoksa işgale kalkan Türkiye mi emperyalizme karşı geldi? Yoksa hiçkimse emperyalizme karşı gelmedi mi? Bu soruların cevaplarının bulunduğu bir kitap düşünün… Ve şimdi de o kitabı kitabevlerinde neden bulamadığınızı düşünün… Paşalar Papazlar, Baraka’nın bir yayınevi olduğu zaman ilk basması gereken kitaplardan biridir. Bu, Kıbrıs’ın emekçi insanlarına yazılmış ancak adresine ulaşmamış bir mektuptur. Bu mektup mutlaka birileri tarafından yerine ulaştırılmalıdır. Ancak o gün gelene kadar kütüphanemizde okuyabileceğiniz veya fotokopisini sizin için temin edebileceğimiz bu kitabı mutlaka okumalısınız. Georg Büchner, Woyzeck adlı oyununda bir nineye anlattırdığı masalda aslında Kıbrıslıları anlatıyor. Hiç Kuşku duymuyorum: “Bir zamanlar yoksul bir çocuk vardı. Çocuğun annesi, babası yoktu, ikisi de ölmüştü. Dünyada artık hiçkimse yoktu. Herkes ölmüştü. İşte bu durumda yola koyuldu çocuk gece gündüz demeden aramaya başladı. Yeryüzünde artık hiçkimse olmadığı için, gökyüzüne gitmek istedi. Ay da öylesine dostça bakıyordu ki! Ay’a ulaşınca sonunda gördü ki, ay bir odun parçasından başka birşey değildi. O zaman çocuk güneşe gitti. Güneşe vardığında ne görsün, solmuş bir kasımpatı değil miymiş güneş… Yeniden yeryüzüne dönmek istediğinde bu kez de yeryüzünü parçalanmış bir çanak olarak karşısında duruyor gördü. Tek başına kalan çocuk oraya oturdu, ağlamaya başladı. Hala orada oturmaktadır ve yapayalnızdır.”