ARGASDİ BELLEKTE BUGÜN: KOMÜNİST MANİFESTO’NUN SÖYLEMEDİKLERİ

Celal Özkızan

celalozkizan@yahoo.com

21 Şubat 1848: Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından komünizmin ilk bildirgesi olan Komünist Manifesto yayımlandı.

12348468_10154325934034325_1920602214_nKomünist Manifesto, Marx ve Engels’in kaleme aldığı çalışmalar içinden en bilineni olma özelliğini taşıyor. Okusun veya okumasın, pek çok kişi bu çalışmanın ismine aşina ve yine pek çok genç insan için ise, Marksizm okumalarına girişin ilk adımı. Bu yazıda, Manifesto’nun içeriğinden ziyade, içermediklerine odaklanmaya çalışacağım. Ne de olsa Manifesto’nun içeriğine dair yazılmış sayısız yoruma veya analize erişebilirsiniz; hatta tüm bunlara tenezzül etmeyip, doğrudan Manifesto’nun kendisini de okuyabilirsiniz zira hepi topu 30 sayfalık bir metinden söz ediyoruz.

“Manifesto’nun söylemedikleri” üzerine de ciddi sayıda araştırma bulmak mümkün, ama genelde bunlar pek bilinir ya da yaygın değil. Manifesto’nun söylemediklerinin belki de en meşhuru, bizzat kendi ismidir. Komünist Manifesto’da komünizmden söz edilmez. Kapitalist toplumlar içindeki komünist partilerden, komünistlerden ya da komünist edebiyat literatüründen söz edilir ama asla komünist bir toplum ayrıntısıyla tarif edilmez. Manifesto’da kapitalist toplumların bir devrimle dönüştürülmesi sürecindeki geçiş önlemlerine dair çok somut öneriler ortaya konulurken, doğrudan komünist toplumlardan ya hiç söz edilmez, ya da “birimizin özgürce gelişmesinin hepimizin özgürce gelişmesinin koşulu olduğu bir birlik” tanımında olduğu gibi ayrıntılandırılmamış güzellemelerden ibaret kalır.

 

Peki neden?

Devrimin çeşitli coğrafyalarda bir türlü gelmeyişine, ya da sosyalist deneyimlerin yaşandığı ülkelerde sosyalist sistemin çökmesine, izole kalmasına ya da baskıcı unsurlar taşımasına bakılarak genelde Marx’ın sosyalizm konusunda yanıldığından söz edilir. Marx, yanılmamıştır. Yanılmamasının sebebi, yazdığı her şeyin kusursuz olmasından veya analizlerinin hepsinin tıkır tıkır işlemesinden dolayı değildir elbette. Yanılmamıştır, çünkü birkaç görmezden gelinebilir istisnayı bir kenara bırakırsak, zaten geleceğin toplumu üzerine tahminde bulunmamıştır. Marx’ın en büyük katkısı, kapitalist toplumların ve genel olarak bir üretim biçimi anlamındaki kapitalizmin eleştirisidir. Bugün kapitalist toplumlar ardı ardına ekonomik krizlerle veya durgunluklarla çalkalanırken, yatırım oranları sürekli düşüp üretim kapasiteleri hakkınca kullanılamıyorken, işsizlik gittikçe artar ve talep de ancak borçlanma üzerinden oluşturulabilirken; ve de en ilginci, bizzat bu sömürü düzeninin tepesindeki patronlar dahi kapitalizmden şikayetçi oluyorken, Marx’ın ve Manifesto’nun yanıldığını söylemek fazlasıyla anlamsız olur. Yukarıda da belirtildiği gibi, Marx bir kahin değildi ve geleceğe ilişkin tahminleri, çalışmalarının çok ama çok küçük bir kısmını oluşturuyordu. Aslolan, kapitalist toplumlara ilişkin eleştirisiydi ve bu eleştiri, temel olarak, yerli yerinde durmayı sürdürüyor.

İşte Manifesto da, en başta belirtildiği gibi, komünizmden değil, çoğunlukla “burjuva toplumu”ndan söz eder. Bunu da, burjuva toplumunu tarih içindeki yerine oturtarak ve de en önemlisi, burjuva toplumunun başlangıçtaki devrimci ve ilerici rolünü de teslim ederek yapar. Zaten tam da bu yüzden, burjuva devrimleri, geleceğin eşit ve özgür toplumları için muazzam bir fırsat yaratmıştır; Nazım Hikmet’in deyişiyle “yedi kat yerin altından/ çekip çıkarıp / öyle ateş gözlü çelik allahlar yaratmış ki/ kara toprağı bir yumrukta yere serebilir, / yılda bir veren nar / bin verebilir.”  Ancak bu fırsat ve bu gelişmeler, yine tam da burjuva toplumunun özel mülkiyete dayanması nedeniyle, heba edilmektedir. Üretimin tüm toplum tarafından muazzam gelişmişlikte organize edilebilmesinin imkanlarını sunan burjuva toplumu, bunun meyvelerinin sadece çok küçük bir azınlıkça elde edildiği özel mülkiyet rejimiyle, hem bu yemişi bol ağaçtan insanlığı mahrum bırakmakta, hem de her geçen gün bu verimli ağacı daha da çok çürütmektedir.

Manifesto’nun bir başka söylemediği şey, kendisinin yazılma hikayesidir. Manifesto yazılırken Marx sadece 29, Engels ise 27 yaşındadır. Bu metin, sonradan gelecek çok daha sağlam ve bilimsel nitelikteki çalışmalarının ana hatlarını ortaya koymaktan ibarettir sadece. Daha da ötesi, üzerinde iyice çalışılmış, üzerinde hakkınca kafa yorulmuş bir metin bile değildir Manifesto. Bu kitapçığın hazırlanmasını, yayınlanmasından sadece 1 yıl önce Alman Komünistler Birliği istemişti. Böylesi bir metnin talep edilmesinin sebebi ise kapitalist toplumları hakkınca analiz etme isteğinden ziyade, devrim çanlarının şiddetle çaldığı dönemin Kıta Avrupası’nda, bu çan seslerine bir de işçi sınıfının ve onun potansiyel devriminin kendi bağımsız sesini ekleme çabasıydı. Hakikaten de metin yayınlandıktan sadece günler sonra, Kıta Avrupası tarihinin en yaygın ve en önemli devrimlerinden bazıları patlak vermişti birçok ülkede.

Bu nokta gerçekten çok önemli. Marx ve Engels, her şeyden önce birer devrimciydiler. Yazdıkları metinler, bilimsel analiz kaygısı taşıdığı kadar, mevcut toplumları dönüştürmek yönünde bir araçtı da aynı zamanda. O yüzden Marx ve Engels’in Manifesto’sunun “doğruluğu”nu belirleyecek olan şey “bilimsel bir kurul” değil, sınıf mücadelesinin akışının bizzat kendisidir. Bu mücadele ise bizler de dahil olmak üzere yeryüzündeki bütün emekçilerin parçası olduğu, onlarla var olan, ancak onlarla ilerleyebilecek bir mücadeledir.

Bitirmeden önce son olarak önemli bir noktaya daha değinmek lazım. “Komünizm” bir fikir değil, emekçi sınıfın mücadelesinin içinden çıkacak, gerçek mücadelelerin içinde filizlenecek -ve halihazırda filizlenen- gerçek bir harekettir. O yüzden komünistlerin görevi, “komünizm idealini” gerçekleştirmek değil, işçi sınıfının en ufak bir grevinden en büyük ayaklanmasına kadar her mücadelesinin bizzat içinde olmak ama en nihayetinde de bu mücadeleleri siyasal alana koordineli bir şekilde taşımaktır. Zira Manifesto’da da belirtildiği gibi, sınıf mücadelesi siyasal bir mücadeledir ve burjuvular, işyerindeki hak arayışlarına karşı zaman zaman tavizler vermek durumunda kalsalar da, emek mücadelesinin gerçek anlamda siyasallaşmasına asla tahammül edemezler ve bunu engellemek için en sert önlemleri hiç acımadan alırlar. Ancak korkulacak bir şey yok çünkü “proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yok. Bir dünya var kazanacakları.”