GÖÇÜN YASI, GÖÇÜN YASASI – Celal Özkızan

Argasdi’nin “göç” dosya konulu sayısında Göç Yasası olmazsa olur mu!

14303852_10155129022754325_781818733_oKıbrıslı Türk halkı için göç, her kuşağın en iyi ihtimalle sürekli gölgesinde yaşadığı, en kötü ihtimalle ise bizzat deneyimlediği bir olgudur. Bunu trajik kılan şey ise, bu göçün çoğu zaman, göç edenlerin büyük oranda kendilerinin tercih etmediği faktörler sonucu yaşanmasıdır. Kıbrıslı Türk halkının Kıbrıs üzerinde var olmasının kökenleri dahi, bir göç hikayesidir: Osmanlı 1571’de Kıbrıs’ı işgal eder ve adaya Osmanlı topraklarından kitlesel bir “zorunlu göç” ya da daha cafcaflı bir deyişle “iskan politikası” gerçekleştirilir. “Hikayenin” devamı da böyle sürüp gidecektir: 1923-1938 arası, ciddi sayılar halinde Türkiye’ye yaşanan göçler, 1950’lerle birlikte etnik çatışmanın başlaması sonucu güvenlik kaygılarıyla gerçekleşen ve 74’e kadar süren göç dalgaları; bu dönem içinde, 58’den itibaren TMT faşizminin sonucu göç edenler; 74’ten hemen sonra, güneyden kuzeye gerçekleşen göçler; 74’ten itibaren, Denktaş-UBP rejiminin baskıcı yönetimi altında, siyasi nedenlerden veya iş bulamamaktan dolayı yaşanan göçler; olası bir çözüm halinde, göç edeceği neredeyse kesin olan bölgelerde (örneğin Omorfo) yaşayan insanların “göçmen” ruh halleri…

Ve en yeni “göç hikayemiz”: Göç Yasası, ya da resmi adıyla “47/2010 sayılı Kamu Çalışanlarının Aylık (Maaş-Ücret) ve Diğer Ödeneklerinin Düzenlenme Yasası”.

Bu son “hikayeye” herkes aşina, o yüzden çok kısa bir özetle yetinelim giriş olarak: İlk kez CTP-ÖRP hükümeti döneminde gündeme ve meclise taşınıp zemini hazırlanan, sonraki UBP hükümeti döneminde, Kasım 2009 tarihinde, polis şiddeti ve gözaltılarla bastırılmaya çalışılan çok büyük protestolara rağmen meclisten geçip yasallaşan ve 2011 yılında da yürürlüğe giren bu yasanın temel amacı, 2011’den itibaren kamuda çalışmaya başlayan emekçilerin maaş, ücret ve özlük haklarının çok ciddi bir şekilde azaltılması ve geriye götürülmesidir.

Buraya kadarki kısım, herkesin az ya da çok aşina olduğu, pek çok kişinin de bizzat ya da dolaylı olarak sonuçlarına katlandığı bir kısım. Peki Göç Yasası’nın amacı neydi?

Neoliberalizmin en temel özelliklerinden biri, kendisinin zemini olan kapitalist ekonominin temel karakteristiklerinden biri olan “emek gücünün değerini düşürmeyi” olabildiğince radikalleştirmesi, yani daha basit bir şekilde söyleyecek olursak, emekçilerin, kendilerini bir maaş karşılığında patronlara satmak dışında başka herhangi bir geçim araçlarının kalmaması ve bu satışın bedelinin de (yani maaşın da) olabildiğince düşük tutulmasıdır. Böylece emekçiler, çalıştıkları yerin patronunun elinde oyuncak olacaklar ve geçim derdinin ağır baskısı altında, en ufak bir hak arama veya maaş artışı mücadelesine girmekten çekineceklerdir.

Kıbrıs’ın kuzeyinde ise kamu sektörü, bu “emek gücünün değersizleştirilmesi” önünde, çalışanlar açısından 2011 yılına kadar hep bir “tampon” görevi görmüştür. Kamu sektöründe çalışanlar, görece refah seviyesindeki maaş ve haklara sahip olmuşlardır. Özel sektör çalışanları da, korkunç çalışma koşullarına rağmen kamuya girip bir refaha ulaşma ümidine her zaman sahip olmuşlar; kamuya geçemeseler bile, kamudaki hakların ve ücretlerin cazibesi karşısında kendi çalışanlarını şirkette tutabilmek adına, özel sektör patronlarının yer yer sunmak durumunda kaldığı iyileştirmelerden faydalanmışlardır. Ne yazıktır ki, özel sektör patronları, bu sunmak zorunda kaldıkları iyileştirmelerin intikamını, kölelik koşullarında çalıştırdıkları yabancı -ve çoğu zaman da kayıtdışı- işgücünden almışlardır. Ancak Göç Yasası ile birlikte, hem 2011 sonrası kamu çalışanları bu görece refahtan mahrum kalmışlar hem de özel sektör patronları, kamunun bir cazibe merkezi olma özelliğini eskiye kıyasla yitirmesi nedeniyle, özel sektör çalışanları üzerinde eskiden uygulamaya koymak baskısını hissettikleri basit iyileştirmeleri bile yapmak zorunda hissetmemeye ya da çok daha az hissetmeye başlamışlardır. İşte bu uygulamaya “Göç” Yasası denmesinin sebebi tam da budur. Patronların ve gerek sağdan gerek ‘sol’dan patron partilerinin sözcülerinin “Göç Yasası’ndan şikayet edenler ikiyüzlülük yapıyor, asıl zulmü çeken özel sektör çalışanları, asıl onların hakları aransın” çarpıtmalarının gözlerden sakladığı şey şudur: Kamuda maaşlar ve haklar geriledikçe bu, doğrudan özel sektöre de geriletici bir biçimde yansıyacak ve -kamuda personel sayılarında azaltılmalara gidilmesiyle birlikte- kamuya girme umudunu iyice yitirmiş özel sektör çalışanları kendi işyerlerinde de haklarının, maaşlarının iyileşme şansını kaybettiğini görecekler böylece göçü de daha çok düşünecekler. Şu anda olmakta olan, tam da budur.

Kamuda örgütlü sendikalar, Göç Yasası’na karşı mücadele vermekte ancak bu mücadelenin perspektifini dar tutarak, kitleselleştirmek için gereken araçları yaratamamaktadır. Sadece bu yasadan mağdur olanları değil esnafından özel sektör çalışanına eski kamu emekçisinden yeni kamu emekçisine kadar tüm halkı etkileyen Göç Yasası’na karşı, birleştirici, topyekün bir mücadelenin yükseltilmesi gerekmektedir.

Kıbrıslı Türk halkı, tarihi boyunca, göç olgusunun yasını, gerek siyasi gerek ekonomik anlamda hep sırtında bir yük olarak taşımıştır. Bu yüke eklenen en son ağırlık da, Göç Yasası’dır. Trajik bir “göçmenlik” tarihinin ağırlığı ve yası altından kalkıp her şeye rağmen varoluş mücadelesini sürdüren Kıbrıslı Türkler, Göç Yasası’nın yasının miskinliğini de üzerinden atıp, kendi varoluşuna karşı tehdit oluşturan “iç mihraklara”, yani Kıbrıslı Türk egemen sınıfına karşı da, tarihte hep yaptığı gibi, “var olarak” cevap verecektir.

Zafer, direnen emekçilerindir!