Baraka Aktivisti Mustafa Batak’ın Kedistan’da Yayınlanan Röportajı: “Örülecek Mücadele Halkın Nabzından Kopuk Olmamalı”

Baraka Kültür Merkezi aktivisti Mustafa Batak’ın  Kedistan.com ile yaptığı söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

kibris-baraka-kultur-merkezi

 

Sadık: Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Mustafa: Baraka, 15 yılı aşkın süredir faaliyet yürüten demokratik taban örgütlenmesidir. Sisteme karşı ördüğü mücadelede, alan mücadelesine inanır ve bu bağlamda yığınak yapmayı görev bildiği kültürel alanı toplumsal yaşamdan ayırmaz. Örgütlü ve ideolojik bütünlük içerisinde sosyalizmi sahiplenen bir yol çizer… Bu yolda başka bir kültür mümkün diyerek, tiyatro, müzik, film, belgesel, sinema, kitap vb. üretimlerini Kıbrıslı Türk toplumunun yaşayış biçimine göre organize eder ve Kıbrıslı Türk halkının sosyo-ekonomik koşullarını tahlil edip bu çerçevede toplumu dönüştürecek devrimci bir hat çizmeye çalışır… Bu nedenle sahneye konan tiyatrodan, eylem, etkinlik ve mitinglerde yer alan müzik grubuna, sinema anlayışından, film atölyesine, okuma tartışma grubundan, yayımladığı kitap ve dergisine kadar tüm üretimleri politiktir, emekten, sosyalist feminizmden, ekolojiden, özgürlük, eşitlik ve barıştan yana taraftır.

Sadık: Kıbrıs’taki demokrasi ve bağımsızlık mücadelesi hangi dinamiklere dayanıyor?

Mustafa: Bağımsızlık mücadelesi, baskı, ambargo veya Kıbrıs özelinde işgal altında yer alan halkların özgürlük ve kendi ayaklarının üzerinde durma arzusunun somut karşılığıdır. Bugün Kıbrıs’ın kuzeyi ‘‘bağımsız’’ görünse de gerçekte, askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel olarak bağımlıdır. Benzer durumun Troyka aracılığıyla Kıbrıs’ın güneyinde de yer aldığını düşünecek olursak, ada genelinde demokratik bir anlayıştan söz edemeyeceğimizi, bunun aksine bu küçük ada içerisinde emir-komuta zinciri içerisinde yer alan bir cendere içerisine sıkıştırıldığımızı söyleyebiliriz… Bu noktada öncelikle, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen halkı ayrı ayrı kendi işbirlikçi egemenlerine ve işgalcilerine karşı demokratik talepler yükseltmeli ve mücadele vermelidir. Ve belki de en önemlisi adada yaşayan halklar bütünleşerek bu mücadeleyi örmelidir. Salt Kıbrıslı Türkler veya Kıbrıslı Elenlere ait bir mücadele düşünmek yerine, adada yaşayan azınlık ve göçmen halkların da yer alacağı süreçler elzem ve gereklidir. Geleceğini Kıbrıs’ta görüp adada yaşamayı hedef koyan insanların ortaklaştığı bir süreç dinamitin fitilini yakmayı kolaylaştıracak ve yürünecek yolu rahatlatacaktır. Bir diğer önemli görev de halka önderlik edecek yapılara düşüyor. Örülecek mücadele, ne halkın nabzından ayrı ne de ilerici yapıların vereceği yönden kopuk olmalıdır. İçerisinden geçtiğimiz şu günlerde kitleleri harekete geçirip onları demokratik talepler doğrultusunda mobilize edebilecek herhangi bir hareketin olmayışı da süreçleri çıkmaza sevk etmektedir. Bu nedenle bugün kitlelerin yön vereceği süreçlerden çok egemenlerin yön verdiği süreçleri konuşup onların çizdiği parametreler çerçevesinde hareket etmekteyiz.

 

Sadık: Federasyon projesi nasıl oluştu ve bu projeye Kıbrıs’ın güneyinde kalanların yaklaşımı nedir?

Mustafa: Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen liderlerinin gelinen noktada federasyon teziyle birlikte 2 bölgeli ve 2 halkın kendi bölgesinde çoğunlukta olup, kendi idaresini kendisinin yapacağı bir çözüme doğru ilerlemesi yeni bir mevzu değil. Yıllardır süren görüşmelerde tartışılan ve son dönemde mutabık kalınan başlıklardan bir tanesi de federasyon projesidir. Bu projeyle ilgili sıkça manipülasyonlar ortaya atılıyor. Hali hazırda şeffaf olmayan, halkın bilgi edinmekte güçlük çektiği görüşmeler giderek daha da bulanıklaştırıyor… Bu manipülasyonlara Kıbrıslı Elenlerin federasyon projesine yaklaşımını da ekleyebiliriz. Bu yaklaşım her ne olursa olsun bunu görebilmek ve varsa sorunu giderebilmek adına halkların gelinen noktayla ilgili bilgi alması ve halka yön veren ilerici yapıların halkların temas kurması adına çaba sarf etmesi gerekmektedir. Kıbrıs’ta milliyetçiliğin 2 ana odağı TMT ve EOKA bağlantılı o tandanstan zihniyetlerin hala var olduğu ve bu çevrelerin çözümsüzlük adına el pençe divan çalıştığı su götürmez bir gerçektir. Bu çevrelerin Kıbrıs’ın güneyinde federasyon tezi dahil ortaya atılan hemen her öneri ve teze itiraz edecekleri ortadadır. Ancak bizler milliyetçi çevrelerin çıkardığı seslere odaklanmamalıyız. Çünkü faşizmin milliyeti yoktur ve her yerde aynıdır. Odaklanmamız gereken gerçek, bağımsız halkları kardeş Kıbrıs için çalışmak, halkları bir araya getirmenin araçlarını yaratmak ve hayal ettiğimiz barışı kardeşleşerek kurmak olmalıdır.

kibris-ozgur-irade

 

Sadık: CTP-BG’nin bu süreçteki rolü nedir? “Federal modelle ilgili söylemlerin pratikteki yansıması Asım Akansoy’un açıklamaları ile ne kadar örtüşüyor?”

Mustafa: CTP’nin kurumsal olarak çözüm ve barışı desteklemediğini söyleyemeyiz. Ancak özellikle son yıllarda somut bir adım atıp, yol aldığını da gözlemlemedik. Şu anki pozisyonu çözüm ve barış sürecine mesafeli durmak ile Ankara’nın talepleri arasında gidip geliyor. Geçtiğimiz hafta güneyle kurulan temas ve AKEL ile yapılan görüşmeler çözüm adına atılan bir adımdan çok, ‘‘dostlar alış-verişte görsün’’ misali ziyaretten öte değildi…

Son dönemde ki açıklamalarıyla Akansoy özelinde konuyu ele almak yerine; CTP’den yapılan açıklamalara odaklanmak daha makul olacaktır. CTP içerisinde gruplaşmalar olduğu ortada. Bir grup merkez solda dururken diğer grup mevcut sermaye yanlısı sağ statükonun devamından yana… Bu ayrımı hemen her konuda gördüğümüz gibi çözüm ve barış sürecine ilişkin açıklamalarda da görebiliriz. Bunun son örneği meclis başkanı Sibel Siber’in toprak konusuyla ortaya attığı iddiadır. Bu iddia ile sermayenin yüreğine su serpen CTP, sağ kanadına cevap gecikmemişti. İddianın asılsızlığını savunup ispatlayanlar arasında CTP merkez sol kanadı da vardı… Bu gruplaşmaların var olduğunu söylemek önemli ve gerekli olmakla birlikte CTP’nin ortak bir söz üretememesi sadece parti içerisinde yer alan gruplaşmalarla açıklanamayacağı da aşikârdır. Ortamın farklı söylemlerle bulanıklaşması aynı zamanda ‘‘taktiksel’’ de bir hedeftir. Olası çözüm ve barış durumunda buna destek veren açıklamalarını ve görüşme heyetinde yer alan temsilcisini işaret etmek hedeflenirken, çözüm sürecinin tıkanması halinde bunun aksini işaret eden açıklamalar ayyuka çıkarılacaktır. Muhalefette yer alan CTP ile hükümette yer alan CTP ne kadar süratli renk değiştirebiliyorsa çözüm ve barış sürecinde o kadar hızlı değiştirmektedir.

kibris-boru-hatti

Sadık: ‘‘Asrın Projesi” olarak geçen Türkiye’den borularla su getirme projesi ne anlama geliyor?

Mustafa: Bu proje entegrasyondan da öte vilayetleştirme anlamı geliyor. Gelen suyun yarattığı ekolojik yıkımın yanında metalaştırılıp Kıbrıslı Türklere satılması kabul edilebilir değildir. Bizler Baraka Kültür Merkezi olarak Türkiye’den borularla su getirileceğini 2012 yılında duymuş ve ta o günlerde eylem koyup tavrımızı göstermiştik. Çünkü biliyorduk ki; ülkemizi kumarhane cennetine çevirip, neo-liberal yıkım paketleri gönderen TC, bu suyu bizim ‘‘yüzümüz suyu hürmetine’’ değil satmaya gönderiyor. En temel insan hakkı olan suyun özelleştirilip satılıyor olması bir kenarda dursun, boruların KKTC sınırları içerisinde geçtiği yerler ve dolduğu Geçitköy barajının dahi TC’nin mülkiyetine geçip KKTC toprakları kullanılarak üçüncü ülkelere su satılabilecek bir zemin hazırlanması ada halklarının varlığını ve iradesini yok saymaktır. Bu proje Kıbrıslı Türkleri yok sayıp, onların varlığını görmezden gelmek, sırtından suyu satarak kazanç elde etmek ve belki de en önemlisi adada yer alan çözümsüzlüğü daha da belirginleştirmek anlamını taşıyor.

kibris-baraka-su-eylemi

Sadık: Ekoloji eksenli oluşumların pozisyonu nedir?

Mustafa: Birçok yapı gibi ekoloji eksenli örgütler de bu projeye karşı çıktı. Bu örgütler içerisinde ekoloji mücadelesini sahiplenen Baraka Kültür Merkeziyle birlikte, Biyologlar Derneği ve Yeşil Barış Hareketi gibi yapılar da vardı. Sürecin genelinde benzer sözler söylenerek, Türkiye’den gelecek suyun doğal yaşam içerisinde yaratacağı tahribatı kesin bir dille eleştiriyordu. Su ekolojik sistemin bir parçasıdır ve yatağı deniyor ve taşıma suyla değirmenin dönmeyeceği deyimiyle yola çıkıp, getirilecek suyun yaratacağı doğal felaket ele alınıyordu. Ayrıca Akdeniz kıyısında yer alan Anamur’da 4 köyün sular altında kalıyor oluşunu eleştirirken, bölgede yaşayan insanların evlerinden, bahçe ve sokaklarından bir daha geri dönmemek üzere koparılıyor oluşu da dillendirildi. Boruların ömrünü (50 yıl) tamamlamasının ardından deniz altında yaşayan canlıların doğal yaşamını etkilemesi ve projenin yapımı esnasında kesilen ağaçlar, dağlardan koparılan taşlar ve açılan yollarla doğal yaşama yapılan müdahale eleştirilip süreç içerisinde protesto edildi.

kibris-baraka-ask-toprak-ozgurluk

Sadık: Baraka Kültür merkezi bünyesinde gerçeklesen aktiviteler ve Kıbrıs demokratik muhalefetine katkıları nedir?

Mustafa: Öncelikle yaşam içinde bizim için anlamlı olan, üretmek, tartışmak ve toplumu, yaşamı, doğayı ama en başta da kendi hayatlarımızı ve Kıbrıs’ı dönüştürmektir. Bu bağlamdan yola çıkacak olursak sahneye konan tiyatrodan, müziğe, beyaz perdeye yansıtılan filmden, film atölye çalışmalarına, yayımlanan kitap ve dergiden, üretilen söz ve sokakta koyulan eyleme kadar her noktada sözümüzü söylemekten çekinmedik adil ve şeffaf eleştiriye açık olmayı hedefledik. Aldığımız dönütler ve sözümüzün gündeme dair belirleyici unsur olması Kıbrıslı Türk solu veya daha geniş bir yelpazeyle demokrat çevrelerce kabul görüyor olması, örülen mücadelede çorbada bizim de tuzumuzun olduğunu göstermektedir. Oluşturmayı arzuladığımız kültürün insanlarca karşılık bulması bizi sevindirdiği kadar sorumluluğumuzu da artırmaktadır.

Sadık: Antikapitalizm ve anti militarizm ve buna bağlı olarak vicdanî ret konusu Kıbrıs’ta ne kadar bir gerçeklik oluşturuyor?

Mustafa: Baraka anti-kapitalisttir ve kapitalizmin sadece insanların değil bir bütün olarak ekosistemin, kültürümüzün ve değerlerimizin karşısında bir tehdit olduğunu savunur. Buna karşı örülecek mücadeleyi de sınıfsal zeminden kurgulayarak kendisini kapitalizmin karşısında konumlandırır. Geçmişte olduğu gibi bugün de, ezen ezilen ilişkisinin var olduğunu ve ezilen emekçilerin sadece niteliğinin değiştiğini, özde yaşanan sömürünün hem çalışanlar arasında hem de ekosistemde hala var olduğu söyler. Bu noktadan devam ederek; var olan sisteme karşı çıkmanın yolu ancak sınıfsal ve örgütlü olunursa gerçeklik gösterecektir.

Kapitalizm koşullarında ataerkil ve militarist anlayış vardır ve Barakacılar bu anlayışa karşıdır. Sisteme karşı koyacak araçlar yaratmanın gerekliliği de ortada olmakla birlikte bunun hangi araçlar olacağına dair kesin bir tavır ortaya koymak bizlere yanlış duyulmaktadır. Bu nedenle vicdanî ret meselesini bir hak olarak görüp kabul eder ve savunuruz. Herhangi bir odağa ilişkin vicdanî reddini açıklayan kişilerin yanında durur ve onlarla dayanışırız. Ancak bu yöntemi uygulamayız. Çünkü bizler başka bir dünya ve başka bir kültürü kurarken gerektiği takdirde silahlı mücadelen kaçmayacağız…

Sadık: Öğrenci hareketi ve son dönem “reddediyoruz “hareketi olarak öne çıkan oluşumları nasıl değerlendiriyorsun?

Mustafa: Bu ve benzeri hareketler olmalı ve desteklenmelidir. Hayatın her alanında yaşanan kıyımlar ve sistemin buna karşıkibris-ogrenci-eylemi-500x500 çıkacak aralığı ortadan kaldırma arzusu giderek görünür bir hal almışken, gençliğin biriken öfkesini sokağa taşıyıp isyan etmesi ilk olarak halkın ‘‘ölü toprağını’’ üzerinden atmasına sonrasında ise nihilist odaklara ders niteliğindeydi… Burada önemli olan bu süreçleri doğru tahlil edip, halkın öfkesini sonuç alacak noktalara kanalize etmek ve tek atımlık ayağa kalkışın yerine öfkeyi örgütlü bir noktaya çekebilmektir. Ancak bu sayede verilen mücadele anlamlı olur ve kazanım sağlanır.

 

Sadık: “Koordinasyon ofisi” ne karşı tepkiler ve ardındaki nedenlerine ilişkin neler söylemek istersin?

Mustafa: Koordinasyon ofisine karşı oluşan tepkiler ve bunun ardında yatan neden, Tayyip Erdoğan’ın ‘‘dindar nesil’’ isteğiyle paraleldir. Ülkesinin gençlerine sosyal, kültürel anlamda baskıcı, dindar ve gerici müfredatlarla bilim dışı muameleyi reva gören AKP, Kıbrıs’a da el atmaya kalktı. İlk olarak CTP-DP hükümeti Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan koordinasyon ofisi, Reddediyoruz Platformu’nun gösterdiği muhalefet ile o dönem Meclis’e gönderilmedi. 2 yıl sonra UBP-DP döneminde meclise taşınan konu, bu kez daha da büyük bir tepki ile karşılaştı. Sokağa çıkıp kurulacak ofisi reddeden gençliğin kararlılığı, biriken öfkenin dışa vurumuydu aslıda… Kıbrıslı Türk gençliğinin, dansına, sporuna, sanatına ve yaşam tarzına yapılacak müdahaleye karşı çıkmaktaki kararlılığı görüldü. Kıbrıslı Türk halkının yüzyıllardır biriktirdiği değerlerini, işbirlikçi hükümetin eliyle AKP’ye teslim etmek, ‘‘siz kendi iç organizasyonunuzu yapamıyorsunuz, sizi biz koordine ederiz’’ demek, işbirlikçi hükümetin kendi halkına yeni bir hakaretiydi. Cevaplarını binlerce genç sokakta verdi.

Sadık: Barbaros Şansal olayı ve sonrasındaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsun?

Mustafa: Barbaros Şansal bir süredir Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşamayı tercih etmiş ancak ülkesinden kopmayarak yaşanan sorunlara sosyal medya aracılığıyla tepki göstermişti. Fitili ateşleyen videoda sarf ettiği sözlerin çarpıtıldığı ve bunun algı yönetimiyle linç kampanyası haline dönüştüğünü gördük. Anlaşılan o ki, Ankara’dan verilen talimatla bir gecede alınan karar neticesinde sınır dışı edilen Şansal’ın havalimanında darp edilmesi tesadüf değil bilakis planlı idi. KKTC tarihinde görülmeyen kararla sınır dışı edilmesi, Ankara’ya karşı koşulsuz şartsız biat eden hükümetin varlığını bir kez daha ortaya koydu.

 

*Bu röportaj ilk olarak kedistan.com adlı sitede yayınlanmıştır.