Şeyh Bedreddin, Nazım ve Destansı Sanatçı Anlayışı – Tahsin Oygar

Bu yazı bir Şeyh Bedreddin araştırması değil; bir sanatçının kendi ideolojik fikirlerine paralel bir zeminde ezilenden yana bir sanat eseri ortaya çıkarmasının ne kadar zor olduğu ile ilgilidir. Şeyh Bedreddin tahminlere göre 1359 yılında Simavna kadısının oğlu, aristokrat ve varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. En iyi medreselerde eğitim alan Bedreddin, eğitimine dönemin Harvard’ı gibi görülen Kahire’de devam eder, çok önemli bilgin ve ulemalar ile çalışır. Örneğin İbni Haldun ve Hüseyin Ahlati. Buradaki yıllarında tasavvuf ve derviş hayatını öğrenir. Özellikle Hüseyin Ahlati’nin “Bir lokma bir hırka” anlayışından çok etkilenir. Kısa sürede Mısır padişahının oğluna muallimlik yapmaya başlar. Böylece Bedreddin saraydaki lüks ile halkın çektiği yokluğun çelişkisini yakından gözlemler ve bundan etkilenir. Daha sonra tüm mal varlığından vazgeçerek Kahire’den Edirne’ye on yıl sürecek bir yolculuğa çıkar. Aristokrasiye sırtını dönmüş, kendi sınıfına ihanet etmiştir. Ulemalığın getirdiği tüm ayrıcalıkları reddederek derviş hayatına geçmiştir. Dönemin tabiri caiz ise hippileri sayılabilecek kalenderiler (mala mülke önem vermeyen hatta çalışmaya bile karşı çıkan) hemen ona katılırlar sonra da torlakların (yerleşik hayata karşı çıkan, göçebeliğin yaşam tarzı olduğunu kabul edenler) katılımıyla ünü, şöhreti büyüyen Şeyh Bedreddin uzun bir yolculukla Edirne’ye gelir. Burada Musa Çelebi tarafından kazasker (Yüksek mahkeme başkanı gibi bir şey) olarak atanır. Börklüce Mustafa ile birlikte mal ortaklığı, ‘yar yanağından gayrı’ her şeyin ortaklaşıldığı, eşitlikçi, dervişan bir yerel yönetim anlayışını benimserler. Paşaların, beylerin topraklarını köylüye dağıtırlar. Fikirleri ve yaptıkları büyük bir hızla yayılır. Torlak Kemal’in de katıldığı bir dizi isyan başlatırlar. Osmanlı iki başarısız bastırma girişiminden sonra isyanı bastırır. Ve sonuçta hepsi öldürülür.

İsyanın gerçekleştiği dönemin tarihsel arka planına kısa bir bakış

İsyanın yaklaşık 1416’da başladığını biliyoruz. Bu döneme gelirken, Osmanlı, beyliklerden oluşan bir yapıdan imparatorluğa dönüşmeye,  devletin yapısını daha da bir merkezileştirip, vergi sistemini güçlendirmeye çalışıyordu. Anadolu’daki bağımsız beylikler bu durumdan rahatsızdı. Köylünün yaşamı ağır vergiler altında çekilmez bir hâl alıyordu.  Genelde 1320’den 1402’ye kadar Osmanlı’nın kuruluş devri diye adlandırılır. 1402’den 1413’e kadar da ünlü fetret devrinden bahsedilir. Fetret kısaca iki padişah arasında padişahsız geçen süre demektir. Ankara Savaşı’nda Osmanlı padişahı Yıldırım Beyazıt 1402’de Moğol imparatoru Timur’a yenilip esir düşer ve ölür. Timur da Beyazıt’ın oğulları Musa Çelebi ve Mehmet Çelebi’yi affedip onlara egemen olacakları küçük beylikler verir. İşte Musa Çelebi kendi yönetiminde bulunan bu bölgede Şeyh Bedreddin’e kazaskerlik verir. 1413’te Mehmet Çelebi, Musa Çelebi’yi öldürtür ve Şeyh Bedreddin’i sürgüne yollar.

Nazım Hikmet’in ilhamı ve destansı sanatçı anlayışı

Nazım’ın, 1934’te hapishanede yazmaya başladığı destan 1936’da yayımlamış. Bu eserin ilham kaynaklarından birini; “Nâzım Hikmet’in Bedreddin yorumuna büyük ölçüde kaynak olduğunu sandığım bir yapıttan, Engels’in Almanya’da Köylü Savaşları adlı kitabından…”  diyen Nedim Gürsel’den öğreniyoruz(1977). 16.yy Almanya’sını altüst eden köylü ayaklanması ve Tomas Munzer’in, bir köylü devrimcinin bu uğurda hayatını kaybetmesini, Nazım, Engels’ten okur. Şeyh Bedreddin Destanı’nın hayat bulmasını sağlayan ikinci ilhamını ise Nazım, eserin başlangıcında yararlandığı kaynakları – ki o dönemin, araştırma, kaynağa ulaşma konusundaki sıkıntılarını tahmin edersiniz- masalsı bir şekilde aktararak “bu ilâhiyat fakültesi müderrisinin sülüs yazısından, kamış kaleminden, dividinden ve rıhından bedreddinimi kurtarmak lâzım” diyerek bizimle paylaşır. Nazım’ın bu destanı yazması gerçekten büyük bir cesaret örneğidir. Çünkü o zamana kadar bilinen resmi Osmanlı tarihi anlayışı Şeyh Bedreddin’i ya görmezden gelmiş ya da çarpıtmıştır. 1930’lardaki Türkiye’nin sosyalist, sol ve ilerici tayfalarında ise iki eğilim öne çıkmaktadır: Biri “dini ve gerici” bir kişiliğe bulaşmama, diğeri ise isyanı, üretici güçlerin, toplumsal sınıfların ve iş bölümünün oluşmadan yapılan erken bir devrimci girişim olarak görmesi idi. Ama Nazım konfor alanında kalıp kariyerine sadece aşk şiirleri yazarak devam etmedi ve tüm riskleri göze alıp bir destan yazdı. Sanatı ile hem egemenlere hem de muhafazakâr sola direnerek Şeyh Bedreddin Destanı’nın bugünkü anlamıyla özgül, dinsel-ideolojik niteliği olan bir sınıf savaşımı olarak anılmasını ve sahiplenilmesini sağladı.

 “Şimdi ben bu satırları yazarken, ‘Vay, kafasıyla yüreğini ayırıyor; vay tarihsel, sosyal, ekonomik şartları kafam kabul eder amma, yüreğim yine yanar diyor. Vay, vay, Marksiste bakın!’ gibi laflar edecek olan bazı ‘sol’ geçinen delikanlıları düşünüyorum. (…) Ve şimdi eğer böyle bir istidrad yapıyorsam bu o çeşit delikanlılar için değil. Marksizmi yeni okumaya başlamış, sol züppeliğinden uzak olanlar içindir. Paris Komuna’sının devrileceğini, bu devrilişin bütün tarihî, sosyal, ekonomik şartlarını önceden bilen Marks’ın yüreğinden Komuna’nın büyük ölüleri bir ‘ıstırap şarkısı’ gibi geçmemişler midir? Ve Komuna öldü, yaşasın Komuna! diye bağıranların sesinde bir damla olsun acılık yok muydu?” Nazım Hikmet Ran

 

Kaynaklar

https://bit.ly/3Amwspg

https://bit.ly/3y63ZkG

https://bit.ly/3OXLbuN

https://bit.ly/3bGYod1

https://bit.ly/3yb7Rkp

https://bit.ly/3y64iMm

https://bit.ly/3Ox8sE1

https://bit.ly/3OCBMsP

Seyh-Bedreddin