Birlikte Özgür Olacağız – Pınar Piro

17 Mayıs Uuslararası Homofobi, Transfobi ve Bifobi Karşıtlığı gününde bir kez daha, gerçek özgürlüğe kavuşana dek her yıl olacağı gibi, “Birlikte Özgürüz” sloganı ile bir yürüyüş düzenlendi. Kişinin cinsel yönelim özgürlüğüne yürekten inanan ve bu özgürlüğe engel olunmasına karşı duran insanlar, gökkuşağı bayrağını alıp sokağa indi. Yürüyüş boyunca ayrımcılığa, ötekileştirmeye ve nefret söylemlerine karşı sloganlar atıldı, şarkılar söylendi. Kendine göre normal olmayanı hor gören her düşünceye karşı, renkliliğin ve farklılıkların zenginlik olduğu bir kez daha gösterilmeye çalışıldı.

Peki bu görüşte olan herkes orada mıydı? Muhtemelen hayır… Daha doğrusu, başka eylemlerde görülen ayrımcılık karşıtı herkes orada mıydı? Hayır.

Peki ya, bu eylemde gördüğümüz, ayrımcılıkla hergün yüzleşen kişileri yılın başka zamanlarında toplumsal konularda düzenlenen eylemlerde görüyor muyuz? Hayır, büyük bir çoğunluğunu göremiyoruz.

İşte bu iki “hayır” cevabı “evet” olmadığı için mücadele biraz zayıf kalabiliyor. Sınıf mücadelesi ile LGBTİ+ mücadelesi karşılıklı olarak birbirini desteklemediği omuz omuza yürütülmediği, “Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz” olamadığı sürece gücümüz hep eksik kalıyor, “Kurtuluş”a varamıyoruz.

Kim bu hepimiz?

Hepimiz; cinsiyeti, cinsel yönelimi, dini, dili, ırkı, yaşı fark etmeksizin ezilen sınıfta yer alan herkes. Sermaye tarafından sömürülen, kapitalist düzen tarafından ezilen, ataerkil sistem tarafından değersizleştirilen, hedef gösterilen, hakkı yenilen herkes… İşçiler, işsizler, yoksullar, azınlıklar, kadınlar, LGBTİ+ bireyler…  Ve çok açık ki, tüm bu kimlik farklılıkların ortaklaştığı nokta, hepsinin de aynı sınıfta yer alıp aynı dertten muzdarip olmaları.

Bu nedenle kimlik siyaseti değil, sınıf siyaseti

İnsanların mücadele geçmişlerine bakıldığında yiyecek yemek, içecek su, temel ihtiyaçların yanı sıra emeğinin karşılığı olanı almak için hareketlenmeler gerçekleştirildiği görülür. Bu toplumsal hareketler, sınıf çelişkilerinin daha net ve görünür olduğu dönemlerde işçi sınıfı tarafından gerçekleştirilmekteydi. Ancak toplumsal hareketlilik yıllar içerisinde cinsel kimliklere, dinsel görüşlere, kültürel değerlere göre ayrışmalar yaşamaya başladı. Eski işçi sınıfı hareketi değişerek ve gelişerek yer yer orta sınıf hareketine dönüştü. Doğrudan ekonomik taleplerin yanı sıra daha öznel talepler için de direnişler örgütlendi. Eşit ve adil yaşam koşulları için kadınlar sesini yükseltmeye başladı. Doğaya hükmetmeye çalışanlara karşı ekoloji mücadeleleri örüldü, hayvan hakları için örgütlenilip dilsiz canlılara ses olundu. İşte LGBTİ+ hareketleri de tıpkı diğer alan örgütleri gibi kendi öznel sorunlarını görünür kılmak ve cinsel yönelimleri veya kimlikleri nedeni ile karşı karşıya kaldıkları sorunları ortadan kaldırmak üzere kuruldu. Mücadele etmeye karar verildi, çünkü diğer insanlara “normal” gelmedikleri için, evde, okulda, işte, sokakta ötekileştirildiler, görmezden gelindiler, şiddete uğradılar ve hatta öldürüldüler.

Tek düşman var: Kapitalizm

Kapitalizm LGBTİ+’ları yok sayar, çünkü yarattığı sömürü düzeninde aile kutsaldır. Kutsaldır çünkü yeniden üretim için insanların çocuk (yeni çalışanlar) doğurması gerekmektedir.

LGBTİ+ hareketinin tüm talepleri son derece haklı; farklılıkları ile birlikte kimseden ayrıştırılmadan eşit hak ve özgürlük! Ancak diğer alan herektlerinden biraz daha zor bir örgütlülük. Çünkü en azıllı hak arayıcı devrimciler bile kıyafet seçimleri, konuşma tarzları, eğlence anlayışları farklı olan kişilerle aynı yolda buluşmakta zorlanıyorlar. Oysaki (yukarıda açıkladığımız) hepimizin ortak çıkarı ve amacı aynı: Ücretsiz sağlık ve eğitim, kamusal aşevi, eşit işe eşit ücret, insanca çalışma, ulaşım ve barınma hakkı, şiddetsiz ve sömürüsüz bir hayat… Tüm bunlar her bir insan için gerekli.

Elbetteki alan örgütlenmeleri de ortak mücadelenin bütünü içerisinde çok etkili bir hak arayış yöntemidir. Nasıl ki kadınların özgürleşmesinin önünü açmak, çocukları ihmal ve istismardan korumak için özel alan çalışmaları yapılıyorsa, cinsel kimlikleri veya yönelimleri nedeni ile ayrımcılığa uğrayan LGBTİ+ kişiler de alan mücadelesi vermeli ancak sadece kendi alanının sınırlarına hapsolmamalıdır. Günümüz LGBTİ+ hareketlerinin büyük bir kısmındaki eksiklik ise toplumsal mücadele içinde yeteri kadar yer almamalarıdır. Kimliksel sorunların yanı sıra, hatta belki de en çok sınıfsal sorunlarla mücadele etmek gereklidir. Çünkü toplumun geleceğini tehdit eden en büyük sorun kapitalist sistemin yarattığı ezen ezilen hiyerarşisi, sömürü düzeni, zayıflıkları fırsat bilip insanları ayrıştırarak geliştirilen kaos ortamıdır. Yani eşcinsel bir çalışan, patronu eşcinsel olsa da kapitalist sistemde ezilmeye ve sömürülmeye devam edecektir.

Bir diğer taraftan da günümüz LGBTİ+ hareketleri genelde eğitimli, orta sınıfta yaşam süren kişiler tarafından yürütülmekte, sorun ve çözüm tespitleri orta sınıfa odaklı olabilmektedir. Ancak ataerkil düzenin tutsağından kurtulamamış ya da yoksul kesimlere mensup LGBTİ+ bireylerin kendilerini “açığa” çıkarmaları çok da kolay değildir ve belki de özgürlük mücadelesi en çok onlar için yürünmesi gereken bir yoldur.

Tam da bu nedenle sınıf mücadelesi merkezi önemde olmalı, tüm alan mücadeleleri kendi özgün talepleriyle birlikte sınıf ortak keseninde buluşabilmelidir.

Kişisel özgürlüklerin yolunu açacak olan ancak toplumsal bir devrimdir. Sermaye değil emek kazandığı zaman, işte o zaman hep birlikte özgür olacağız. Bunun için de örgütlü kötülüğe karşı, sınıf çelişkilerini görünür kılarak, örgütlü mücadele etmek gerekmektedir.

 

pınar2 (1) pınar2 (2)