Kıbrıslı Türklerin Kökenleri: Kıbrıs Türklerinin Kıbrıslı Türklere Dönüşmesi – Ali Şahin

Kıbrıslı Türk halkı üzerinde Ankara eliyle kurulan baskılar gün geçtikçe artarken bu sürecin tepkisel bir ürünü olarak Kıbrıs’ın kuzeyinde ortaya çıkan Kıbrıs milliyetçiliği de hiç olmadığı kadar yükselmeye başladı. Bu milliyetçilik adanın kuzeyinde kendine has bir biçim alsa da adanın tümüne dair politik bir önerme yapıyor ve Kıbrıs’ın tek halkı olarak var olduğunu iddia ettiği Kıbrıslılığı, gündelik sohbetlerde ve tartışmalarda Kıbrıslı Elenlerin ve Kıbrıslı Türklerin “genetik birliği” üstünden şekillendirmeye kadar vardırabiliyor. Bu anlayış, adanın birleştirilmesini savunduğu için barışı savunan kimi kesimlere “şirin” gözükse de Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elenlerin genetik açıdan aynı kökeni paylaştığı ve tarihsel olarak da aynı süreçleri yaşadıkları düşüncesinin yanlışlığı ortadadır. Yüzyıllarca beraber yaşadığı için süreç içinde kültürel benzerlikleri ortaya çıkan ve zamanla ortaklaşan değerlere sahip olsalar da bugünün Kıbrıslı Elenlerini oluşturan Ortodoks cemaatin Kıbrıslı Türklere kıyasla Kıbrıs’taki geçmişlerinin çok daha eski olduğu malumdur. İlerleyen yüzyıllarda Kıbrıslı Türkleri ortaya çıkaracak süreç ise 1570’te başlayan ve 1571’de biten adanın Osmanlılar tarafından fethi ile başlamıştır. Adaya Anadolu’nun çeşitli yerlerinden yerleştirilen kesim ağırlıkla Türkmen Alevilerdir. Bu yerleştirme süreci çoğunlukla zorla olmuş Osmanlı İmparatorluğu ile sürekli bir gerilim halinde olan Türkmen Alevileri teşvik ve sürgünlerle adaya taşınmıştır. Dolayısıyla Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Elenlerin olumlu ve olumsuz ilişkileri barındıran ortak serüveni net bir şekilde 1571’den sonra başlamıştır. Halk olarak etnik kökenlerimiz büyük oranda bu Türkmen Alevilerinden gelmektedir. (1)

Öte yandan, her ne kadar milliyetçi okumalar halkları ve ulusları salt etnisite üzerinden ilişkilendirip bugüne ulaşan varlıklarını geçmişten değişmeden gelen bir insan grubu olarak tanımlasa da ulus ve ulusları yaratan halklar, kapitalist ilişkilerle ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte 19. yüzyıldan günümüze kadar farklı etnik grupların var ettiği ve zaman içerisinde çeşitli politik ortaklaşmalar ve gerilimlerle yeniden ve yeniden şekillenerek oluşan uluslar bunun bariz bir örneğidir. Ülkemiz Kıbrıs da kapitalizmin gelişmesiyle birlikte benzer bir süreci yaşamış fakat geleceğe ilişkin politika üreten kesimlerin uluslaşma sürecini milliyetçilikler üzerinden kurmaya çalışması adanın çözülememiş bir ulusal sorunla 20. yüzyılını tamamlayarak bugüne gelmesine sebep olmuştur. Dolayısıyla Kıbrıslı Türk halkının kökenlerini ararken bakılması gereken yer sadece adaya gelen ilk kuşakların Kıbrıslı Elenlerden farklı olarak nereden ve ne zaman adaya geldikleri değil, aynı zamanda bugünün Kıbrıslı Türklerini yaratan süreçlerdir de. Bu soruyu cevaplamadan ne bugünü anlamak ne de yarına ilişkin sağlıklı bir tahlil yapmak mümkün değildir.

Kıbrıs, 1878’de Sultan Abdülhamid tarafından İstanbul Antlaşması ile Birleşik Krallığa kiralanana kadar Rum Ortodokslarla Müslüman tebaaların beraber yaşadığı Osmanlı İmparatorluğu topraklarından biriydi ve ada el değiştirince iki cemaat için de farklı sosyo-ekonomik ve politik süreçler oluşmaya başladı. 1. Paylaşım savaşı ve Anadolu’da yaşanan milli mücadelenin ardından iki cemaat mübadele sonucu yer değiştirmiş ve Ortodokslar Yunanistan’a, Müslümanlar ise Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmışlardır. İki cemaatten de sınırlı sayıda nüfus yeni şekillenen Türkiye ve Yunanistan topraklarında azınlık olarak kalmaya başlamıştır. Bu gelişmeler yaşanırken Kıbrıs ise hem Yunanistan’dan hem de Türkiye’den farklı bir süreci yaşamış ve bir ilhak kararı ile resmen bir İngiliz kolonisi haline gelmiştir. Bu kolonileşmenin yarattığı yeni koşullar Ortodokslar içinde Elen ulusuyla birleşmeyi savunan farklı ekonomik sınıf katmanları yaratmış ve Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi gibi bir politik iddianın Ortodoksları günden güne Elenleştirdiği bir süreci beraberinde getirmiştir. Kıbrıslı Elen halkının ilk nüveleri böylece ortaya çıkarken bu sürece tepkisel olarak yükselen bir başka siyaset de Müslüman cemaati Türklük çizgisine taşımış ve iki farklı politik özlemi ve amacı olan kesim yaratmıştır. Dolayısıyla Kıbrıslı Türk halkının siyasal kökenleri kabaca İngiliz egemenliğinde Ortodokslar arasında yükselen Enosis karşısında oluştu. Bu süreç elbette ki böyle tek yönlü ve mutlak bir şekilde ilerlemedi. Kapitalist ilişkilerin Kıbrıs’ta yeni gelişmeye başladığı ve Kıbrıslı ulusunu var edebilecek önemli imkanların bulunduğu bir dönemde Kıbrıs Komünist Partisi dışında Kıbrıslılık gibi bir politik iddia sahibinin ortaya çıkamaması ve bu partinin de çeşitli sebeplerle iki cemaati birleştirecek bir güce erişememesi (hatta KKP’nin devamı olan AKEL’in dahi Enosis’i benimsemesi) sürecin Elen ve Türk milliyetçilikleri üstünde şekillenmesine sebep oldu. 

Siyasal köken vurgusu burada bilinçli olarak kullanılmıştır, çünkü bir topluluğun politik bir talepte bulunabilecek bir halk olduğu iddiası nihayetinde siyasal olarak onu ifade edebilecek bir politik örgütlenme ile somutlaşabilir. Yoksa bir halkın hangi kriterlere göre var olup olmadığı sorusu süreçlerden bağımsız ve her halk için eşit bir şekilde karşılanamaz kriterlere indirgenirdi. Bir ülkede etnik ya da inanç yönünden farklılık arz eden bir kesimin kendi kaderini tayin hakkı isteyen bir halk olabilmesi ne kadar nufüsa sahip olduğu ya da bütün içinde ne oranda ekonomik faaliyet yürüttüğü ile belirlenemez. Böyle bir anlayışla ulusal sorunların yaşandığı coğrafyalara dair sağlıklı cevaplar bulmak mümkün değildir. Tartışmayı berraklaştıran nokta ortaya çıkan politik bir iddianın varlığı ve bu iddianın arkasından giden yığınların olup olmadığıdır. Zaten sosyolojik, ekonomik ve politik şartların mümkün kılmadığı bir iddianın arkasında yürüyecek bir kitle bulması pek de mümkün değildir. Türkiye’de onlarca farklı etnik ve inanç grubu olduğu halde politik anlamda sadece Kürt sorununun gündeme gelmesi bahsettiğimiz noktaya dair bir örnektir. Aynı durum Kıbrıs içinde de Maronitler ve Ermeniler için de geçerlidir. Bu kesimler de asırlardır Kıbrıs’ta yaşamalarına rağmen Kıbrıs sorunu politik olarak sadece Kıbrıslı Elenler ve Kıbrıslı Türkler üzerinden şekillenmiştir. 

Kıbrıslı Türkleri oluşturan sürece geri dönersek 1974’e kadar coğrafik olarak sınırlı bir ayrılık yaşasalar da sosyolojik, ekonomik ve politik olarak farklılıklarını günden güne arttırarak “Türkler” ve “Elenler” şeklinde bir bölünmeyle birbirlerinden, “anavatanlarıyla” yaşadıkları gerilimlerle de Yunan ve Türk halklarından farklı politik çıkarlara ve yönelimlere sahip oldular. Kıbrıslı Türk halkı ile Türkiye egemenleri arasındaki gerilimler 50’li yıllardan itibaren başlamışsa da bilhassa 1974 sonrasında görünür olmuş ve Kıbrıslı Türk halkı olarak ayrı politik iddiası berraklaşmıştır. Kültürüne, iradesine ve ekonomisine yapılan Ankara müdahaleleri bu berraklaşma sürecini hızlandırmıştır. Öte yandan halk statik bir olgu değildir. Gerilimlerle de olsa yapısı sürekli bir devinim ve değişkenlik içerisindedir. Bu değişkenliğin seyrini her halkın kendine özgü süreçleri belirler. 20. yüzyılın ortalarından itibaren siyasal ifadesini bulan ve kökleri yavaş yavaş derinleşen Kıbrıslı Türk halkı, 1974 sonrası geldiği durumu ile de sabit kalmamış, bilhassa 1975’ten sonra adaya Türkiye’nin çeşitli yerlerinden taşınan nüfus ile bir başka ilişki içerisine girmiş ve karşılıklı ama aynı zamanda sancılı bir etkileşimin sonucu olarak bugünlere ulaşmıştır.

Kısacası asırlar öncesine dayanan kökenleriyle birlikte bugünün Kıbrıslı Türk halkını yaratan esas süreç Elen milliyetçiliği ve Türk milliyetçiliğine direnerek oluşmuştur. Özellikle Türk milliyetçiliğine karşı gelişen bahse konu direniş, büyük oranda parçalı ve politik olarak dağınık bir biçimde oluşsa da bugün halen sürmektedir. Bu direnişi büyütecek olan ise Kıbrıslı Türk halkı gerçeğini inkar etmeden Kıbrıslı Elenlerle kardeşlik temelinde kurulacak bir federasyon mücadelesini büyütmekten geçiyor. (2) Bu yüzden yıllar önce Özgürlük dergisi sayfalarında yapılan tespitin halen geçerli olduğunu söyleyerek son noktayı koymalıyız: “devletin sözcülüğünü üstlendiklerine kuşku duyulmayan bürokrat sözcüler, Kıbrıs Tük halkı gerçeğini reddetmekte, Kıbrıs Türkü’nün Anadolu’nun bir uzantısı olduğunu açıkça ilan etmektedir. Diyorlar ki, 1571’den bu yana Kıbrıs’a Anadolu’dan nüfus akışı hep süregelmiştir. Dolayısıyla bundan sonra da Anadolu’dan kuzeye nüfus akışının devam etmesinin doğallığı ortadadır. Aynı kafa Rum halkı için de benzer çarpıklığı göstermekte ve Kıbrıs Rumlarının Yunanistan’dan geldiği, Rumların sadece Yunanistan’ın uzantısı olduğu ifade edilmektedir… Bu konuyla ilgili tartışmayı sürdürmenin aslında yararı yoktur. Kıbrıs Türk halkının yutulmak istendiği gerçeği apaçık ortadadır. Egemenlik hakkını bir nebze olsun kullanamayan, görece bağımsızlığından dahi söz edilemeyen, doğrudan bir başka ülkenin nüfuzu altındaki bir halkın ‘akıbeti’ elbette ki kendi iradesi dışında yaşanacaktı. Bölünmüş ada koşullarını, Kıbrıs Türk halkının üretimden koparılmış olmasını, asalaklaştırılmasını, nüfusunun azlığını; değil Kıbrıs Türk halkını, herhangi bir halkı da yok edecek yeterlilikte nedenler olarak görmek gerekir. O halde Kıbrıs Türk halkının egemenlik hakkına sahip çıkmak ve bu hakkı kullanma mücadelesini örgütlemek tek seçenek olarak şekillenmektedir… Bir kara kader olarak yüzyılların içerisinden süzülerek şekillenen Kıbrıs Türk halkı gerçeğine sarılmak, bu karakteri savunmak ivedi görevdir.”(3)     

  1. Nazım Beratlı’nın Kıbrıslı Türklerin Kökeni ve Kıbrıs’ta Bektaşilik kitabından yararlanabilirsiniz.
  2. Ayrıntılı bilgi için Bağımsızlık Yolu Eğitim Sekreterliği tarafından yayınlanan Neden “Kıbrıslı Türk Halkı” Diyoruz? broşüründen de yararlanabilirsiniz.
  3.  Özgürlük Dergisi, Doğru Tavır, Eylül-Ekim, 1987