O hâlâ 17 yaşında – Aziz Güven

Türkiye’de yaşanan 12 Eylül faşist darbesi öncesinde bir askerin öldürüldüğü gerekçesiyle hakkında idam kararı verilip 13 Aralık 1980’de asılarak idam edilen bir devrimciydi Erdal Eren. 25 Eylül 1964’te Giresun’un Şebinkarahisar ilçesinde dünyaya gelen Eren, Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisiydi. Mahkûm olduğu ölüm cezasının infazı için henüz reşit olmayan yaşı faşist devlet tarafından bir gün içinde büyütülerek idam edildi.

Eren’i idam sehpasına götüren süreç, kendisiyle aynı gençlik derneği üyesi olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencilerinden Sinan Suner’in, 30 Ocak 1980 tarihinde dönemin Milliyetçi Hareket Partisi’ne mensup Devlet Bakanı Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürülmesi ile başlar. Erdal Eren, Suner’in öldürülmesini protesto etmek amacıyla 2 Şubat 1980 tarihinde gerçekleştirilen gösteride 23 kişi ile birlikte gözaltına alınır. Yapılan gösteri esnasında çıkan çatışmadan ölen Zekeriya Önge isimli askerin ölümünden sorumlu tutularak yargılanır; hakkında verilen idam kararı Yargıtay 3. Dairesi tarafından iki kez bozulmasına rağmen Milli Güvenlik Konseyi’nce onaylanır ve Eren, Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde infaz edilir.

Erdal Eren örgütlü mücadeleye inanan biriydi. İşçi grevlerinin, halk direnişlerinin, gençlik hareketinin yükseldiği bir dönemde tarafsız kalmamış; bağımsızlıktan, demokrasiden ve sosyalist mücadeleden yana saf tutmuştur. Bir genç olarak disiplinli duruşu ile birçok eylemin titizlikle örgütlenmesinde ve genel olarak toplumsal hareket içerisinde sorumluluk almaktan kaçınmayıp, devrimci düşüncesini devrimci bir pratikle birleştirebilmiştir. Erdal Eren, faşizme karşı mücadelede kararlı, halka ve devrime inancı tam bir yurtseverdi. Yazmış olduğu son mektubunda “Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum…” diyerek halka ve devrime olan inancını göstermiştir. Faşist düzen tarafından yargılanırken yapmış olduğu savunmasında ise “Bugün beni ve devrimcileri yargılayabilir, ölüm cezası verebilirsiniz; fakat bu ilelebet sürmeyecektir. Bir gün halk mutlaka iktidar olacak ve eski düzeni yargılayacaktır. İşte o zaman doğru karar verilecektir.” diyerek faşizmi adeta kendisi yargılamıştır. Ölümünün üzerinden neredeyse 43 sene geçmiş olan Eren, 12 Eylül dönemine damga vuran “Asmayalım da besleyelim mi?” politikasının kurbanı olmuştur. Ancak O, kendisine reva görülen kısacık yaşamında hiçbir zaman mücadeleden geri durmayarak, sahip olduğu mücadele azminin kendisine kattıkları ile devrim ve sosyalizm mücadelesine ışık olmaya devam etmektedir.

Erdal Eren’den bahsederken idam cezası olgusuna değinmemek şüphesiz ki olmaz. Türkiye’de idam cezası, uygulanma kapsamı aşamalı olarak daraltıldıktan sonra 2004 yılında tamamen kaldırılmış olsa da günümüze değin belli aralıklarla ülkenin tartışma gündemine gelmeye devam etmekte. Özellikle cinayet, çocuk istismarı, tecavüz suçları gibi halkta çok büyük infial uyandırabilecek olaylar yaşandığında, suçların faillerine yönelik olarak olayların mağdurlarından tutun da geniş kesimlere kadar toplumsal olarak hissedilen öfke hali, idam cezasının yeniden uygulanması taleplerinin dillendirilmesine sebep olmaktadır; ‘hiç değilse, yüreğimizi yakan ateşe bir nebze de olsa su serpebilmek adına’… Oysa şunu asla gözden kaçırmamak gerekir ki hissedilen öfke duygusu haklı dahi olsa, buna dayanılarak talep edilen ölüm cezaları, murat edilenden ziyade, kapsamı egemenlerce rahatlıkla genişletilebilecek ve yaşadığı coğrafyayı daha adil, daha sömürüsüz, daha demokratik ve daha özgür bir yer yapma mücadelesi verenlere karşı kullanılacak bir silah haline dönüşecektir. Tıpkı bir gecede yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren gibi…