“EV” OYUNU ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME – Nazen Şansal

Argasdi’nin “Göç” dosya konulu 44. sayısıdan bir oyun değerlendrimesi…

ev-nazen-gorselLefkoşa Belediye Tiyatrosu sahnesinde bir “Ev”… Evde, kötü hava şartları sebebiyle bir günü ve geceyi birlikte geçirmek zorunda kalan, farklı göç hikayeleri ile yoğrulmuş, yorulmuş beş kadın… Bu kadınlar arasında yaşanan gerilimler, duygudaşlıklar, düşmanlıklar, benzerlikler… Kadınların birinin savaştan önce, diğerinin savaştan sonra, aynı evle kurduğu bağ, anılar, yaşanmışlıklar, eksik kalışlar… Aliye Ummanel’in yazıp yönettiği, Belediye Tiyatrosu’nun her kuşaktan, birbirinden yetenekli oyuncularının rol aldığı “Ev” oyunu, ülkemizde geçtiğine dair özel bir vurgu yapılmasa da Kıbrıs’ın yakın tarihindeki savaş, göç, mülkiyet gibi konuları ele almakta. Ve bunu yaparken hepimizin ailesinden, çevresinden tanıdık gelebilecek, belki de kendimizden bir parçayı sahnede görebileceğimiz karakterlerle, kulağımızda yer etmiş diyaloglarla seyirciyi buluşturmakta. Sahne tasarımının detaycı ama yalın oluşuyla, oyuncuların başarılı performansıyla birleşen ve her dünya görüşünden insanın etkileneceği savaş ve göçün yarattığı travmaları işleyen kadın hikayeleri, duygu dünyamıza derinden nüfuz ediyor. Düşünce dünyamızı ise “Ev”in nostaljik atmosferinden çıkıp da evimize gittikten sonra dürtüyor, harekete geçiriyor.

Yakın geçmişinde savaşı tüm acılarıyla yaşamış ve bugün barışı inşa etmeye çalışan bir halkın, politikayla olduğu kadar (hatta belki de politikanın yapamadığı şekilde), tiyatroyla da geçmişiyle yüzleşmesinin, yeniyi dostlukla kurabilmek adına eski düşmanlıklarla hesaplaşmasının olumlu yanları su götürmez elbette…Halkların birbirine kırdırılmasının, komşuların kardeşçe yaşarken birbirine silah çekmesinin siyasi sebeplerini doğru kavramanın yanı sıra, duygu belleğimizdeki izlerini de sağaltmanın estetik araçları yaratılmalı, toplumla buluşturulmalı. Ancak bunu yaparken, tiyatronun en önemli amacı ve Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun alşıla gelmiş misyonu olan,topluma ayna tutmak,onu gerçekle yüzleştirmek, kendisine ve toplumuna eleştirel bakmasını sağlayarak seyirciyi ileriye taşımak boyutu da göz ardı edilmemeli.

“Ev” oyunu, Kıbrıs sorununun egemenlere göre en önemli açmazlarından birine; mülkiyet konusuna farklı bir perspektifle değiniyor. “Bu ev kimin?” sorusu yerine “Kim bu evin?” sorusunun cevabını arıyor. Seyircinin bu soruya verdiği cevaplar,bir anlamda ezber bozuyor.Uluslararası hukuk normlarına ya da politik görüşe göre sabit değil,oyun boyunca kadınların anlattığı anıların yarattığı duygulanımlara göre değişken olabiliyor. Ama yine de oyun, yıllardır masada çözülemeyen mülkiyet sorununa, barışın ve kardeşçe yaşamak isteyen halkların alternatif cevabını aramıyor.Sıradan insanların, savaş ve göç koşullarında barınma amaçlı yerleştikleri ve muhtemelen kendilerinin de arzu etmediği bir yaşamı kurmak zorunda kaldıkları evlerin aidiyeti konu ediliyor. Oysa ganimetten beslenen ve elindekini kaybetmemek için milliyetçilik maskesiyle gezinen egemen kesimlerin, mevcut mülkiyet durumundan memnuniyeti de bu toprakların bir gerçeğiyken, sahnede bir replikle olsun anılmıyor. Ufuk çizgisini biraz daha uzağa çekerek, mülkiyetin, savaş veya göç olmasa dahi başlı başına bir sorun olabileceğini, mülksüzlüğün yaşanabileceği bir dünyayı seyirciye çağrıştırmıyor.

Karakterlerin kadın seçilmesi, savaşın kahramanlık ve şovenizm boyutunun değil, tam tersine abartısız ve samimi hikayelerin sahneye taşınmasına vesile olmuş. Bu anlamda göçü, benzer bir kaderi ve kederi yaşayan kadınlardan dinlemek, barışın dilini kurmak ve ayrıştıranı değil ortak olanı görmek anlamında hem etkileyici hem işlevsel. Öte yandan kadın-ev “zorunlu” ilişkisinin geçmişe dönük olamasa da geleceğe dönük eleştirisi, yeni nesiller üzerinden farklı bir kadın-ev diyaloğu ve kadının evden özgürleşmesi önermesi oyunda hiç yer bulmuyor.

“Ev”de Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen kadınların yanı sıra, bir de Türkiyeli göçmen yer alıyor. Genelde olumlu yorumlara konu olan, “Türkiyeli göçmenler de böylesi bir oyunda görmezden gelinmemiş” dedirten karaktere yakından baktığımızda ise aslında “ev”in gerçek sahibi olmadığını, “biz”den biri gibi resmedilmediğini görüyoruz. Oyun boyunca evin yeni ve eski sahipleri teklifsizce evde oturur ve rahatça kanepeye yerleşirken, Türkiyeli göçmen, defalarca müsade alıyor “ev”de kalabilmek için. “Ben de burada kalabilir miyim?” sorusu, seyirciyi, hepimiz benzer acılarla yoğrulmuş,birbirimizin halinden anlayan kadınlarız duygusundan uzaklaştırıyor. Ve dahası, biz izin verirsek bu evde (ya da başka bir okumayla bu ülkede)kalabilir düşüncesini çağrıştıracak kadar tekrarlanıyor. Kendi anlatısına göre abileri TC devletinin zulmünden kaçan, dolayısıyla ya etnik kökeni ya da politik görüşü resmi devlet ideolojisine aykırı olan bir aileden gelen kadın, tamamen tavırsız ve hatta bazı seyircilerin gözünde “cahil” bir karakter halinde sahneye yansıyor. Oyun, aynı “ev”de yaşamı paylaştığımız ve yeni “ev”imiz birlikte kuracağımız Türkiyeli göçmenlere,genel geçer ama gerçekliği tartışılır bir bakış sunuyor.

Ülkemiz sanatında ve hatta ilerici politik hattında çok önemli bir yere sahip olan Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, dün olduğu gibi bugün de iddialı duruşunu ön planda tutmalı, yarını emekten ve barıştan yana olan herkesle birlikte inşa etmeli ve bizleri nostaljik evlerden ziyade mücadele dolu sokaklara davet etmeli.

Nazen Şansal

nazen_sansal@yahoo.com