Çiğli Sabahlarda Burçak Tarlasında Bul Beni – Şifa Alçıcıoğlu

Kıbrıs gibi güneşin yüzünü göstermeyi esirgemediği bir coğrafyada yaşıyorsanız; kurak, sıcak, sapsarı bir mevsim olarak karşılar yaz sizi. Seveni de çoktur, sevmeyeni de… Bunaltıcı sıcaklık, geceleyin başımızda dans eden küp düşenlerin vızıltısı, artan elektrik faturaları, sıcağın rehavetinden agresifleşen, tahammül sınırlarını zorlayan insanlar… Peki, Akdeniz’in o berrak sularının daveti ya da Lefkoşa’nın adeta üşüten yaz akşamlarında oturmak o serine, akşam yemeği yerine karpuzu hellime katmak, essin diye “haydar”dan medet ummak… Bu ne yaman bir çelişkidir yaz hem sevilen hem de nefret edilen olmayı nasıl da güzel başarır yurdumda…

Günümüz şartları; modern aletlerin sağladığı kolaylıklarla, Kıbrıs’ta yazda yaşamayı daha tahammül edilir bir hale getirse de Kıbrıs yazları, insanlar için çok da kolay geçmemiştir diye tahmin ediyorum. Özellikle dağlık alanlarda yaşamıyorsanız kuraklık ve sıcaklık, göl kenarı gibi alanlarda yaşıyorsanız sıtma en büyük düşmanlardan olmuştur. Anofel dişisinin yarattığı sıtma problemi 1950’li yıllarda çözülse de bunaltıcı sıcaklar; hava kirliliği, zehirli gazların atmosferde yarattığı etki ve küresel ısınma nedeniyle artarak devam etmektedir.

Geçmişte yaz

Çağın teknolojisi ve geçmişten getirdikleri bilgiler ışığında; insanlar, her zaman hayatlarını daha konforlu hale getirmeye çalışan canlılar olmuşlardır. Geçmiş yıllara dönüp baktığımızda, yardımınıza koşan klimalar yoktu belki ama evleri daha serin tutan malzemeler, kerpiç ya da sarı taştan binalar vardı. Buz gibi soğuk su veren sebil olmasa da toprak kaplardan yapılan testiler vardı. İstediğimiz her şeye hemen ulaşma kolaylığı yaşadığımız çağa nazaran geçmişte istediğimiz herşey dilediğimiz zaman bulunamıyordu.

Yiyecekler, sıcaktan bozulmayacak şekilde depolanıp saklanmaya çalışılırdı. Örneğin, çocukların yaz kış fark etmeksizin yalın ayak koştuğu yirminci yüzyılın ilk yarısında, özellikle yazın, buzdolabı görevi gören “mağaza odası” denilen soğuk odalara ihtiyaç duyulurmuş. Kuzeyden küçük bir penceresi olan ekseriyetle karanlık ve serin bu oda adeta bir buzluk görevi görmekte ve et gibi saklanması zor gıdalar için kullanılmaktaydı. Saklamak için etler kavrulur ve bir çengel yardımıyla tavana asılırdı. Tel dolabı ve içine ekmek konularak yukarı asılan dabaca da bu odada bulunurdu. Tel dolabının önündeki sineklik, besinleri hem sinekten hem de haşereden korumaya yarardı. Daha sonraki yıllarda fabrikada üretilen buzlar, Kıbrıslıların yardımına koştu. Buzhane denilen yerden alınan ve teneke kasalara doldurulan buz kalıpları, buzdolaplı mutfaklara geçinceye değin sebze ya da et saklamak amacıyla kullanıldı.

Köylerde yaşayan insanlar, hem fazla sıcağa kalmamak hem de havanın çiğinden yararlanmak için henüz gün aymadan, tarlanın yolunu tutarlardı yazın. Örneğin susam, pamuk, tütün gibi bitkilerin hasadı sabahın erken vakitlerinde yapılırdı. Havanın nemli olması kuruyup üfelenmeyi önlediği ve bitkinin sümüksü bir hal almaması için özellikle tercih ediliyordu. Bunun yanında nenemin sürekli anlattığı mola verdiklerinde “kelek kavunları çıtır çıtır yerdik” dediği burçak yolmak da yazın çiğli havada yapılması gereken bir işti.  Erken kalkan ahali, erken de uyurdu. Özellikle köylerde, yaz geceleri damlara ya da bahçeye yüksek tahtalardan kerevit denilen yataklar kurulur, üzerine konan döşeklerle yıldızları seyrederek güzel bir uyku çekilirdi. Kıbrıs’ta öğle saati yapılan şekerleme de olmazsa olmazlardandı. Günün en sıcak vakitleri evde nispeten daha serinde geçirilirdi.

Yaz çok eğlencelidir

Yaz sosyalleşmek için de en uygun mevsimlerdendir. Düğünler, festivaller, etkinlikler yazın olmazsa olmazları arasındadır. Geçmişte olduğu gibi bugün de eve sığamaz bu sıcak adanın insanları. Kapı önüne çıkarılan iskemle, ister balkonda ister mahallede bir fincan kahveyi davetkar kılar her daim. Gündüzleri gölgenin kaba serininde komşu kadınlar molehiya ayıklar, akşamüstleri genç kızlar mis gibi tüten yaseminden kolyeler dizer, genç erkekler ıspastra kağıtlarıyla vakit geçirirken, çocuklar mahallede oyunlar oynar.

Yaz denilince akla ilk gelen şeylerden biri de dondurmadır. 1950’li ve 60’lı yıllarda buz kalıplarına dökülüp değneklere batırılmış limonata, süt, gül şurubu, kola gibi içeceklerden yapılan buzlu dondurmalar çocukların hayallerini süslerdi. Daha çok evlerde buzluğu olanlar tarafından yapılan ve tanesi 1 kuruşa satılan bu lezzetli eğlence hiç şüphe yok ki o yılların çocuklarının aklında unutulmazlar arasındaki yerini aldı. Daha sonra üç tekerlekli beyaz el arabalarında dondurmalar sokakta satılmaya başlandı. Ardından külahlı dondurmalar ve fabrika yapımı dondurmalar buluştu çocuklarla. Her gün aynı saatte dolaşan müzikli dondurmacı arabalarının melodisi ise hala sürmekte. O buz gibi tatlının verdiği neşe hiç son bulmayacak belli ki.

Çocukların en büyük yaz eğlencesi şüphesiz ki denizdir. Karpuz kabuğunun denize düşmesiyle birlikte deniz sezonu açılır, piknikle de taçlandırılır, ailece eğlenmenin tadına hep birlikte varılırdı. Soğuması için kuma gömülen karpuzun tadı başka hiçbir yerde bulunmazdı. Şimdilerde denize girmek, otellerin ve sermayenin tekeline takılsa da beleşe deniz mücadelemiz en çok da bu güzel günlerin hatırına sürecek.

Cennet mi cehennem mi?

Unutmamalıyız ki, dört bir yanı denizlerle çevrili bu “cennet ada”, her yaz orman yangınları nedeniyle cehennemi yaşa(t)makta, aşırı sıcaklarda canı pahasına dışarıda işleyen emekçilere azap olmaktadır.  Bunlara sebep olanların her yaz uyanıp “tehlikeli” olarak tabir edilen yılancıklardan daha zehirli olduğu ve dikkatli olunması gerektiği ise aşikardır!

 

tarlaya giderkanWhatsApp Image 2023-06-04 at 18.19.07 (1)WhatsApp Image 2023-08-16 at 16.37.01