DEĞERLER

DEĞERLER

 

i- Alternatif Medya:

Hayatımızın birçok alanına yayılan özelleştirme, piyasalaştırma ve ticarileştirme ile birlikte gittikçe güçlenen sermaye; medya alanında ele geçirebildiği veya baskı kurabildiği kuruluşlar eliyle, halkın haber alma hakkını kendi bakış açısına göre yönlendirmektedir. Günümüzde, kamusal bilgi, tamamen özel mülkiyetin kontrolüne geçmiştir. Örneğin; paralı televizyon kanalları, TV programları, internet paketleri, internetten paralı üyelik siteleri ticari mantığın ürünleridir. Baraka, yayıncılığın ticarileştirilmesine karşıdır; kamu yararına ve kamu yayıncılığını savunur, bilgiye erişimin demokratikleştirilmesi, herkesin parası kadar değil istediği kadar bilgiye ulaşabilmesi gerektiğini vurgular; diğer bir deyişle bilgiye ulaşımın, tamamen ticari mantıktan arındırılmış bir şekilde var olması gerektiğini düşünür, bilginin alınıp satılması değil, paylaşılması gerektiğinin altını çizer ve bu anlayışla hareket eder. Bu bağlamda yayıncılık kamu tarafından ve kamu yararına yapılmalıdır.

Egemen medya, iktidarların ve şirketlerin politikaları güdümünde varlığını sürdürmektedir. Medya emekçileri, bu politikalar neticesinde güvencesiz çalıştırılmakta ve sosyal haklardan mahrum bırakılmaktadır. Halk ise egemenlerin çıkarlarına göre hazırlanmış programlara ve yazılara kısacası gereksiz ve hatta yanlı(ş) “bilgi bombardımanına” maruz kalmaktadır. Tam da hâkim ideolojiye uygun bir şekilde emekçi düşmanı, cinsiyetçi, ırkçı, homofobik haberler ve programlar üretilmektedir. Baraka, görsel-işitsel medya ve yazılı basının demokratikleştirilmesi ve içeriğinin sermayenin çıkarlarına göre değil, halkın haklarına göre düzenlenmesi için mücadele eder. Aynı zamanda, iktidar ve şirketlerin değil, halkın denetiminde olan alternatif medya araçlarını yaratmayı, var olan alternatif medya unsurlarını da desteklemeyi kendisine görev bilir.
Egemen medya, verili sistemin devamlılığını sağlamak ve/veya belirli çıkar gruplarını kollamak maksadıyla hareket ettiği için, kapitalizmin en olumsuz ilişkilerinin tamamını (sigortasız, sosyal haklardan mahrum insan çalıştırma, kadınlara ayrımcılık ve tacize varan aşağılama, maaşların gününde ödenmemesi, bazı durumlarda eksik ödenmesi, fazla mesainin görmezden gelinmesi vb…) bünyesinde barındırır. Baraka, bu ilişkiler içerisinde ezilen basın emekçileri ile dayanışmaya ve onların yaratıcı potansiyellerinin uğradığı haksızlığa tepki göstermeye önem verir. Bu bağlamda Baraka, haberlerin mecburi bir otosansür ile medya patronların isteği doğrultusunda şekillendiğini göz önünde bulundurur, uygulanan baskının medya emekçilerinin yaratıcı potansiyelini körelttiğinin altını çizer ve medya sermayesi (patronu) ile emekçisi arasındaki farkı gözetir.

Baraka, şirketlerin medyası ile halkın ve kâr amacı gütmeyen örgütlerin yarattığı ve yaşattığı alternatif medya arasındaki farkı görür, açıkça alternatif medyanın tarafını tutar. Şirketlerin medyasına şüphe ile yaklaşır, alternatif medyayı önemser. Tüm bunların bilinciyle,topluma ulaşmak için alternatif medya ile dayanışıp, alternatif medyadan destek alan Baraka, kendi iletişim kanallarını oluşturmak yolunda da çaba harcar. Bunlar, bildiri dağıtımı, afişleme, pankart asma, broşür dağıtma, birebir iletişim kurma gibi yöntemlerdir. Ayrıca Baraka, reklam almadan sürdürdüğü dergi, web sitesi ve sosyal medya hesapları ile de kendi medyasını oluşturur. Baraka, hayatın diğer alanlarında olduğu gibi medyada da tarafsızlığın olamayacağını, sınıflara bölünmüş olan bu düzende ezilen sınıftan yana taraf olmak gerektiğini vurgular.
Baraka, kendi kanallarından ulaşamadığı insanlara ulaşmak için egemen medyada bulunmayı da reddetmez. Ancak bunu yaparken egemen medyanın bakış açısına dahil olmamaya özen gösterir ve medyatik olmayı hedeflemez. Ayrıca bu çerçevede demeç ve röportaj vereceği medya konusunda da seçici davranır; örneğin faşist fikirlerin ön plana alındığı bir medyaya röportaj vermez. Medya konusunda hafıza oluşturur ve varlığının meşruluk kazandıracağı olumsuz medya örneklerine katkı sağlamaz.

 

 

ii-  Teknoloji:

Teknoloji:

 

Baraka’ya göre teknoloji en basit anlamda bir ihtiyacın karşılanma koşullarının kolaylaştırılmasıdır. Bu bağlamda teknolojinin niteliğini onu yaratan ihtiyaçların niteliği belirler.

Baraka teknolojiyi tarih boyunca olduğu gibi bugün de geliştiği ve kullanıldığı oranda toplumların doğayı ele alış biçimlerinin, üretim süreçlerinin ve toplumsal ilişkilerinin bir göstergesi olarak algılar. Kapitalizm koşulları altında üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutan egemenler teknolojik gelişimi kendi ihtiyaçları, yani egemenliklerini korumak, geliştirmek ve daha fazla kar elde edebilmek için yönlendirmektedirler. Günümüzde ileri teknoloji, toplumun tüketim alışkanlıklarının yönetilmesi, gözetim ve tüketim toplumunun büyük şirketlerin menfaatine gelişmesi için de kullanılmaktadır. Baraka bunun, teknolojinin gelişme eğiliminin toplumsal fayda anlamında olmasını engellediğini düşünmekle birlikte, ortaya çıkan teknolojik gelişimin de ezilenlerin kurtuluşu ve insanlığın ihtiyaçları anlamında kullanılabileceğini hesaba katmaktan yanadır. İnsanlığın yararına olacak bir teknolojik gelişmenin de tam tersine sömüren sömürülen ilişkileri olduğu sürece egemenlerin çıkarları doğrultusunda kullanılabileceğini de bilir. Bu sebeple Baraka, teknolojik gelişmelerin yarı dinsel bir hayranlık veya kutsal bir hare ile çevrelenmesini olumlu bulmadığı gibi, teknoloji düşmanlığına da karşıdır.

Baraka kapitalizmin etkisi altında teknolojinin gelişme eğiliminin genel olarak bireysel kurtuluş, kar amacı ve egemenlerin çıkarları  tarafından motive edilmekte olduğunu düşünür. Aksine sosyalist bir sistemde teknolojik gelişme eğilimi, toplumsal yarardan,  ekolojik hassasiyetten motive olacağından genel olarak teknolojik gelişmeler insanlığın yararına olacaktır. Ancak yaşanan reel sosyalizm deneyiminin teknolojiyi tıpkı kapitalizm gibi ekolojik hassasiyetleri gözetmeden kullanması, bugünün sosyalistleri olan bizlere önemli bir derstir. Hem bugün hem de geleceğin toplumunda, teknolojik süreçler salt teknokratların inisiyatifine bırakılmamalıdır. Teknoloji halkın kontrolüne, bilgilenmesine, değiştirmesine açık, doğa ile uyumlu, toplumun demokratik yönlendirmesi altında ve yaratıcılığı teşvik edici bir yapıya kavuşturulmalıdır. Ayrıca herkes için eşit bir şekilde ulaşılabilir olmalıdır.

Baraka her zaman, her türlü teknolojik gelişimin iyi olduğunu savunmaz. Bunun tam tersi olan teknolojinin tümüyle reddini de onaylamaz. Baraka emekçi kesimlerin yararına ve ekoloji öncelikli olan teknolojiyi savunur.

 

iii- Anti-kapitalizm:

Baraka anti kapitalisttir. Kapitalist emperyalizm, çağımızda sadece insanlığın değil bir bütün olarak eko-sistemin karşı karşıya olduğu temel beladır. Kültürel çeşitliliğin ve insanlığın entelektüel mirasının kapitalizmin tehdidi ile karşı karşıya olduğunun farkında olan Baraka, kapitalizme karşı mücadeleyi sınıfsal zeminde kurgular ve kendisini doğrudan kapitalizmin karşısında konumlandırır.

Kapitalist sistem içerisinde tüm üretim ilişkilerinin ve toplumsal yaşamın örgütlenişi kar döngüsü-sermaye birikimi üzerinde şekillenmektedir. Kapitalizmin özünde bulunan daha fazla kar elde etme mekanizması, insanlığın toplumsal ihtiyaçlarını hiçe sayarak, kültürel değerleri ve ekolojik dengeyi yok etmek pahasına çalışır. Sermaye için tek bir anlam vardır, o da tüm anlamları anlamsızlaştıran kardır.

Kapitalizm bir yandan sürekli krizlere girerken, öte taraftan bu krizlerden kaçınmak veya krizden çıkmak için “olağanüstü haller” yaratır. Öyle ki kapitalizmin kendisi tam da bu “olağanüstü halin” kural haline dönüşmesidir. Kriz halinde iken çıplak bir “olağan üstü hal”, değilken üstü kapalı bir “olağanüstü hal”! İşçi sınıfı ve emekçi halk kesimlerinin acımasız bir sömürüye tabi tutulabilmek için; cinsel yönelim, azınlık kimliği, göçmenlik  ve yerlilik temelinde yalnızlaştırılması; toplumsal yaşamın tüm bu kesimlerin birbirinden korkacak şekilde organize edilerek kontrol edilmesi; gezegen üzerinde yayılmacılık, savaş ve ekolojik talan!

Öte yandan kapitalizm, kendisini tek seçenek olarak dayatır. Rekabet, bencillik ve kıskançlık gibi tasarımları insan doğası ve değişmez bir unsuru olarak sunan kapitalizm, bunun sonucunda dayanışmayan, bireysel kurtuluşçu ve tüketimci tek boyutlu bir insan profilinin evrensel insan doğası olduğu iddiasını ortaya koyar.

Kapitalist sistemin devamı için egemenlerin kullandığı düşünsel hegemonya araçlarının başında ‘iyi yüzlü kapitalizm’ veya ‘yeşil kapitalizm’ gibi tasarımlar gelir. Özellikle sivil toplumcu anlayışın ürünü olan bu yaklaşımları savunanlar sadece sistem içi reformlara gidilmesini yeterli görürler. Eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin kaynağını sorgulamaktan uzak olan bu anlayışlar bizzat kapitalizm tarafından üretilen fikirler olup “iyi yüzlü barbarlık” veya “yeşil barbarlık” diye de okunabilir.

Baraka, kapitalist sistem içerisinde kapitalizme ve onun ilişki biçimlerine karşı örgütlenen bir kurumdur. Bundan dolayı kendisini “kurtarılmış alan” olarak tanımlayıp kapitalist ilişki biçimlerinden etkilenmediğini iddia etmez. Fakat sadece büyük mücadeleler içerisinde değil hayatın her alanında ve en küçük biriminde dahi -rekabete karşı dayanışmayı vb. savunarak- kapitalist ilişki biçimlerine ve dayatmalara karşı mücadele eder. Bu anlamda “yarını bugünden kuralım” şiarı, Baraka’nın varoluşunun karakterize olduğu zeminin yapı taşlarındandır.

Baraka kapitalizmin dayattığı biçimiyle sabit ve değişmez bir insan doğasının kabul edilemez olduğunu savunur. İnsan doğası var olduğu toplumsal yapıdan etkilenmeden oluşmaz. Kapitalizmin dayattığı biçimi ile insan; rekabetten, bireyselcilikten ve egoizmden etkilenmiştir. Fakat bu insanın doğası değildir. Bu bağlamda Baraka kolektif kurtuluş ile bireysel özgürlüğü bir birinden bağımsız olarak düşünmez. Bu özgürleşme de ancak içerisinde dayanışma, eşitlik, bir arada yaşam, enternasyonalizm, adalet ve özyönetimcilik ilkelerinin bulunacağı bir anti kapitalist  mücadele sürecinin içerisinde gelişip yayılabilecektir.

Baraka ekoloji, gençlik, kadın özgürleşmesi ve LGBT+ gibi toplumsal hareketlerin bağımsızlıklarından ödün vermeksizin anti kapitalist zeminlerde birlikteliğini savunur. Sistem içi iyileştirmeleri reddetmemekle birlikte, aslolanın sistemi reformlarla dönüştürmek değil, tamamen ortadan kaldırmak  ve  yerine “birimizin özgürce gelişmesinin hepimizin özgürce gelişmesinin koşulu olduğu” sosyalist bir sistem  kurmak olduğunu savunur.

 

iv- Bağımsızlık:

Baraka bağımsızlıkçıdır. Barak aktivistleri kişisel bağımsızlıklarını tutkuyla savunurlar. Baraka örgütsel bağımsızlığından hiçbir koşulda taviz vermez. Ülkemiz Kıbrıs’ın bağımsızlığını sosyalizm mücadelesi ile ayrı düşünemez. Kıbrıs’ın bağımsızlığına ulaşmasını ve sosyalizmi önüne hedef olarak koyar.

 

Baraka’nın kişisel bağımsızlıktan anladığı şey, kendi kafasının dikine gitmek, örgütsüzlük ve “ben bilirim”cilik değildir. Bizim için bireysel bağımsızlık; sosyal, ekonomik ve düşünsel anlamda kendine yeterli bireyler olma çabasıyla mümkündür. Böylesi bir bağımsızlık, kendi gibi bağımsız diğer bireylerin düşüncelerine önem vermeyi, kolektif olarak hareket edebilme olgunluğunu gösterebilmeyi ve tartışma yolu ile ikna olmaya açık olabilmeyi içerir. Bağımsız bireyler olarak ne birileri tarafından (iyi amaçlar için dahi olsa) körü körüne yönlendirilmeyi ne de başka kişileri körü körüne yönlendirmeyi kabul ederiz. Bizler ortak amaçlara, ortak süreçlerden geçerek varmaya azimli bağımsız bireyler olarak dıştan gelen eleştirileri tartışmaya ve pratik eylemlerimizin sonuçlarından ders çıkarmaya kıymet veririz.

 

Baraka örgütsel bağımsızlık ile sekterliğin birbirine karıştırılmaması gerektiğinin farkındadır. Baraka’nın iş-güç-eylem birlikteliği ve cephe tarzı ilişkilere bakışı Çalışma Tarzı’nda ortaya konmuştur. Ancak burada kısaca söylemek gerekirse, Baraka bu tarz birlikteliklere sıcak bakmaktadır. Baraka’nın örgütsel bağımsızlığı ister ekonomik-demokratik, ister siyasi isterse de ideolojik mücadele alanından olsun, kendi dışında hiçbir örgütün ekonomik, idari veya fiziki kontrolü altına girmeyi kabul etmemesine dayanır. Baraka kendi kendini finanse eder, kendi kararlarını alır ve kendi uygulama metotlarını geliştirir. Bunları yaparken dayanışma ilişkilerine girmekten geri durmaz ama belirleyen veya belirlenen olmamaya özen gösterir. Ülkemizde alan örgütlenmelerinin (kadın, kültür, gençlik, ekoloji, sendika vb.) partilere bağımlı olması neredeyse kural durumundadır. Baraka olumlu bulduğu bir partiyle dahi bu tarz bir ilişki içine girmeyi yanlış bulur. Çünkü Baraka sadece kendisinin değil BÜTÜN ALAN ÖRGÜTLERİNİN her bakımdan partilerden bağımsız olması gerektiği fikrindedir. Bununla birlikte Baraka’nın alan bağımsızlığından veya örgütsel bağımsızlıktan anladığı şey ideolojiden bağımsızlık değildir. Baraka devrimci (Marksist) ideolojiye sıkı sıkıya bağlıdır ve bu ideolojiye kendi alanından katkı koymak için örgütsel bağımsızlığın önde gelen bir şart olduğunun bilincindedir.

Baraka anti-kapitalist zeminde bağımsız bir Kıbrıs için mücadele eder. Ancak bu, kendi içine kapalı ulusalcı bağımsızlık olmadığı gibi, “kurtuluş” adına emperyalist oluşumlara (AB, BM) bel bağlamak da değildir. Bugün siyasi anlamda bağımsız olduğu iddia edilen birçok ülkenin, ekonomik, kültürel, askeri ve idari anlamda emperyalizmin yeni- sömürgesi olduğu inkar edilemez. Öyleyse Kıbrıs için talep ettiğimiz bağımsızlık şekilsel bir sözde bağımsızlık değil; her yönü ile gerçek bir bağımsızlık olmalıdır. Bağımsız bir ülkede yaşayan bağımsız bir halk, dünya halklarının bağımsız (demek ki gönüllü) bir dayanışma ağı oluşturmasının temel koşuludur. Enternasyonalizmin en önemli özelliği halkların gönüllü (demek ki bağımsız) ortak mücadele ve dayanışma birlikteliğine dayanıyor olmasıdır.

Tüm bu sebeplerle Baraka, bağımsızlıkçıdır ve Baraka aktivistleri bulundukları her zeminde gerçek bağımsızlık için mücadele eder.

 

v- Barış:

Baraka barışı savunur, barıştan taraftır. Baraka aktivistleri barışı önlerine bir hedef olarak koyar ve her koşulda barış için mümkün olan her aracı kullanarak mücadele etmekten çekinmez. Baraka barışı insanları bölen, kutuplara ayıran ve sömüren tüm koşulların ortadan kalktığı durum olarak görür, bunun için yaptığı tespitler sonucunda yerelde bir mücadele örer ve dünyadaki diğer barışı savunan hareketler ile dayanışma içinde olur. Baraka’nın barış anlayışı, ülkemizde liderlerin bir kağıda atacakları imzaya indirgenmeye çalışılan üsttenci veya AB, BM gibi kurumların barışı sağlayacakları gibi dıştancı barış anlayışlarından farklıdır. Baraka bu tip çözümleri gerçek bir barış olarak görmez ve gerçek bir barışa ulaşabilmek için barış olmayışının sebeplerinin incelenmesi ve bu sebeplerin ortadan kaldırılması için mücadele edilmesinin zaruri olduğunu savunur.

Baraka hiçbir sorunun o sorunun yaratıcılarının mantığı ile nihai bir çözüme varamayacağını, sorunların ancak sorundan bizzat etkilenen özneler tarafından çözülebileceğini kabul eder. Bu sebeple de adamızda BM, AB gibi emperyalizmin denetiminde bulunan yapıların kontrol ve yönlendirmeleri ile gerçekleşen müzakerelere bel bağlamaz. Aynı şekilde emperyalizmin yerli işbirlikçileri konumunda olan görüşmecilerin de halkların çıkarına bir çözüm yaratmasını olası bulmaz. Baraka, bu mantıkla adamızda bir çözüme varılabileceğini ama bu çözümün sadece şekilsel bir çözüm (emperyalistlerin sorunlarını çözen bir çözüm) olacağını savunur. Baraka böyle bir çözümün sadece verilmesi gereken barış mücadelesinin biçimini değiştireceğini, gerçek bir barışa ise ancak halkların kendi mücadeleleriyle ve egemenlerin denetiminde değil egemenlere rağmen ulaşılabileceğini savunur.

Baraka emperyalizmin yeni-sömürgesi durumunda olan ülkelerde yaşanılan etnik veya dini temelli çatışma ve bölünmelerin kaynağının emperyalizm ve onun taşeronları olduğu tespitinde bulunur. Baraka aktivistleri ayrıca, bu tip ayrıştırmaların sömürgeciler tarafından sömürülen coğrafyalarda bilinçli bir şekilde geliştirilen düşmanlıktan kaynaklandığının da bilincindedir. Emperyalizmin bir yeni-sömürgesi durumunda bulunan adamızda da milliyetçiliğin bu düşmanlığın oluşmasında bir araç olduğu açıktır. Bu sebeple, Baraka ada halkları arasında yaratılmış olan düşmanlığın giderilmesi için her koşulda mücadele eder ve barış mücadelesini, sorunların kaynağı olarak gördüğü emperyalizme, taşeronlara ve yerli işbirlikçilere karşı mücadeleden ayrı görmez. Özellikle irademize müdahale eden TC’nin askeri, politik, ekonomik ve kültürel dayatmalarına karşı direnir.

Baraka adamızda tarihsel süreçler sonucunda iki halk oluştuğu tespitini yapar; bu halkları Kıbrıslı Türk halkı ve Kıbrıslı Elen halkı olarak tanımlar ve adamıza göç edip geleceğini burada kuranları da halktan ayrı düşünmez. Her iki halk da sosyoekonomik koşullara bağlı olarak değişmekte ve gelişmektedir. Baraka iki halkın varlığını mevcut durumun tahlili olarak gündeme getirir, bundan Kıbrıs’ın bölünmesi gerektiği sonucuna varmaz. Aksine askeri, ekonomik, stratejik, ekolojik ve politik sebeplerle; ada halkları bağımsız ve özgür yaşayabilmek için kendi aralarında barış içinde yaşamak zorundadırlar. Bu bağlamda Baraka, barış değerini sadece ahlaki bir ilke olarak değil maddi bir zorunluluk olarak da görür. Bu tahliller sonuncunda da, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yamanmak, BM veya AB’nin zorlayacağı bir anlaşmaya imza atmak veya iki ayrı devletin kurulması gibi yaklaşımları reddeder. Halkların kendi özgücüyle inşa edeceği bir federasyonu çözüm olarak savunur. Baraka gerçek bir barışın bağımsız ve halkları kardeş bir Kıbrıs yaratılması ile mümkün olacağını vurgular.

Tüm bu sebepler ve tespitlerin ışığında Baraka gerçek bir barış için mücadeleyi önüne koyar. Bu mücadelenin de emperyalizme karşı bağımsızlık ve anti-kapitalizmi, milliyetçiliğe karşı ise enternasyonalizmi ve dayanışmacılığı odak noktasına alması gerektiğini savunur.

 

vi- CopyLEFT:

Baraka, fikri mülkiyet hakkını değil fikri üretim sürecindeki emeğe saygıyı savunur ve bu anlayışını copyLEFT olarak adlandırır. Baraka kişilerin ürettikleri eserlerin yıllar boyu gelir getirici bir metaya dönüştürülmesini doğru bulmaz. Fikirleri ve yaratıcılığı doğal olarak insanlığın ortak mirasının bir parçası olarak görür. Fikri mülkiyet haklarının insanlığın gelişimini yavaşlattığını düşünür.

Baraka fikri mülkiyetin kapitalist sistem içerisinde ortaya çıkmış bir olgu olduğu tespitini yapmaktadır. Fikirlerin mülkiyet altına alınması ve bunun bir hak olarak görülmesi kapitalizmin insanlığa verdiği en büyük zararlardan biridir. Kapitalizm her şeyi metalaştırıp alınır-satılır hale getirdiği için kitap, müzik, fotoğraf, resim, yazılım vs. gibi üretimler de metalaştırmıştır. Kapitalist sistem diğer her şeyden olduğu gibi fikirlerden de para kazanmak istemektedir. Pek tabii ki bir üretim sürecinde sadece o eseri üreten kişi yoktur. Örneğin bir yazar kitabını yazar ancak onu kitabı yazmasını sağlayacak bilgi ve hayal gücü sahibi yapan toplumun ve insanlığın da yazılanlardaki payı yok sayılamaz. Yazar gibi üretim sürecine dahil olan kitabın tashihçisi, sayfa ve kapak tasarımcısı, matbaa çalışanları, dağıtımcı gibi emekçilerin de hayatlarını idame ettirebilecek şekilde kazanç sağlamaları gerekmektedir. Kapitalist sistem içerisinde fikri mülkiyet hakkının bunu sağladığı iddia edilse de, çoğu zaman fikri mülkiyet hakları ile korunarak gelir elde edenler  fikir emekçileri değil sermaye sahipleri olmaktadır. Bu sorun sistem değiştirilmeden çözülemeyecektir.

Fikri mülkiyetin başlıca biçimleri; telif hakkı, lisanslar, patentler ve tescilli markalardır. Telif hakkı, eser sahibinin emeğinden ziyade aracı şirketleri “korsan”dan korumak için geliştirilmiştir. Bu gibi hakların eser sahibinin ölümünden sonra dahi 70 yıl devam etmesi , temelinde yatan mantığın emekçiyi korumak değil bir meta yaratarak kar elde etmek olduğunun göstergesidir. Ayrıca Baraka, kapitalist kültürün bencilliği ve bireyciliği ön plana çıkarmasına da bir cevap olarak, ticari amaçlı olmayan, sadece paylaşım amaçlı çoğaltmanın her zaman ve her koşulda serbest olması gerektiğine inanır.

Bir bilgisayar programı da, tartışmasız bir eserdir ve kullanımı karşılığında bir ücret ödenmesi istenmektedir. Nasıl ki bir yazar yazdığı kitaplarla para kazanıyorsa, bir programcı da yaşamını yazdığı programlarla idame ettirmektedir. Programlar, programın sağladığı işlevleri kullanarak ondan fayda sağlayan kullanıcılara, bir ücret karşılığı satılırken, “lisans” kısıtlaması da getirmektedir. Örneğin, kullanıcı  yazılımı her ne şartla olursa olsun aynı anda iki veya daha fazla bilgisayara kuramaz.  Baraka kullanıcının bir yazılımı çalıştırma, kopyalama, dağıtma, programın nasıl çalıştığını inceleme, kendi ihtiyaçları doğrultusunda değiştirme ve geliştirme, toplumla paylaşma ve programın değiştirilmiş, geliştirilmiş hali ile topluma dağıtma özgürlüklerini sağlayan özgür yazılımı destekler.

Sistem tarafından mucitliğin ödüllendirilmesi olarak sunulan patentler, bilginin metalaşmasından başka bir anlam taşımamaktadır. Genelde patentler firmalara aittir fakat hiçbir firmanın bir şey icat ettiği görülmemiştir. İcat eden insanlardır. Bugün doğanın bilgisinin bile mülkiyeti, büyük şirketlerin tekelindedir. DNA’mızın yaklaşık yüzde yirmisi patentlenmiş durumdadır ve sahibi vardır. İlaç endüstrisi  aldığı patentler sayesinde  bazı ilaçları tekelinde tutmaktadır, böylece insanlık bu ilaçlardan eşit şekilde yararlanamamaktadır. Doğanın bir parçası olan tohumlar, pek çok bitki türü ve bitki ürünü patent altına alınmaktadır. Böylece büyük şirketler her üretilen tohum için büyük paralar kazanmakta, insanlar kendi tarlalarına istedikleri tohumu ekememektedir.

Baraka fikrin özel mülkiyetinin ve özel mülkiyetin tamamen ortadan kaldırıldığı, insanların ihtiyaçlarını karşılık vermeksizin karşıladıkları bir sistemi arzular. Ancak yaşadığımız sistem içerisinde Baraka eser sahiplerinin ürettikleri eserlerin karşılığını aldıkları, hayatlarını idame ettirebilmeleri ve yeniden üretime geçebilmelerine yetecek kadar makul bir süre sonunda eserlerin serbest kullanımı, çoğaltılması ve toplumun tüm kesimlerine ulaşmasını savunur.

Copyright, insanlığın ilerlemesi önünde bir engel iken copyLEFT, emeğin hakkını teslim ederek bilgi ve sanatın özgür paylaşımına vesile olduğundan Baraka copyLEFT’i savunur.

 

vii- Dayanışma:

Baraka insanı insan yapan en önemli özelliklerden biri olan dayanışmadan yanadır, dayanışmacıdır. Neo-liberal kapitalizm “gemisini kurtaran kaptan” “beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın” ve “her koyun kendi bacağından asılır” gibi cümlelerle özetlenebilecek felsefesiyle toplumu atomlarına ayırmaya çalışmaktadır. Baraka aktivistleri bu egoist, bencil, nemelazımcı yaklaşımın karşısına toplumsal hayatın her alanında dayanışma çağrısını yükselterek dikilirler. Barakacılar bireysel çıkarın karşısında sınıfsal çıkarları, dar sınıfsal çıkarın karşısında toplumsal çıkarları, milliyetçi temeldeki toplumsal çıkarın karşısında insanlığın en genel çıkarlarını ve insan merkezci çıkarının karşısında bir bütün olarak eko-sistemimizin çıkarlarını önemserler. Dayanışma, tüm canlıların, ezilen sınıfların ve en yüksek biçiminde de dünya halklarının ortak varoluş pratiğidir. Bu pratik tamamen ihtiyaçların ve zorunlulukların sonucu olarak ortaya çıkar ve en doğal bir biçimde gerçekleşir.

Türlerin evriminde “güçlü olan türün hayatta kaldığını” iddia eden Sosyal Darwinist yaklaşım, böylece zayıfların ezilmesini, güçsüzlerin sömürülmesini kendince “bilimsel” bir temele dayandırmaya çalışmaktadır. Oysa bütün türlerin zorlu koşullar altında toplumsal davranışlar geliştirdikleri, hayatta kalma mücadelesinde “karşılıklı yardımlaşmanın”, tür içi dayanışmanın, “güçlü olmaktan” çok daha belirleyici bir faktör olduğu bilimsel bir gerçektir. Bu sebeple başta en zayıf türlerden biri olan insan olmak üzere tüm canlı türleri, aşılması zor engeller karşısında, toplumsal yaşamın temeli olan dayanışmaya yönelirler. Bu şekilde oluşan dayanışma faaliyetleri; bir tür mecburiyet, kaçınılmaz birer zorunlulukturlar. Çünkü teker teker her birey anlık çıkarları nedeniyle kendini dayanışma ağının içinde bulmaktadır. Baraka, temel bir yaşam güdüsü olarak ortaya çıkan bu tür dayanışma faaliyetlerini önemser ancak bilinçli bir dayanışmaya daha çok değer verir.

Bilinçli dayanışma anlık çıkarlardan değil uzun vadeli bir perspektiften temellenir. İşsiz kalan, maaşları düşürülen, emeklilik yaşı arttırılan vb. bireylerin kolektif bir eylem içerisinde direniş göstermeleri bir tür zorunlu dayanışma faaliyetidir ve her anlamda bireysel kurtuluştan, “dayı, amca, torpil” arayışından üstündür. Ancak bundan daha değerli olan; işsiz kalma, maaşı düşme, emeklilik yaşı artma vb. tehlikesi ile yüz yüze olmayanların da dayanışma içine girmesidir. Sadece zor zamanlarda, kıtlık ve kuraklık durumlarında bir araya gelen hayvan türlerinin tersine toplum olarak yaşamayı tercih etmiş insan türünün ayırt edici özelliği bu bilinçli dayanışmadır. Böylesi bilinçli bir dayanışma yardımlaşmadan farklı ve daha anlamlıdır.

Yardıma muhtaç birilerine yardım eden kişi/örgüt/sınıf, önemli ve değerli bir faaliyette de bulunuyor olsa, son tahlilde kendi koşullarının güven içinde olması gerçeğinden hareket eder. Oysa dayanışmayı yardımlaşmadan ayıran nokta, dayanışan öznelerin aynı zor koşullar altındaymışçasına bir kader birlikteliğine girmeleridir. Bu birliktelikte tehlike tarafından gerçekte tehdit edilenin kim olduğunun hiçbir önemi yoktur. Çünkü dayanışan öznelerin her biri eşit bir tehlike algısını paylaşmaktadır. Bu nedenle de yardımlaşmada olduğu gibi yardım eden / yardım edilen hiyerarşisi oluşmaz, tam aksine eşit özneler arası dengeli bir ilişki oluşur. Tam da bu sebeple dayanışma faaliyeti içinde bireysel çıkarlar silikleşir, önemsizleşir, görünmez olur. Bunun yerini bütünün, dayanışan öznelerin ortak çıkarları alır. Fiili olarak tehlike altında olan ile tehlike altında olmayan diye bir ayrım yapmak imkansızlaşınca dayanışma da gerçek anlamını kazanmış olur.

Tüm bu sebeplerle dayanışma hala ezilenlere ait, egemenler tarafından içi boşaltılamamış bir kavramdır. Egemenler kendi sınıfsal/bireysel çıkarları için işbirliği çağrılarında bulunurken, dayanışma ezilen kesimlerin/sınıfların temel direniş silahı olmaya devam etmektedir. Bu sebeplerle Baraka aktivistleri bulundukları her ortamda dayanışmacılığın daha yüksek biçimleri için mücadele ederler. Bireyler arası dayanışmayı, sınıfsal dayanışmayı, ezilen kesimler arası dayanışmayı, toplumsal dayanışmayı ve en yüksek biçiminde enternasyonal dayanışmayı yaşam biçimi haline getirirler.

 

viii- Devrim:

Baraka toplumsal hayatın devrimci bir temelde dönüşümünden taraftır.

Baraka aktivistleri hiçbir olguyu “değişmez”, “değiştirilemez” kabul etmeden, toplumsal yaşamın içerisinde zaten var olan değişim öğesine, emekçi kesimlerin çıkarları doğrultusunda yön verme çabasına odaklanırlar. Ancak her dönüşümün, değişimin olumsuz bulunup reddedilmesi kadar olumlu varsayılması da yanlıştır. Önemli olan; değişimin niteliği, emekçi sınıfların çıkarlarını, taleplerini ve katılımını içeriyor olup olmadığıdır. Bu sebeplerle Baraka aktivistleri emekçi sınıfların daha iyi, özgür ve eşit bir yaşam için verdikleri mücadelede taraf olduklarını belirten devrimci sıfatını gururla kullanırlar.

Devrim kelimesi köken olarak “devirmek” ile ilişkili de olsa sadece yıkıcı bir anlama sahip değildir. Toplumun geleceğe doğru ilerleyişinde, daha özgür, daha eşit, daha dayanışmacı, özet olarak Baraka değerleri ile daha paralel bir yapıya kavuşmasında engel teşkil eden verili yapının yıkılması; geleceğin toplumunun bugünden inşa edilmesinden bağımsız düşünülemez. Geleceğin toplumunu kuracak olan insanlar, bugünün toplumu içinden ve gelecek için verilen mücadelelerden doğacaktır. Böylesi bir mücadele, geleceğin önündeki engellerin yıkılmasından ibaret olmanın aksine, bu mücadeleyi verenlerin kendilerini geleceğin toplumunu kurmaya uygun hale getirmeleri anlamında da kurucu bir mücadeledir.

Barakacılar devrimcilik kelimesini pratiğe yaptığı doğal vurgu nedeni ile de tercih etmektedirler. Kişilerin veya örgütlerin kendi kendilerini tanımladıkları şeylerden farklı olabilecekleri bilinen bir gerçektir. Bu yüzden önemli olan kendi kendine yöneltilen tanımdan çok; tanım ile pratiğin uyumlu olup olmadığıdır. Bu anlamda bizim için devrimcilik: Erişilecek veya erişilmiş bir mertebeyi değil; bir hedefi, bir çabayı, bir pratiği, bir süreci nitelemektedir. En saf ve samimi biçimiyle, halkından taraf olan, emekçi sınıfların kurtuluşu, insanlığın özgür, eşit, dayanışmacı ve barış içinde bir dünyada yaşaması için gereken her çabayı gösterme azmi bir devrimcinin ayırt edici özellikleridir. Elbette bu salt pratiğe dayalı bir çaba değil, samimiyetle gerçekleştirilmeye çalışılan her pratik gibi anlama ve izah etme çabası ile birleştirilmiş bir faaliyettir. Bugün kendisini Marksist olarak tanımlayan birçok kişi veya örgüt temelde devrimci olmayabilir. Ancak samimi her devrimcinin, yürüyüşünün belli bir evresinde mutlaka Marksizme varacağı bizim için açıktır.

Baraka, Kıbrıs’ın bağımsızlığını, Kıbrıs halklarının kardeşliğini ve değerleri doğrultusunda örgütlenecek bir toplumu hedefleyen devrimci bir örgüttür.

 

ix- Diyalektik Materyalizm:

Baraka toplumsal olguları değerlendirip anlamaya çalışırken, yöntem olarak diyalektik materyalizmi esas alır. Diyalektik materyalist yöntem, hem bugün içinde bulunduğumuz toplumun çelişkilerini ve karşıtlıklarını anlamada hem de bugünü yaratan tarihsel gelişmeleri doğru şekilde analiz etmede bizlere yol gösteren bir araç konumundadır. Baraka, diyalektik materyalizmi ezberlenip tekrarlanacak bir dogma olarak değil hayatın her alanında uygulanacak bir yöntem olarak benimser.

Diyalektik düşünce, olguları, sınırları belli, kesin doğrular veya gerçeklikler olarak kavrayan dogmacılıktan taban tabana farklı bir yaklaşımdır. Olguları özdeşlik/farklılık, zıtların iç içe geçmişliği, nitelik/nicelik ve çelişki olmak üzere tarihsel birer ilişki olarak çözümleyip hem bugün ne olduklarını hem de onları bugünkü mevcut duruma getiren sistemin nasıl işlediğini kavramaya çalışır.

Baraka, tüm tarihi düz bir çizgiymiş veya önüne geçilemez bir gelişim süreciymiş gibi okumaya çalışanlardan farklı olarak yukarıda saydığımız diyalektiğin yasalarının tarih için de geçerli olduğunun bilincindedir ve bunu materyalist tarih anlayışı olarak isimlendirir. Bu bağlamda Baraka, idealizmin kapitalizmi meşrulaştırmak için değişmez bir insan doğasının varlığına yaptığı vurguyu da reddeder. Ve tarihsel gelişimi, tıpkı diğer tüm toplumsal gerçeklikler gibi karşıt kuvvetler arası mücadelenin bir sonucu olarak yorumlar.

Bununla ilişkili olarak Baraka, toplumlarda bir tabu haline gelmiş ve çoğunluk tarafından sorgulanması neredeyse imkansız olan din olgusuna da diyalektik materyalist açıdan bakar. Buna göre dini, toplumların maddi koşullarının yarattığı manevi ihtiyaçlarına göre tarihsel olarak değişiklikler gösterebilen bir çeşit toplumsal sözleşme olarak yorumlar. Dini, insanın kendi ürettiğine yabancılaşması olarak algılar ve insanın özgürleşmesi yolunda din eleştirisini bir zorunluluk olarak görür. Fakat bu eleştiriyi, inanan insanlara karşı bir baskı unsuru olarak görmez ve onları dışlamaz, hatta dinsel inancı sebebiyle ezilen kesimlerin mücadelesini destekler. Baraka, din eleştirisini ‘insanı kendi ürettiğinin kölesi haline getiren’ diğer tüm toplumsal koşulların ortadan kaldırılmasıyla bir bütün olarak kavrar.

Bugün tarihin sonunun geldiğini ve Marksizm’in mezara gömüldüğünü savunan hakim ideolojinin ve idealizmin temsilcilerine en iyi cevap yine Marx’ın bizlere bıraktığı diyalektik materyalist yöntem sayesinde verilebilir. Sürekli değişim içinde olan toplumu anlamanın bilimsel yolu; onu herhangi bir kalıp içine oturtmadan, değişimin tüm dinamiklerini birer karşılıklı ilişki olarak değerlendirmekten geçer. Bu bağlamda Baraka, diyalektik materyalizmi hem kendi değerleri ve çalışma tarzı anlamında hem de pratikte ortaya koyduğu mücadelede yöntem olarak benimser ve bu anlayışı bulunduğu her ortamda uygular.

 

x- Ekoloji:

Baraka yerel ve evrensel düzeydeki ekolojik sorunlara duyarlıdır ve doğanın tahrip edilmesine karşı mücadele eder.

“Çevrecilik”, pragmatik, insan merkezci ve mevcut sömürücü sistemin özünü eleştirmeyen bir anlayışa vurgu yaptığından Baraka “çevreci” değildir. Bunun yerine hayvanlar, bitkiler ve inorganik çevreleri arasındaki karşılıklı ilişkileri anlatan ve sistemi de sorgulayan bir mücadele alanına işaret eden ekoloji terimini kullanır ve kendisini ekolojist veya ekolojik sorunlara duyarlı olarak tarif eder. Diğer yandan Baraka, doğa merkezli, mistik ve temelde idealist bir yaklaşım olan derin ekoloji anlayışına da eleştirel bakar; insanın bilinci ve iradesiyle çevresini ve kendisini daha iyiye, güzele doğru geliştirme ve dönüştürme yeteneğini ve potansiyelini önemser.

Ekolojik sorunlar, kapitalizm öncesi üretim biçimlerinde de varolmakla beraber insanın ve diğer türlerin varlığını tehdit edecek boyuta kapitalizmle ulaşmıştır. Kapitalizm, sürekli büyüme ve kar etme güdüsüyle insanı ve doğayı hiçe sayan bir sistemdir. Bu sistem egemen sosyal ve ekonomik düzen olmaya devam ettiği takdirde, aslında hiçbir kullanım değeri olmayan mallar doğa ve insan emeği sömürülerek üretilmeye ve çılgınca tüketilemeye devam edilecek, emperyalist güçler dünyanın azalan kaynaklarını sömürebilmek için kendi aralarında ve yoksul ülkelerle savaşacak, iklim değişikliği, başta geri bırakılmış ülkeler olmak üzere tüm yerküredeki yaşamı olumsuz etkileyecektir. Hal böyleyken ekolojik hareketin radikalleşmesi, devrimci ve antikapitalist yönlerinin pekişmesi gerekmektedir.

Baraka, yaşanan reel sosyalizm deneyiminin, tarihsel koşulları gereği rekabetçi ve merkeziyetçi olması sebebiyle ekolojik bir toplum yolunda ilerleyemediğinin, tam aksine doğanın tahribine varan uygulamalar yaptığının altını çizer.

Baraka ekososyalist bir toplum; bir başka deyişle, üretim araçlarının kapitalist mülkiyetten kamusal mülkiyete dönüşeceği ve ekosistemlerin korunmasının ve yenilenmesinin tüm insan etkinliklerinin temel bir parçası olacağı bir toplum yaratmayı amaçlar. Ekososyalizmin hedefi, ekolojik akılcılığa, demokratik kontrole, toplumsal eşitliğe ve kullanım değerinin değişim değerinden üstün olmasına dayanan yeni bir toplumdur.

Ancak bu, bugün somut ve acil reformlar için mücadele edilmeyeceği anlamına gelmez. HHükümetin icraatlarını daha çevreci kılmak veya şirketlere baskı yapmak gibi sebeplerle mücadele verilebilir ve çevre örgütleriyle işbirliği yapılabilir. Bunun yanı sıra kapitalist kar ve sermaye birikimi mantığının dışına taşan ve alternatif bir toplumsallığa yol açacak hareketler (su vb. doğal kaynakların ticarileştirilmesine ve özelleştirilmesine karşı direnilmesi, kamusal ulaşım talebi,  tarımın şirketleştirilmesine ve ormansızlaşmaya karşı mücadele gibi) ekososyalist bilincin kitleler nezdinde somutlanmasının yolu olarak görülmelidir.

Tıpkı bulutların sınırlarda durmadığı gibi ekolojik sorunlar da Yeşil Hat tanımaz. Bu bağlamda enternasyonel bir dayanışma ile çözülebilecek ekolojik kriz,  adamızın birleştirilmesi ve halkların kardeşleşmesi için de bir imkan olarak kullanılmalıdır.

Baraka hayvan haklarından ve hayvan özgürleşmesinden yanadır. Zevk uğruna veya spor kılıfı ile hayvanların öldürülmesine; ava karşıdır. Hayvanların insana ait olmadığını, doğanın bileşenleri olarak hayvanlarla dengeli bir ilişki içerisinde yaşamamız gerektiğini savunur. Hayvanlar üzerinde tahakküm kurmanın, onları eğlence nesneleri olarak veyahut güç gösterisi için kullanmanın yanlış olduğuna inanır. Hayvanların dövüştürülmesine veya yarıştırılmasına ve onlar üzerinden kumar oynanmasına karşı mücadele eder.

 

xi- Enternasyonalizm:

Baraka enternasyonalisttir. Emekçi sınıfların, ezilen kesimlerin ve sömürülen halkların karşılıklı dayanışmasını, ortak mücadelesini ve eşitlik temelinde birlikteliğini savunur. Ulusalcı, milliyetçi veya liberal kamplaşmalardan herhangi birini tercih etmez. Baraka için küreselleşme bir çeşit burjuva enternasyonalizmidir ve bu da sermayenin küreselleşmesi anlamına gelmektedir. Baraka her ayrım noktasında ezilenlerin politik ve ideolojik hattında saf alır, sınıf temelinde politika izleyerek enternasyonalizm anlayışını “işçi sınıfının vatanı yoktur” şiarına bağlı kalarak oluşturur.

Baraka enternasyonalizm anlayışını sınıfsal temelde kurar. Ulusalcı ve milliyetçi anlayışlar ezilenlerin kurtuluşu mücadelesine zarar veren; gerçek hedefi gizleyen anlayışlardır. Emekçi sınıfların, ezilen kesimlerin ve sömürülen halkların mücadelesi her koşulda ortak düşman olan burjuvaziye/kapitalizme/emperyalizme karşı şekillenmelidir. Bu bağlamda ulusları uluslara, kimlikleri kimliklere kırdırmaya çalışan karşıtlıklar suni, hayali karşıtlıklardır. Sınıf temelinde enternasyonalizm anlayışı ise din, dil ve etnik kimliği farklı olan ezilen kesimlerin egemenlere karşı ortak mücadelesinin ve birliğinin zeminini oluşturur.

Baraka enternasyonalizmden turistik gezi turları veya sadece uluslararası ortak eylemlilikler yapılmasını anlamaz. Baraka’ya göre sınıf mücadelesinin “biçimi ulusal, özü uluslararasıdır!” Bunun 21.yy’daki karşılığı ise “küresel düşün yerel hareket et”tir. Buna göre Baraka mücadelesini yerel düzlemde kurar. Kendi ülkesinin sosyo-ekonomik ve kültürel koşullarına göre, yerelin kendi ihtiyaç ve talepleri üzerinden, kendi egemenlerine ve emperyalist odaklara (ve taşeronlara) karşı özgün bir şekilde örgütlenir ve mücadele eder. Fakat öte yandan bu mücadele sadece biçimsel olarak yerel veya ulusaldır. Özü bakımından ezilenlerin kurtuluşunun ve zaferinin uluslar arası ve küresel olduğunun farkında olan Baraka, sosyalizm mücadelesinin sınırlarını ulusal veya yerel ölçekte sınırlamaz. Bundan dolayı başta Türkiye ve Yunanistan işçi sınıflarının ve emekçi halklarının mücadelesi ile olmak üzere tüm dünyadaki emekçi sınıfların kavgası ile sadece dayanışmanın değil aynı zamanda da ortaklaşmanın ve birlikteliğin gerekli ve elzem olduğunu savunur. Bunun için aşağıdan toplumsal hareketlerin yaratıcısı olacağı yeni bir devrimci enternasyonalin gerekliliğinin altını çizer.

Baraka için küreselleşme kavramı emperyalizm denilmesinden çekinildiği için üretilmiş bir kavramdır. Küreselleşme ile ‘insan hak ve özgürlüklerinin geliştiği’, ‘savaşların azaldığı’, ‘sömürünün son bulduğu’, ‘ezme ve ezilme ilişkisinin ortadan kalktığı’ ve ‘sınırların anlamsızlaştığı’ savunuları birer yalandan ibarettir. Bugünün küreselleşmesi batı merkezli burjuva bir küreselleşmedir ve özgürlük özünde ulusal sınırlar içerisinde kalamayacak olan sermayenin uluslar arasındaki hareket özgürlüğüdür. Küreselleşme bir diğer anlamı ile Baraka için kapitalist emperyalist sistemin yeni ihtiyaçlarına uyarlanmış yeni bir kılıftır. Küreselleşme ile ulus devletlerin zayıfladığı veya ortadan kalkacağı da diğer bir yalandan başka bir şey değildir. Kapitalizm tarihi boyunca ulus devletler tarafından yenilenmiştir. Şu an da ‘küreselleşme çağında’ ulus devlet bizzat kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden örgütlenmekte ve varlığını sürdürmektedir. Baraka ne küreselleşmenin işçi sınıfı ve ezilen halklara özgürlük getireceği yönündeki sol liberal kampta ne de küreselleşmeye karşı oluşan ulusal solcu ve milliyetçi kampta yer alır. Baraka küreselleşme olgusu söz konusu olduğunda da sınıf temelli enternasyonalizm anlayışından taviz vermez. Öte yandan Baraka, ulusal kurtuluş kavgası veren ezilen halkların mücadelesini de emperyalist hegemonyaya karşı desteklenmesi gereken mücadeleler olarak görür.

Baraka,  Kıbrıs’ın emperyalizmin egemenliğinden kurtulması için Kıbrıslı Türk halkı ile Kıbrıslı Elen halkının ortak mücadelesini savunur. Bu kurtuluş mücadelesini özelde Türkiye ve Yunanistan emekçi kesimlerinin mücadelesinden genelde ise dünya işçi sınıfının mücadelesinden ayrı görmez. Kıbrıs sorunu konusunda da ne liberal ne de ulusalcı bir tavrı benimseyen Baraka; eş zamanlı olarak her iki halkın (bir birlerine karşı değil, birleşerek) kendi burjuvazilerine ve emperyalist odaklara ve taşeronlara karşı mücadelesini savunur. Baraka böyle bir mücadelenin Kıbrıs’a yerleşmiş ve geleceğini Kıbrıs’ta gören göçmen kesimleri dışlayıcı bir temelden kurgulanamayacağından hareketle, göçmen düşmanlığı biçiminde ortaya çıkan milliyetçi yanılsamaların karşısında konumlanır.

 

xii- Halkın Hakları:

Baraka, insanların yaşamak için ihtiyaç duydukları temel gereksinimlerin parasız olmasını, dolayısıyla da herkes için eşit derecede ulaşılabilir olmasını savunur ve bunun için mücadele eder. İnsanların toplumsal bir şekilde var olabilmelerini ve insanca yaşabilmelerini sağlayan gereksinimler; eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, enerji gibi temel haklardır. Bu haklar, halkını çok seven yöneticiler veya emeğe saygı duyan patronlar tarafından bahşedilmemiş, emekçi halkların yıllar boyunca verdikleri mücadeleler ile kazanılmıştır. Kapitalizmin belli dönemlerinde, emeğin yeniden üretimine hizmet ettiği oranda egemenlerce gasbedilmesine gerek duyulmayan halkın hakları, çağımıza damgasını vuran yapısal kriz ile sermayenin ve egemenlerin birincil hedefi haline gelmiştir. Sözde, krizden çıkış reçetesi olarak dayatılan neoliberal politikaların özü,  halkın tüm haklarını budayan özelleştirme, piyasalaştırma, taşeronlaştırma ve güvencesizleştirme gibi uygulamalara dayanmaktadır. Sağlık ve eğitim başta olmak üzere halkın en insani, en temel hakları, sadece parası olanların satın alabileceği metalara dönüştürülmekte, kısacası parası olmayanın yaşam hakkının da olmayacağı bir barbarlık düzeni yaratılmaktadır. Halkın temel haklarını; insanlığın ortak zenginliklerini ve dünyanın tüm doğal kaynaklarını neoliberal saldırganlığa karşı savunmak, halkın en temel meşru hakkıdır. Çünkü halk, ancak neoliberal sermaye saldırılarını püskürtebildiği oranda kendisine insanca bir yaşam alanı açabilecektir.

Bir yandan neoliberal politikalarla tüm yaşamsal ihtiyaçları sermayenin eline teslim eden  egemenler,  öte yandan bunun kültürel ve sosyo-psikolojik boyutunu da alttan alta örmektedirler. Kamusal hakların karşılığı olan hizmetler, bilinçli olarak hantal, verimsiz ve ulaşılamaz kılınmakta böylelikle halkta özelleştirmelere karşı oluşabilecek tepkiler törpülenmektedir. Oysa bugün sessiz sedasız kaybedilen temel haklarımız, ezilen halkı yoksulluğa sürüklerken, yarın, sınıf farkının daha da keskinleşmesiyle,  küçük burjuva kesimlerin dahi ulaşamayacağı pahada mal ve hizmetler olarak karşımıza çıkacaktır.

Yıllardır üretimden koparılan ve TC egemenlerince ekonomik, politik ve kültürel olarak asimile edilmeye çalışılan Kıbrıslı Türk halkının varlık mücadelesi, neoliberal dayatmalara karşı halkın haklarını savunmaktan geçmektedir. Baraka, halkın haklarına yapılan saldırılar karşısındaki duruşunu, hem bir direniş hem de yeni toplumsal düzenin yaratılması yolunda bir inşa süreci olarak algılar ve mücadelesini bu doğrultuda kurgular.

 

xiii- Kültür-Sanat:

Kültürü, bir toplumun yaşayış ve düşünüş biçimi, her türlü maddi ve manevi özellikleri olarak kavrayan Baraka, kültürün durağan değil yaşayan bir değer olduğu tesbitini yapar. Bunun yanı sıra kültürel alan, Kıbrıslı Türk halkının bugün içinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşulların tahlilinde, toplumu dönüştürecek ve devrimcilerin devrimcileşmesini sağlayacak bir araç olarak da görülmektedir. Dolayısıyla Baraka, mümkün olduğuna inandığı “başka bir kültür”ü bugünden yaratmak için kültür-sanat alanında mücadele verir.

Kapitalizmde kültür-sanat bir pazar haline gelmiş, toplumun yaşam biçimi ve yaratıcılığı alınır-satılır bir metaya dönüşmüştür. Kolektivitenin ve toplumsal emeğin değil tüketimin ön planda olduğu piyasacı bir kültür-sanat anlayışı, “arz-talep” kandırmacasıyla kitlelere sunulmaktadır. Baraka, egemen toplumsal ve ekonomik ilişkileri destekleyen ve sürüp gitmesine yardımcı olan popüler kültürü onaylamaz. Sanatsal üretimde ve kültürel faaliyette popüler kültürün “piyasa kaygısı”, “çabuk kullanım-hızlı tüketim” ve “standartlaştırma” gibi tuzaklarından uzak durur. Ancak kapitalist sistemin ilişki biçimlerinden tümüyle azade olunamadığı gibi popüler kültürden de tamamen uzak durmak olası değildir.

Egemenler, kendi meşruiyetlerini sağlamak ve kitleleri kontrol altında tutabilmek için düşünme, sorgulama yetisini devre dışı bırakan apolitik bir sanat anlayışını yaygınlaştırmaya çalışırlar. Oysa Baraka’ya göre insanın bütün faaliyetleri gibi sanat da politiktir ve “sanata politika karıştırmayalım” diyenler, egemenlerden yana bilinçli bir politik faaliyet içindedirler. Baraka, kaynağını halktan alan, ürünlerini halkla paylaşan ve daha da ileri giderek üretimini halkla birlikte yapmayı hedefleyen bir devrimci sanat anlayışını savunur. Bununla beraber kültür-sanat alanının politik olması, onun politikanın bir alt ilişkisi, bir yan bileşeni olduğu değil, karşılıklı etkileşim içerisinde birbirlerini besledikleri anlamına gelir. Devrimci sanattan bahsedildiğinde de estetikten yoksun, kısır, ruhsuz bir üretimden söz edilmemekte aksine, insanın en derin en güçlü duygularına seslenen, yarınlara duyulan inancı pekiştiren, biçimsel olarak deneyselliğe açık ve her daim sanatın bilmi ve teorisiyle de desteklenen bir anlayış benimsenmektedir.

Sanat, belli bir seçkin kesimin veya “uzman” kişilerin üretimine veya haz almasına terk edilemeyecek kadar insani ve toplumsal bir yaratıdır. Tarih boyunca her sınıf kendi sanatını üretmiş ve yaşamda var olma şeklinin bir yansımasını insanlığa miras bırakmıştır. Her dönem olduğu gibi günümüzde de egemen sanat anlayışı, ideolojik hegomonyanı elinde bulunduran iktidarın sanatıdır. Ezilen sınıflar sanatta edilgen kılınmakta, “yüksek” sanatsal üretim onlara layık görülmemektedir. Baraka, sanatı ve insanları kategorize eden bu elitist yaklaşımlara karşı direnerek halkın sanatsal yaratıcılığının teşvik edilmesini savunur. İdeal bir toplumda sanatçılar değil, başka etkinlikler yanında sanatla da uğraşan insanlar olacaktır ve sanat ancak bütün sınıfsal ayrıcalıklar ortadan kalktığında özgürlüğüne kavuşacaktır.

Kıbrıslı Türk halkı bir yandan bireyci ve rekabetçi kapitalist kültürün ve ekonomik sömürünün bir aracı olan kültür emperyalizminin gizli saldırısı altında iken, öte yandan açıkça kültürel asimilasyon tehdidi ile de boğuşmaktadır. Baraka, gerek kendi dahil olduğu halka gerekse başka halklara dayatılan asimilasyon politikalarının egemenlerden kaynaklandığının bilinciyle, halkların kardeşliği temelinde bir kültür mücadelesini savunur. Kök saldığı topraklarda boy veren ve kendisini var eden kültürün yaşatılmasına özel bir önem atfetmekle birlikte kültür fetişizmine de yönelmez.

Baraka, kültürel alanda verdiği mücadele ve sanatsal üretimleri ile sistemin dayatmalarının karşısında bir seçenek yaratma iddiasındadır.

 

xiv- Özgürlük ve Eşitlik:

Baraka hem eşitlikçi hem özgürlükçüdür. Özgürlük ve eşitlik değerlerini birbirlerinden koparılamaz biçimde kavrar. Ne liberal ideolojinin bireysel, sınıfsal farklılıkları görmezden gelerek, “hukuki eşitlik” adı altında eşitsizlikleri gizleyen, sınırsız, sorumsuz özgürlükçülüğünü; ne de reel sosyalist deneyimlerin insan yaratıcılığını baskı altına alan, kaba eşitlikçiliğini benimser. Baraka için hem özgürlük hem de eşitlik insan toplumlarının vazgeçilmez yapı taşları, birbirlerine karşı konumlandırılamayacak kadar iç içe geçmiş temel unsurlarıdır. Hem özgürlüğün hem de eşitliğin ortak paydası toplumsal insandır; yani eşitlik olmadan özgürlük, özgürlük olmadan eşitlik olamayacağı gibi, toplum olmadan da ne özgürlük ne de eşitlikten söz edilebilir.

Baraka özgürlükçüdür. Bugün “özgür olmak”; diğerlerinin özgürlüğüne rağmen elde edilen bir kazanım veya hak olarak kavranmakta, en iyi ihtimalle diğerlerini umursamamayı içermektedir. Oysa özgürlük gerek kişisel, gerek sınıfsal, gerekse de toplumsal anlamda kolektiviteden koparılamayacak, kişisel olarak değil kolektif olarak ulaşılabilecek bir olgudur. Bu biçimi ile kavrandığında kişisel olarak “özgür olmak”tan değil kolektif bir “özgürleşme” sürecinden bahsedilebilir. Böylesi bir süreçte bireyin özgürleşmesinin kesin ön koşulu; toplumsal, sınıfsal, kolektif özgürleşme sürecidir.

Baraka’nın özgürlük anlayışı, liberal ideolojinin sunduğu “seçme özgürlüğü” anlayışından temel olarak farklı bir pratiktir. Sistemin sunduğu seçenekler içerisinden tercih yapmaktan ibaret bir özgürlük, en iyi ihtimalle özgürlüğün karikatürü olarak anlaşılabilir. Oysa gerçek özgürlük kendi seçeneğini yaratabilme seçeneğini de içermelidir. Bu da verili sistemin sınırlarından öteye geçebilmek riskini almayı gerektirir. Elbette sırf farklı olmak adına temelsiz fikirleri, pratikleri savunmaktan bahsetmiyoruz. Böylesi bir yaklaşım zorunluluk ve özgürlük arasındaki ilişkinin doğru tahlil edilmesini gerektirir. Zorunlulukların körü körüne benimsenmesi kadar, temelsiz bir şekilde görmezden gelinmesi de yanlıştır. Özgürleşme süreci, mevcut durumun her yönü ile anlaşılması, zorunlulukların kavranması ve aşılabilmesi için uygun araçların kolektif olarak yaratılması demektir.

Baraka eşitlikçidir.  Liberal ideolojinin sunduğu “hukuk önünde eşitlik”, bugünün toplumunda bugünün insanlarının eşitlik ihtiyacını karşılayamamaktadır. Gerçek hayatta eşit olmayan insanlar hukuk önünde de eşit olamazlar. Bu da bir yandan sınıfsal eşitsizlikleri doğal kabul edip, diğer yandan da “hukuk önünde eşitlik”ten bahseden liberallerin ikiyüzlülüğünün en açık göstergesidir. Baraka bireyler arasında var olan kişisel, tensel, cinsel, entelektüel, kültürel farklılıkları eşitlik için bir tehdit olarak değil insan topluluklarının zenginliği olarak görür. İnsanları böylesi bir temelde eşitleme çabasını gerici bir çaba olarak tanımlar ve reddeder. Ancak kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkileri ile oluşan sınıfsal eşitsizliklerin insan gelişiminin önündeki en temel engel olarak hemen ve bir defada kaldırılması gerektiğini savunur. İnsanın insan tarafından sömürüsü demek olan üretim araçlarının özel mülk edinilmesi devam ettiği sürece kalıcı bir eşitlik de mümkün değildir. Kaba bir eşitlikçiliğe karşı olan Baraka, mülkiyet ilişkilerinden, mirastan devralınan avantajların ortadan kaldırılması ve gerçek fırsat eşitliğinin yaratılması için mücadele eder. Bundan dolayı Baraka eşitlik mücadelesini anti-kapitalist bir zemin üzerinde kurar.

Baraka kapitalist düzen içerisinde eşitsizlikleri azaltmaya yönelik tüm mücadeleleri olumlu bulur. Fakat siyasi ufkunu da bununla sınırlamaz. Baraka eşitsizlikleri yaratan koşulları ortadan kaldırmayı hedef belirler. Tekil hak ve eşitlik talebi mücadelelerinin, sistem karşıtı anti-kapitalist bir alternatife doğru evrilmesi gerektiğini savunur.

Baraka’nın kurguladığı özgürlükçü ve eşitlikçi toplum; “birimizin özgür gelişiminin herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu yeni bir birlik”tir.

 

xv- Spor:

Baraka, şirketleşmemiş, oyun, sağlık veya eğlence amaçlı spordan yanadır. Genel hatlarıyla söylemek gerekirse oyun; normal koşullarda kolaylıkla yapabildiğimiz bir şeyi, kurallar koymak suretiyle zorlaştırarak yapmaya çalışmaktır. Günümüzde en fazla şirketleşmiş spor olan futbol bile özünde basit bir oyundur ve üç direk arasından bir topu, ayak kullanarak geçirme çabasından ibarettir. Baraka, sporun herkes tarafından bir oyun olarak görülmesi ve rekabet çerçevesinde değil de bir eğlence ve sağlık aracı olarak yapılması için mücadele eder.

Rekabetin başarıyı artırdığı iddiası sistemin dayattığı koca bir yalandır. Spora rekabet katmak, sadece birbirlerini düşman olarak gören, her türlü sahtekarlık ve düzenbazlığa yatkın, hastalıklı sporcular ve taraftarlar yaratır. Günümüzde spora karıştırılan rekabet duygusu beraberinde holiganizmi, taşlı sopalı taraftar kavgalarını, doping ilaçları içen, birbirine kasıtlı tekme ve yumruk atan sporcuları doğurmuştur. Bu tarz olaylar,  “bazı sporcuların veya taraftarların seviyesizce ve insanlığa ayıkırı davranışları” safdilliği ile tanımlanamaz. Tüm bunların kaynağı sporculara ve taraftarlara aşılanan kazanma hırsıdır. Bize göre herhangi bir kişi veya takım, sporunu yaparken onun oyun, eğlence veya sağlık amaçlı olduğunu idrak edebiliyorsa, zaten kazanmış demektir. Ayrıca Baraka, spor dünyasında iyi, ahlaklı, karşı takıma saygılı anlamında sıkça kullanılan “sportmen” sözcüğünü kullanmayı, bir cinsel kimlik üzerinden (men) tanımlandığı için benimsemez.

Kapitalizmin doymak bilmeyen kar etme arzusu hemen hemen tüm spor dallarını etkisi altına almıştır. Büyük küresel şirketler sponsorluk kılıfıyla, bahis firmaları ise her türlü sahtekarlığı spora dahil ederek, küçük kulüplerin veya spor emekçilerinin sırtından kar elde etmektedirler. Baraka, sporun kar etme amacıyla yapılmasını ve spor üzerinden kumar oynanmasını doğal görmez ve paranın, oyun ve eğlencenin önüne geçtiği faaliyetlerin spor olmaktan çıktığını savunur.

Baraka, her anlamda sömürülen sporcuların sendikalaşması gerektiğini düşünür ve bu doğrultuda yapılan çalışmaları önemser. Her insan gibi sporcuların da hakları için mücadele edebilecekleri bir sendika kurma ve sendikalaşma hakları vardır. Sporcuların bu haklarını görmezden gelen ve sendikalaşmalarının önüne geçen kulüp patronlarına karşı mücadele etmek gerekmektedir.

Baraka, devrimci taraftar gruplarına sempatiyle bakar. Rekabete karşı duran, sporu oyun ve eğlence aracı olarak gören, bunun için mücadele eden devrimci taraftar gruplarının mücadelesini selamlar.

Baraka, kuralları içerisinde öldürme veya başka bir canlıya zarar verme olan oyunları kesinlikle tasvip etmez. Bu çerçevede bakıldığında, avcılık ve at yarışları bize göre kesinlikle bir spor değildir. Savunmasız canlıları öldürmek ya da hayvanları kapasitesinin üzerinde zorlayarak koşturtmak sonra da bunu spor adına yaptığını söylemek, en az kapitalist kar ve rekabet anlayışı kadar tehlikeli ve karşı çıkılması gereken bir durumdur.

 

xvi- Sosyalist Feminizm

Baraka feministtir. Feminizmi, temelde bir eşitlik ve özgürlük talebi olarak tarifleyen Baraka, kapitalist sistem içerisinde ancak sosyalist feminizmin gerçek bir eşitliğe ve özgürlüğe giden yolu inşa edebileceğine inanır. Sosyalist feminizm, kadınların tahakküm altına alınmasını, kimlik, ırk, etnisite veya cinsel yönelim gibi diğer yönleriyle birlikte ama esas olarak sınıf ve cinsiyetle bütünleşik olarak kavrar, tüm analizlerini ve mücadelesini kadınların özgürleşmesi amacıyla yapar. Baraka, sınıfı, kadınların yaşamında merkezi bir yerde görür ancak aynı zamanda cinsiyete, ırka, kimliğe, cinsel yönelime dayalı baskı biçimlerini sadece iktisadi sömürüye indirgemez.

 

Cinsler arasındaki farklılıklara dayanan işbölümü, sınıflı toplumlar öncesinde de var olmakla beraber, toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlar aleyhine yerleşmesi sınıflı toplumlarla birlikte,  pekişmesi ise özel mülkiyet rejimi ile bağlantılı olarak kapitalizmle beraber ortaya  çıkmıştır. İnsani değer ve ihtiyaçları değil, maksimum karı ön planda tutan  kapitalizm, çeşitli tarihsel dönemlerde varlığını devam ettirebilmek adına sınıfsal, dinsel ve etnik ayrımların yanı sıra cinsiyete dayalı ayrımcılıkları da pekiştirerek bu yönde bir kültür yaratmıştır. Bu nedenle feminist mücadele ayrımcılıklardan beslenen kapitalist sistemi, bu sistemin yarattığı  kültürü ve kurumları sorgulamak ve karşısına almak zorundadır.

Baraka, özgürlükçülüğü savunmakla birlikte dinsel gericiliğe geçit vermenin, kadınların tahakküm altına alınmasının ve farklı cinsel yönelimlerin yok sayılmasının derinleştirilmesi anlamına geldiğini bilerek, feminist bir yaklaşımla da gericilikle mücadele eder.

Bunun yanı sıra kapitalizm, doğanın su, gıda, vb. kaynaklarını, sermayenin çıkarına ve halkların aleyhine adaletsiz bir şekilde kullanmaktadır. Kadınlar, yeniden üretim alanındaki toplumsal rollerinden ötürü, doğanın sömürüsü sonucu yaşanan yoksullaşmadan en çok etkilenenlerdir. Dolayısyıla feminist mücadele ekoloji hareketi ile de ortak bir paydada buluşur.

Baraka, kadın ve erkeklerin fiziksel farklılıklarının eşitsizlik yaratmaması gerektiğini, insanların toplumsal, sosyal ve kültürel yaşam içerisinde eşit fırsatlara sahip olmalarını savunur. Kadınları ev içerisine mahkum eden, ev işlerini ve çocuk bakımını kadınların görevi olarak kabullenen, sadece erkeklerin siyasette, sendikada ve kamusal alanda olmalarını normal sayan ve lezbiyen/gey/biseksüel/trans bireylerin toplumsal yaşam içerisinde yerlerinin olmadığını düşünen egemen anlayışa karşı mücadele eder.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden farkında olarak veya olmayarak tüm insanlar olumsuz etkilenmektedirler. Erkek egemen bir toplum yapısında yaşadığımız için öncelikle kadınlar ve özellikle sömüren sınıftan değil, sömürülen sınıftan olan kadınlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden mağdur olmaktadırlar. Bununla beraber, erkek egemen toplumun erkekler üzerinde kurduğu baskı da göz ardı edilmemelidir. Ayrıca erkek egemen sistem, herkesi heteroseksüel kabul ettiği için aynı cinsiyetler arasyndaki birliktelik hoş görülmemekte ve sistemin “normal” kabul ettikleri dışındaki herkes hastalıklı görülmekte veya yok sayılmaktadır. Baraka, insanların cinsel yönelim, tercih ve kimlikleri ne olursa olsun toplum içerisinde kendilerini özgürce ifade edebilmeleri ve toplumsal yaşamın her alanında ayrımcılığa uğramadan var olabilmeleri gerektiğini savunur ve bu yolda verilen mücadelelerle dayanışır.

Yolunu sosyalist feminizme göre çizen Baraka, sosyalist veya devrimci olmayan ancak toplumsal mücadelede ilerici ve emekten yana olan feminist çalışmalarla da dayanışma gösterir.

Kadınların ve dolayısıyla tüm toplumun özgürleşmesi, erkek egemen toplum yapısına karşı duran kadın ve erkeklerin, feminist, anti kapitalist ve ekolojist bir temelde dayanışması ile mümkün olacaktır. Bu mücadele verilirken erkek egemen sistemin araçlarını kullanmamaya, cinsiyetçi kalıpları ve dili yeniden üretmemeye önem gösterilmelidir.

 

 

Facebook6k
Twitter2k
646