Argasdi’nin 60. sayısında yer alan makalemiz aktivistimiz Mustafa Keleşzade’nin kaleminden sizlere ulaşıyor. “Barış Umutları Bitti mi?”
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mustafa Akıncı’nın kaybetmesi ile bir hayal kırıklığı ortamı oluştu. “Her şey bitti” sesleri yüksek perdeden seslendirilmeye başlandı. Peki, durum gerçekten de böyle mi?
Adanın bölünmesinden bugüne 47 sene geçmiş durumda. Bu senelerin 37’sinde Cumhurbaşkanlığı koltuğunda “çözümsüzlük çözümdür” diyen kişiler oturdu. Sadece 10 senesinde ise Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı oturdu. Daha da ilginci ise Kıbrıs’ta çözüm ve barış için Kıbrıs’ın kuzeyinde on binlerce kişilik mitinglerin yapıldığı, tartışmasız en güçlü nabzın olduğu yıllarda, yani 2000’li yılların ilk yarısında Cumhurbaşkanlığı koltuğunda yine bir “çözümsüzlük çözümdür”cü oturmaktaydı. Hem de 2000 yılında gerçekleşen seçimin ilk turunda yarış, barış yanlıları ile barış karşıtları arasında da geçmemişti. İki çözümsüzlükçü aday Denktaş ve Eroğlu seçimlerin ilk turunda yüzde 80’e yakın oy almıştı. Bu seçimde barış yanlısı diyebileceğimiz iki aday olan Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı’nın toplam oyu ise yüzde 21’de kalmıştı. 2020 seçimlerine benzer şekilde dış müdahalelerin damga vurduğu ve Derviş Eroğlu’nun “Peşimde 42 tane MİT ajanı dolanıyor” diyerek ikinci turunda çekildiği seçimi hükmen statükonun “has adamı” Denktaş kazanmıştı. Fakat ne olmuşsa olmuş daha beş yıl geçmeden gerçekleşen Annan Planı referandumunda Kıbrıslı Türk halkının yüzde 65’i federal bir çözüme evet demiş, Denktaş ilk seçimlerde aday dahi olamamıştı.
Gerçekten nasıl oluşmuştu bu durum?
2000’li yılları Kıbrıslı Türk halkı bugün olduğu gibi baskıların ve ekonomik zorlukların içerisinde karşılamıştı. Türkiye’de ise aynı dönem, emperyalizmin neoliberal dönüşüm politikalarına denk gelmiş ve bu yeni dönemin ihtiyaçlarını karşılayamayan iktidar bloğu içerisinde bir dağılma yaşanmış ve başını neoliberal İslamcı AKP’nin çektiği yeni bir iktidar bloğunun oluşumunun adımları atılmıştı. Bu koşullar karşısında ise Kıbrıs’ın kuzeyinde sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve partiler seçimlerde alınan sonuçlarla pes etmek yerine, baskılar ve yaşanan başta mudi krizi gibi ekonomik sorunlara karşı oluşan tepkiyi sokakta örgütleme yolunu seçmişti. Türkiye’de yeni iktidar bloğu kurulurken yaşanan boşluk ve nispi demokratik ortam da Kıbrıs’ın kuzeyinde statükonun yıkılması için bir fırsata dönüşmüştü. Böylece yıkıcı bir seçim sonucunun ardından barış için umutların doruk noktasına çıktığı bir süreç yaratılmıştı.
Peki, bugün ne durumdayız?
Bugün ile 2000’li yılların başının benzer pek çok yönü var. Bu benzerliklere geçmeden önce bu görüşe karşılık “ama nüfus yapısı değişti” diyenlere istatistiki bir cevap vereyim. Ersin Tatar seçimlerin ikinci turunda 67 bin oy aldı, Annan Planı’nda çıkan “evet” oyu rakamsal olarak 77 bindi. Yani ortada istatistiki olarak böylesi bir durum yoktur. Ayrıca böylesi bir argüman siyasi ve sosyolojik bir karşılığa da sahip değildir; Annan Planı’nda kökeni fark etmeksizin Kıbrıslı Türk halkının yüzde 65’i evet demişti. Belki de en çok göçmen insanlar federal bir Kıbrıs için o dönem umutlanmıştı. Çünkü Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulu statüko halkın geneline zarar vermekle beraber, adanın güneyine dahi geçemeyen Türkiye kökenli emekçi insanımıza en büyük zararı vermekte ve izole durumu yaratmaktaydı. Bu durum halen sürmektedir. “Nüfus yapısı değişti” cümlesi umutsuzluğa zemin hazırlamak veya mücadeleden kaçmak için kullanılan sinik bir argümandan öte bilimsel bir zemine yaslanmamaktadır.
Bugün 2000’li yılların ilk dönemlerine benzer bir ekonomik krizin içerisinden geçmekteyiz. O dönemin mudi krizinin yerini bu dönemde kredi borçlusu bir toplum ve döviz krizi almış durumdadır. Toplumsal sıkışmışlık ise pandemi döneminde geçiş noktalarının da kapanması ile üst noktaya ulaşmıştır. 2000 seçimlerinde Eroğlu’nun seçimlerden çekilmesi ile ortaya çıkan irade müdahalesinin daha da katmerlisi 2020 seçimlerinde Akıncı’ya karşı uygulanmış durumdadır. Türkiye’de iktidar bloğu ise 2015 yılından beri sallanmaktadır. Bugün MHP ve eski iktidar bloğu kirli bir ittifak yapmadan ayakta duramaz hale gelmiş ve kaybettiği halk desteğini milliyetçilikle saldırganlaşarak dengelemeye çalışmaktadır. Bu çabası ise hem ekonomik krizi derinleştirmekte, hem de dış politikada her geçen gün daha fazla düşman edinmesine sebebiyet vermektedir. Yani Türkiye’de iktidar bloğu sallanmaktadır.
2000’li yıllar ile bugün arasında benzerlikler olduğu kadar farklılıklar da vardır. Öncelikle 2000 seçimlerinde iki çözümsüzlükçü aday arasında seçim yapılması dahi engellenen Kıbrıslı Türk halkı bu sefer barış ve iradeyi seçimlerde tüm baskılara rağmen ikinci tura taşıyabilmiştir. Eroğlu gibi baskılara karşı çekilmeyi tercih eden bir aday yerine ilk kez sonuna kadar gidip onurlu bir mücadele deneyimini toplumun kazanımı olarak elde eden bir adayla seçimlere girilmiştir. 2000’li yıllarda siyasi egemenlik, renksiz, kokusuz bir çözüm söylemine mücadeleyi hapseden CTP’de iken, bugün halka yönelik tüm dayatmalara karşı mücadeleyi hedefine koyan, “biat değil özgürlük” diyen, “Ankara Elini Yakamızdan Çek” diyen bir siyasi öznenin oluşumu görülür şekilde gerçekleşmektedir.
Yani 2000’le koşullar itibarı ile benzer bir mücadele zemini varken, daha gerçekçi ve korkusuz bir siyasi öznenin mücadele içerisinde oluşma olasılığı bu dönemin karakteristiği olarak şekillenmektedir. 10 Kasım’da neredeyse kendiliğinden gelişen “Demokrasi ve İrade Mitingi”, 15 Kasım’da Tayyip Erdoğan’ın adaya geldiği gün Bağımsızlık Yolu’nun çağrısı ardından ilerici örgütlerin ortak organizasyonuna dönüşen ve yasaklara rağmen yapılan “Emek, Demokrasi, İrade” eylemi göstermektedir ki sokak da yine mücadelenin merkezi haline dönüşecektir.
Bu çerçevede “barış umutları bitti mi?” sorusuna cevap verecek olursak, umutsuzluğu değil mücadeleyi seçerseniz bağımsız ve halkları kardeş bir Kıbrıs için yürünecek açık bir yolumuz var.
Recent Comments