YETERKİ ONURSUZ(UN) OLMASIN AŞK

Argasdi dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran aylarını kapsayan 42. sayısı bayilerde…

“Onur” dosya konusunu ele aldığımız bu sayıdan makalelerimizi paylaşmaya “Aşk”la başlıyoruz…

 

83321c74-ed56-4993-82a3-bd650402aa7dTahsin Oygar

tahsinoygar@yahoo.com

Aşk, tarih boyunca, şiirlere, kitaplara, şarkılara, türkülere, masallara, efsanelere ve filmlere konu olmuş, insanın tüm yaratıcı potansiyelini etkilemiş bir duygu. Kimine göre yalan, kimine göre ise acı, bazen mutluluğun kaynağı bazense hayatın anlamı olmuş. Nice düşünür, aydın üzerine kafa patlatmış, kimi dağı delmiş, kimi çöle düşmüş, bazen “yaratana” hissedilen duyguya, bazense bizatihi kendisi tanrılara dönüştürülmüş. Yine de hep var olmuştur. Bence aşkı, ambiyans ve ortamın büyüsü ile aşık olanın karakteri ve özgünlüğü etkiler. Tabii ki aşık olunan varlık(lar), arzu ve tutku da vazgeçilmezdir. Bana göre aşk bağımlılık, alışkanlık, sahiplenme veya ihtiyaç değildir. Aşk, arzuyu, tutkuyu sürekli kılma çabası, risk alma, özgürlük, direnmek, eşitlik, acı çekmek, örgütlenmek, çaresizlik, idrak etmek ve değişmektir.

İlk önce, ambiyans ve ortamın büyüsü ile başlayalım; aşk, günümüz ataerkil kapitalist düzeni ve ortamından ayrı düşünülebilir mi? Elbette ki hayır. Toplumsal üretim biçimimiz, mülkiyet ilişkilerimiz, sınıfsal durumumuz, her şeyi etkilediği gibi aşkı da derinden etkilemektedir. Kapitalizm; plansızlığı, çılgın kar hırsı, tüketim kültürü, toplumsal bir akıldan yoksunluğu ile ezilen sınıfları hem maddi hem de manevi bir saldırı altında bırakıyor. Hayatımızdaki sığınılabilecek tüm sakin limanları ortadan kaldırıyor. Müthiş bir koşuşturmanın içerisinde, hayatta kalmaya, yaşamaya çalışırken aniden ülkeniz emperyalizmin yeni çıkarları doğrultusunda işgal edilebilir, neoliberal politikalar yüzünden eğitim, sağlık, ulaşım, barınma vb. harcamalarınız bir anda hayatınızı idame ettiremeyeceğiniz duruma gelebilir. İşsiz kalabilirsiniz, tabii bir işiniz varsa veya piyasanın istekleri doğrultusunda denetimsiz satılan gıda ürünlerinden kanser olabilirsiniz. Erkek egemen sistem, üretim araçlarının ve varlıklarının kendi biyolojik çocuklarına miras kalabilmesi için sizi evlilik sözleşmelerine, bekâret safsatalarına mahkum edebilir, “namus” cinayetlerine kurban edebilir. Teninizin rengi ya da cinsel yöneliminiz yüzünden türlü ayrımcılıklara ve şiddete maruz kalabilirsiniz. Tüm bunların karşısında sol, sosyalist vb. ilerici fikirler çerçevesinde tarihsel bir mücadele veriliyor. İnsanlık onuru ve vicdanı, adalet, eşitlik, özgürlük, ekolojik bir yaşam anlayışı için bulabildiği her alanda direniyor. Okulda, iş yerinde, ailede ve sokakta… Direnişini ve kendi alternatif kültürünü örmeye çalışırken, egemen kültürle de kıyasıya savaşıyor. Aşkın, kapitalizm koşullarında metalaşmasına (ki bu sevgililer gününde iliklerinize kadar hissedilir duruma gelir) karşı çıkılmaya çalışılırken alternatif bir aşk anlayışı, toplumsal cinsiyet rollerinin dayatmalarına karşı da mücadele her alanda sürüyor. İşte ambiyans ve ortam bu.

Böyle bir ortamda aşık olanın karakteri ve özgünlüğü,  kendi yaşam koşulları bağlamında değişip şekilleniyor tabii. Yani bu kavga ortamı içerisinde tuttuğu saf, farkında olmadan bilinçsizce maruz kaldığı koşullar veya bilinçle kendi sınıfının çıkarları anlamında seçtiği taraf kendini tekrar tekrar oluşturuyor. Bireyin karakterini ve özgünlüğünü koruma girişimi onur veya öz saygıyla desteklenir. Onur dediğimiz şey kısaca, kişinin kendine duyduğu saygı, yani kendini oluşturan değerler kümesine  (ki bu kesinlikle durağan bir şey değil, sürekli değişen ama nihayetinde bir bütünlüğü olan bir şeydir) saygısı ve kamusal alanda, anlaşılma ve hiçe sayılmama beklentisidir diyebiliriz. Bu anlamda çevresel ve toplumsal baskıda bireyin özgünlüğü ve karakterini korumasına yardımcı olan onur devreye girer. Kişinin kendi karakterini ve özgünlüğünü koruma çabası olan onur, yukarıda bahsettiğimiz ortamda neye dönüşmektedir? Narsist kendini beğenmiş bir bencilliğe mi? Yoksa toplumsal düşünürken, bireyselliğini de önemseyen bir karaktere mi? Yani yaşandığı iddia edilen her aşk; aşk mı? Hissedilen her karaktersel dönüşüm onursuzluk mu?

Postmodern feministlerin genelde savundukları “aşk aşktır” söylemine bir bakmak gerekir diye düşünüyorum. Bu söylemde, niyet okuması yapmak gerekirse iyi bir niyet ile söylenmiş yanlış bir teoriye rastlarız. Şöyle ki “aşk aşktır” sloganı ile niyet edilen şey “heteroseksüel bireylerin yaşadığına aşk diyorsunuz da hemcins ile yaşanan eşcinsel bir aşka neden aşk diyemiyorsunuz”dur ki kesinlikle bu türden aşkı “sapkınlık”, “hastalık” diye değerlendiren homofobik bireyler toplumumuzda çoğunluğu oluşturuyor. Ama eşcinsel bir ilişkide de tahakküm ve onursuzlaştırma olabileceğinden bu totaliter slogan ne yazık ki temelsiz kalmaktadır. “Aşkı yaşayan bireylerin heteroseksüel olsun, eşcinsel olsun partner(ler)ini tahakküm altına almayan, karakterini ve özgünlüğünü ortadan kaldırmayan her aşk gerçek anlamda aşktır” demek onursuzlaştırmaya ve tahakküm ilişkisine de karşı çıkmak değil midir? Onur için de ayni şeyler geçerlidir diye düşünüyorum. “Bizim gibi varlıklı bir ailenin ferdi olarak, bu çapulcu, yoksula aşık olman onuruma dokunuyor” cümlesini kuran kişinin karakteri ve özgünlüğünün de ciddi bir “onursuzlaştırmaya” ihtiyacı var diye düşünüyorum.

Onur Haftası (1969’da New York’taki Stonewall İnn barında baskıya ve şiddete dayanamayan eşcinsellerin ayaklanmasıyla polise karşı verilen LGBT mücadelesinin yıl dönümü) ise LGBT bireylerin onurlu birer insan olarak yaşama hakkı talepleridir. O zaman burada anlamamız ve taraf olmamız gereken bir onur anlayışı ortaya çıkmaktadır. Özgürlükçü, eşitlikçi ve toplumsal bir onur…

Sezen Aksu’nun da dediği gibi aşk onursuz olmamalıdır. ‘‘Gel/Sokağıma gel/Penceremi aç/Yatağıma gel/Hadi hazırım/Yeter ki onursuz olmasın aşk’’. Tabii ki onursuz olmasın aşk ama bir de Cemal Süreya’ya bakalım mı? ‘‘Daha nen olayım isterdin/Onursuzunum senin!’’. Şimdi bu ne yaman çelişki demezler mi? Her okuyan aşığın içini allak bullak eden bu dizelere bence iki açıdan yaklaşılabilir. Eşitlikçi ve özgürlükçü bir aşk içinde insanın kendi karakterini ve özgünlüğünü kendi isteği ile değiştirmesini, eski durumuna göre bir “onursuzlaşma” olarak tanımlayabilir veya bu yaşadığımız boktan sistemde keşke tek onursuzlaşmamız, böyle bir aşk için olsun diyebiliriz. Varın siz karar verin.

 

Kaynaklar:

http://lgbti.org/

http://www.sosyalistfeministkolektif.org/component/content/article/1-sayi-11/75-19-onur-haftasi

http://www.praksis.org/wp-content/uploads/2011/07/001-Guveloglu.pdf

http://ilerihaber.org/yazar/ask-ve-kapitalizm-50379.html