Sanat: Boş Zamanın Tüketimi Değil, Özgürlüğün İfadesi – Pınar Piro

Bugün hâlâ birçok çevrede sanat, “boş zamanlarda uğraşılacak” bir hobi ya da lüks olarak görülüyor. Oysa bu görüş, sanatın toplumsal değerini küçümseyen, onu üretim süreçlerinin dışında ve hayatın merkezinden uzak bir noktaya iten bir anlayışın ürünüdür. Sanatı değersizleştiren bu bakış açısı, kapitalist toplumun dayattığı yoğun iş yaşamı, uzun mesai saatleri ve devletlerin sanatı yalnızca vitrin süsü olarak görmesinden beslenmektedir.

Neden Sanata İhtiyaç Duyarız?

Günlük telaş içinde, işin ve geçim derdinin ortasında “zamanım olsaydı resim yapardım, tiyatroya giderdim, şarkı söylerdim” cümlesini duymayan yoktur. Bu yaklaşım, sanatı hayatın kenarına itmektedir. Oysa sanat, lüks bir uğraş değil, en temel ihtiyaçlarımızdan biridir. İnsanın bir ekmeğe, bir bardak suya nasıl ihtiyacı varsa; bir şarkıya, bir renge, bir hikâyeye de öyle ihtiyacı vardır. Çünkü sanat, insanın nefes alan ruhudur. Gün boyu ağır bir işte çalışan bir emekçi, akşam evine döndüğünde yorgun bedenini doyurur ama yorgun ruhunu da beslemek zorundadır. Bunun için kimi zaman bir türkü söyler, kimi zaman çocuğuna bir masal anlatır, kimi zaman da eline aldığı kalemle birkaç satır karalar. İşte bu, sanattır. Sanatın kökü tam da bu sıradan anların içindedir. Sanatla dinlenir, sanatla derdimizi anlatır, sanatla özgürleşiriz.

Sanat Boş Zaman Uğraşı mıdır?

Antik Yunan’da sanat, boş zamanın süsü değil, insanın en değerli vaktiydi. “Boş zaman” tüketmek için değil, üretmek ve özgürleşmek içindi. Bugün ise kapitalist düzen, boş zamanı alışveriş merkezlerinde tüketilecek, ekrana kilitlenecek, oyalanılacak anlar olarak sunmaktadır. Oysa gerçek boş zaman, baskısız, özgür ve üretken bir zaman demektir. Sanat da tam da böylesi anlarda hayat bulur. Kapitalizm ise bu alanı daraltmaktadır; uzun mesai saatleri, düşük ücretler, güvencesizlik ve sanatı halktan uzaklaştıran politikalarla sanat, emekçilerin hayatına girmekte zorlanmaktadır. Bugün insanların sanata vakit ayıramamasının nedeni, onların “isteksizliği” veya “tembelliği” değil; sistemin dayattığı ağır yaşam koşullarıdır. Çalışanların uzun saatlere varan iş yükü, geriye kalan zamanlarını sadece dinlenmeye ayırmalarına neden olmaktadır. Bir toplumun işçisine sanata vakit ayıramayacak kadar ağır koşullar dayatması, o toplumun özgürleşme potansiyelini köreltir. Sanata vakit ayırmak, yalnızca bireysel bir lüks değil, toplumsal bir hak olmalıdır. Devletlerin, halkın sanat üretimine katılacağı atölyeler, erişilebilir kültür merkezleri, özgür sahneler yaratması gerekmektedir; ancak bunun kapitalist bir düzende mümkün olmayacağı çok nettir.

Sanat Kimlerin İşidir?

Sanatı yalnızca “üstünlerin” işi olarak görenler, onu halktan koparmak ve ayrıcalıklı bir zümrenin elinde tutmak isterler. Bu yaklaşım, sanatın sınıfsal bir mesele olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü işçi, emekçi ya da dar gelirli bir insanın hayatına sanatın girmesi hem bireysel hem de toplumsal bir özgürleşme anlamına gelir. Egemenler, tam da bu nedenle sanatı halktan uzaklaştırmayı tercih eder. Tarlada söylenen türküden, duvarlara çizilen resimden, fabrikadan çıkan hikâyeden korkarlar. Ama tüm gerçekliğiyle sanat, yukarıdan aşağıya inen bir ayrıcalık değil; halkın gündelik yaşamında filizlenen bir ihtiyaçtır. Ve tarihin her döneminde ezilenlerin sanatı, egemenlere karşı mücadele aracı olarak kullanılmıştır. Üstelik sanat için büyük bütçelere gerek yoktur. Bir fırça ve eski bir tahta parçası, bir resim için yeterlidir. Birkaç kişi yan yana gelip sokakta bir oyun oynayabilir. Bir kaşık bir tava ile ritim tutup şarkı söylemek bile en büyük orkestranın vereceği coşkuyu yaşatabilir. Tüm bunlar, sanatın en yalın ve en özgür biçimleridir. Sanat, pahalı sergilerin, özel tiyatroların, bilet kuyruklarının ötesindedir; sokakta, evde, işyerinde, kısacası insanın olduğu her yerde vardır. Burjuvazinin yalnızca parası olanlara sunduğu bir ayrıcalık değil; emekçilerin yaşamını güzelleştiren, dayanışmayı büyüten ortak bir dildir.

Sonuç Olarak

Sanat, ne boş zamanın süsü ne de lüks tüketimin bir parçasıdır. Sanat, halkın yaşamına dokunan, onu dönüştüren ve özgürleştiren bir pratiktir. İnsanın en özgür zamanında kök salan, kolektif yaşamın içinde verilen emekle büyüyen bir güçtür ve ancak halkın içinden geldiği zaman devrimci bir enerjiye dönüşebilir. Şimdi bize düşen ise; devleti, sanatı halkın yaşamının doğal bir parçası haline getirecek koşulları yaratmaya zorlamaktır. Çalışma saatlerini kısaltmak, kültürel etkinlikleri erişilebilir kılmak, sanatçıları desteklemek ve her bireyin üretici yanını ortaya çıkarabileceği alanlar açmak. Tüm bunlar, gerçekleşmesi imkânsız istekler değil; daha güzel bir dünya kurmak için atılacak adımlardır.

Leave a Reply

Facebook6k
Twitter2k
646