Aşağıda okuyacağınız yazı bundan beş yıl önce Haziran 2010’da yazıldı ve dergimiz argasdi’nin 19. sayısında yayınlandı… Yazıda o dönem ülkeyi sarsan Akademi Direnişi’nin nasıl ortaya çıktığı ve direniş boyunca neler yaşandığı özetleniyor ve bu mücadeleden dersler çıkarılıyor… Ancak belli ki, egemenler ve sermaye, hükümet ve YDÜ hala gerekli dersi alamamış ve hala AÖA üzerinde oyunlar oynanıyor… Üstelik gene okul öncesi bölümü, gene AÖA’nın parasız üniversite olması olgusuna müdahale ile…
O halde “bir ders daha almalarının vaktidir” diyor ve Baraka olarak 10 yıldır (ilk ortaya çıktığı 2005 yılından beridir) tereddütsüz bir şekilde detseklediğimiz AÖA’yı bu süreçte de yalnız bırakmayacağımızı vurguluyoruz…
DİRENİŞİN KISA ADI “AÖA”
İsmail Özuçar
Son yıllarda tüm dünyada etkisini gösteren neo liberal politikalar ülkemizde de her hükümet döneminde yürürlükte kalmaktadır. Geçmiş hükümetler döneminde başlayan ve günümüz hükümeti döneminde de süregelen özelleştirme politikaları tüm hızıyla devam etmektedir. Israrla sermayeye kucak açan, asimilasyon ve entegrasyon politikalarına katkı koyan ama sanki halkın partisiymiş gibi söylemleri olan iktidarlara halkımız hala kanmakta ve dur diyememektedir. Bazıları AB, çözüm, barış politikaları yaparak, bazılarıysa milliyetçi ve anavatancı takılarak halkın haklarını satmaya ya da satın almaya devam etmektedir. Kısaca farklı söylemler de olsa yapılan iş yine ayni. Sermayeye peşkeş çekilen devlet kurumlarının, kamusal alanların ardı arkası kesilmemektedir. Hükümetler devlet kurumlarına önem vermemekte ve özel kurumlara; özelleştirmeye prim vermektedir. Birçok alanda -sağlık, sosyal güvenlik, eğitim- özelleştirme politikaları “biz halk için çalışıyoruz” kılıflarına sokularak başarılmakta, birçok alanda da bu hala denenmekte ve başarılı denilecek seviyede etkisini gösterebilmektedir. Telefon hizmetleri özele devredilmiş, Elektrik Kurumu’nun devri için kurum, borçlandırılıp iflasın eşiğine getirilmiş ve Kıbrıs Türk Hava Yolları siyasiler tarafından borç havuzuna terk edilmiştir. Sağlıkla ilgili devletin verdiği hizmetlerin kalitesi yeterli mali katkı olmadığından bilinçli olarak geriletilip, özel hastanelerin kurulması için devlet kaynakları buralara aktarılır duruma gelmiştir. 1937’den beri planlı ve programlı bir biçimde öğrenci alıp yetiştiren, Kıbrıslı Türk toplumunun kültürünü koruyan, devlet planlama örgütünün verilerine göre sistemli bir biçimde çalışan, öğrenciye müşteri gözüyle bakmayıp parasız eğitim veren ve sosyal devlet anlayışının, kamusal eğitimin son kalesi olan Atatürk Öğretmen Akademisi’nin kapatılma veya özelleştirilme sürecini başlatan; Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Kemal Dürüst’ün YDÜ’nün Okul Öncesi Öğretmenliği lisans programı açma başvurusuna onay verdiğini içeren yazıyı imzalayıp, gereken “açma ön izni” vermesi ise tüm bu yaşananlara tuz biber olmuştur.
Tam bu noktada akla iki soru gelmelidir; Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın YDÜ’nün Okul Öncesi Öğretmenliği bölümüne vermiş olduğu açma ön izni nedir ve bu nelere yol açacaktır? İkinci sorunun cevabına yazının ilerleyen kısmında yer verilecektir. Bu izin tabiri caizse hükümetin YDÜ’nün sahibi Suat Günsel’e vermiş olduğu sus payıdır, rüşvettir. Bazı “söylentilere” göre YDÜ’nün neredeyse yanı sayılacak bir bölgeye ünlü cemaat liderlerinden Fettullah Gülen sermayesine ait okullar zincirinin bir halkası olan TED kolejinin yapımı için izin verilir. Diğer bir güçlü sermaye olan Suat Günsel ise buna sert bir tepki verir. Bu sert tepkiye karşı koyamayacağını anlayan kukla hükümetse işte bu noktada YDÜ’nün ilgili bölümüne açma ön izni vererek bu pisliğini ört bas etmeye çalışır. Bu açma ön iznine karşılık olarak YDÜ’nün sahibi Suat Günsel hükümete Sosyal Sigorta Emeklilerinin maaşlarının ödenmesi için 15 Milyon TL ödeme yapar. (Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez misali) İşte bu noktada tüm bu kapalı kapılar ardında atılan imzaların da, verilen sözlerin de kokusu yavaşça ortaya çıkmaya başlar. Sermaye ve politikacı ikilisi oyununu yine oynamıştır.
Tüm bu pis kokular ortaya çıktığı zamansa bu imzadan ilk anda nasibini alacak olan AÖA Öğrencileri hemen eylem kararı alır. Öncelikle bir basın açıklamasıyla başlarlar eylemliliklerine ve başlar başlamaz tehditler gelir turuncu zehir taşıyan iktidarlardan. Kendileri gelmez, piyonlarını sürerler oyuna. Önce okuldaki piyonlarını sonra yanındakileri gönderirler eylemlilikte kararlı öğrencilerin karşısına. Bu hiçbir işe yaramaz; öğrenciler alkışlarla protesto ederek gönderir bunları okulundan. Bundan böyle her gün yollarda olmaya karar verir AÖA Öğrencileri çünkü bilirler; bu işin çözümü sokakta. Dersleri boykot ederek direnişi başlatırlar. Her gün farklı bir eylemlilikle basında yer bulur AÖA Öğrencileri; bir gün okulun korosuyla, dart takımıyla, tiyatro ekibiyle “Eğitim” Bakanlığı önünde; başka gün ise masallarla, kuklalarla, skeçlerle, bildirilerle, sloganlarla Başbakanlığın önünde. ‘Parasız eğitim, demokratik yönetim!’, ‘Eğitim haktır, para ile satılmaz!’ ‘Rengimiz belirsiz, eğitim hakkımız!’ ‘Devlet eliyle planlı eğitim’ diye haykırarak sokaklara düşerler ve megafondan yükseldikçe sloganlar, sloganların şekli de değişir; ‘Akademi yürüyor, direniş büyüyor!’, ‘Birlik, mücadele, dayanışma!’ sesleri yükselir çünkü artık haklı direnişlerinden. Yanlarında yeterli olmasa da daha çok toplumsal destek vardır. 12 Nisan 2010’da AÖA Öğrencileri’nin Bakanlık önünde yapmış oldukları eylemden sonra eyleme destek veren Bandista devrimci müzik grubuyla birlikte “Özgürlük” Anıtı’na girip buraya AÖA Direniş Çadırları’nı kurarlar ve eylemliliğe çadır eylemiyle devam ederler. Bu çadırların bozulması için 40’a yakın sivil ve üniformalı coplu polis gönderilir ama çadırlara müdahale edilmez. (Demokratik olduklarından değil, seçimlerde oy kaybetmeme kaygısıyla müdahale edilmedi yoksa UBP’nin faşist yöntemlerini Göç Yasası sürecinden hatırlıyoruz.) Sendikalar ve örgütler eylemlere temsilcilerini göndererek destek bildirirler ama temsilcileri değil, kitleleri gerekmektedir öğrencilere. En başından beri bunun farkında olan AÖA Öğrencileri, diğer sendika – örgütlerin aksine iyi niyeti yeterli bulmayıp gerek maddi gerekse manevi desteğiyle süreçte hep var olan KTÖS yöneticileri 15 Nisan 2010 tarihinde sürece destek veren tüm sendika temsilcileri, örgütler, ve en önemlisi öğrenci aileleriyle birlikte büyük bir miting düzenlerler. Buradan da bakanlığa büyük bir yürüyüş yapılır ve Eğitim Bakanlığı tüm engellemelere rağmen kitle tarafından işgal edilir. Bu işgale rağmen Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi “Eğitim” Bakanı Kemal Dürüst, kitleyle yüzleşmeyi ya da basının karşısına öğrencilerle birlikte çıkmayı seçim kaygısıyla reddeder ve bu da onu Eğitim Bakanı değil Seçim Bakanı yapar. Direniş çadırlarında eyleme devam eden AÖA Öğrencileri, destekçileri olan diğer örgütlerle birlikte her güne başka bir eylemlilik organize ederler; kültür günü (herseler, halk dansları vs.), panel (kamusal eğitim ve özelleştirme üzerine), film gösterimi (Kum Taneleri).
Tam 35 gün süren boykot ve 16 gün süren çadır eylemlerine KTÖS, KTOEÖS, KTAMS, DEV-İŞ, GÜÇSEN, DAÜ-SEN, Baraka Kültür Merkezi, KGP, birçok siyasi parti (ki bu partilerden bazıları AÖA’nın geçmişte yaşanan benzer bir sürecinde tamamen duygusal sebeplerden dolayı AÖA Öğrencilerinin yanında olmamıştı) destek verir. Boykot sürecinde öğrencilere en samimi desteği veren KTÖS yöneticileri gerek 52 okulda koydukları grevle gerekse çadırda öğrencilerle birlikte kalmalarıyla AÖA’nın kapatılma sürecini başlatan bu imzanın aslında toplumsal bir sorun olduğunu vurgularlar. Sürecin en kritik noktasında faşist UBP hükümeti anti demokratik bir biçimde, önceki hükümetin (CTP) eğitimi elzem hizmetlere koymasını fırsat bilerek KTÖS’e tarihte bir ilke imza atarak grev yasağı getirmiştir. Sürecin en başında öğrencilerin zorlamalarıyla ve aslında sürecin ciddiyetini en başından beri kavrayamadan seçime endeksli bir biçimde AÖA’da grev koyan KTOEÖS başkanı Adnan Eraslan ve yöneticileri, seçimden sonra, seçimi Talat’ın kazanamaması üzerine en azından elimdekilerden olmayayım korkusuyla bakanla uydurma bir protokol imzalar ve 21 Nisan 2010’da grevini geri çeker. Öğrenciyi yalnızlaştırıp direnişi arkadan bıçaklar. Bunun üzerine öğrenciler de mezuniyet ve askerliklerinin tehlikeye gireceğini anlayarak 6 gün sonra; 27 Nisan 2010’da AÖA Direniş çadırlarını kaldırırlar ve çadırları, eylemliliklerinin boyutunu değiştirmek üzere okula taşırlar. Eylemliliğin soğumaması için birkaç toplantı daha düzenlerler ama bu hareketin yalnızca öğrenci hareketi olarak kalması, direnişe destek veren birçok sendika ve örgütün tamamen seçime endeksli destek vermiş olması nedeniyle öğrenci yalnızlaşır ve sadece belli başlı küçük kazanımlar elde ederek eylemlilikten soğutulur. Belki de toplum bu öğrenci hareketiyle biraz daha ilgilenseydi, aslında bu kurumun kapatılmasının sadece eylemdeki öğrencileri değil, tüm Kıbrıslı Türk toplumunu ve varoluş mücadelesini etkileyeceğini anlamak için bu öğrencilere kulak verseydi; belki de bugün birçok şeyi değiştirebilecektik. Her şeye rağmen 1 Mayıs 2010’ da İşçi ve Emekçi Bayram’ında ilk kez kendi kitlesiyle yürüyen AÖA Öğrencileri kortejde sloganlarıyla ve pankartlarıyla oradaki insanlara adeta tüm eylemlilik sürecini tekrar yaşattılar. 1 Mayıs programında işbirlikçi KTOEÖS yöneticilerinin gerek sözel gerekse fiziksel engellemelerine rağmen KTÖS ve Baraka Kültür Merkezi’nin desteğiyle AÖA Öğrencileri kürsüde direniş süreçlerini anlatan bir konuşma yaptı. Bunu ‘provakasyon’ olarak değerlendiren ama asıl provakasyonu sahneye çıkıp ‘İşbirlikçiler hesap verecekler’ pankartını kapamaya çalışarak yapan (ki ben işbirlikçi olsam üzerime alınacak kadar aptal olmazdım) KTOEÖS yöneticileri ise alanı terk etti. (İşbirlikçi sendika yöneticilerinin başına hep gelir bu; bkz 1 Mayıs 2010, Taksim Meydanı)
Yazının ilk bölümündeki “bu imza nelere yol açar” sorusunu şimdi yanıtlayalım. Bu imza YDÜ’nün ilgili bölümünün açılmasına ve hesapsızca öğrenci almasına neden olacaktır. Bu da zaten var olan işsizler ordusuna yenilerini ekleyecektir. Öğrenciye müşteri gözüyle bakan bu tür özel kurumlar, eğitimi nasıl daha iyi verdiğiyle ya da topluma kaç tane iş sahibi birey kazandırdığıyla değil, her yıl kaç tane daha öğrencinin (müşteri) paralarının sömürüldüğüyle ilgilenir. Ne kadar çok yeni bina ve bölüm, o kadar çok öğrenci; ne kadar çok öğrenci, o kadar çok umut ve ne kadar çok umut o kadar çok para! Bu süreçte Kemal Dürüst’le yapılan bir görüşmede “YDÜ’den mezun edeceğiniz öğrenciler mezun olduklarında ne yapacaklar?” sorusuna bakan şu yanıtı verdi; “Diğer binlerce mezun ne yapıyorsa onu yapacaklar; işsiz kalacaklar!”
Eğer özel bir üniversitede 4 yıllık bir bölüm açılmışsa ve bu bölüm 3 yıl sonra ‘albenisi olmadığı ya da karsız olduğu’ gerekçesiyle kapatılırsa bu bölümde hali hazırda eğitim almaya başlamış olan öğrenciler de mağdur olurlar. Sağlık ve eğitim temel haklardır. Satılamazlar! Satın alınamazlar! Keşke ülkemizde tüm mesleklere ihtiyaç kadar insan yetiştiren yüksek okullar olsaydı. Suat Günsel yıllardır bu boşluktan besleniyor. AÖA öğretmen yetiştirmeyi, yıllardır planlı, sistemli ve ücretsiz bir biçimde yapıyor. Öğretmen yetiştirmek devletin işidir. Özelleştirmelerin en can alıcı örneklerini gördüğümüz ülkelerde bile bu görev devletin elindedir. (Japonya, Güney Kıbrıs, Portekiz, Polonya, Fransa vb.) Devlet bunu toplumun çıkarları doğrultusunda, kültürel ve coğrafik özellikleri de dikkate alarak yapar. Peki sormamız gereken soru şu; eğer öğretmen yetiştirme işi devletin elinden alınıp özel bir kuruma verilirse artık eğitim kimin çıkarlarına uygun verilecek? Toplumun mu? Cevap basit; Suat Günsel gibilerin… Peki böyle bir öğretmenler ordusunun (tabi iş bulurlarsa) yetiştireceği toplum nasıl bir toplum olacak? Suat Günsel gibilerin istediği gibi bir toplum…
Direnişin içinden biri olarak, bu direnişten çıkarılacak sonucun; egemenlerin, sermayenin daha fazlası için asla vazgeçmeyeceği ama onları köşeye sıkıştırmanın bizlerin; halkın görevi olduğunu bunu da birlikte kitleleri büyüterek, örgütlenerek, yaratarak, üreterek yapabileceğimiz olduğunu söyleyebilirim. Şimdilik bu eylemlilik soğutulmuş gibi görünse de aslında bu eyleme bir tuzluk katkısı bile olanların içinde hala bir mücadele ateşi olduğuna bunun da bir gün daha kararlı ve daha tecrübeli bir biçimde ortaya çıkacağına inanıyorum. Çünkü mücadelede atılan her adım bizi kazanmaya bir nefes daha yaklaştırır. Bu uzun soluklu bir mücadeledir. Yeter ki umutların kuşatılmasın!
AÖA Eylemleri Kronolojisi
24 Mart 2010: Eylemin başlangıcı, basın açıklaması, bakanlık yetkililerinin alkışlarla protesto edilerek okuldan gönderilmesi.
25 Mart 2010: Lefkoşa Otobüs Terminali’nden yürüyüş. Beş dakikalık sessiz nefret ve basın bildirisini duvara okuma eylemi. (Eğitim Bakanlığı önü)
26 Mart 2010: Lefkoşa Otobüs Terminali’nden yürüyüş. AÖA Dart Takımı’nın, ikinci olup kazandığı madalyaları bakanlığa geri iadesi. (Eğitim Bakanlığı önü)
29 Mart 2010: Lefkoşa Otobüs Terminali’nden yürüyüş. Masal Saati; Pinokyo adlı masalın okunması. (Eğitim Bakanlığı önü)
30 Mart 2010: AKM’den Başbakanlığa yürüyüş ve AÖA’ya kilit vurdurmayız sloganını simgeleyen zincir ve kilidin bırakılması.
30 Mart 2010: Bakanlık’ta eylemde taraf olanların görüşmesi (Bakan ve temsilcileri, AÖA Öğrenci Temsilcileri, Öğrenci aileleri, KTÖS, KTOEÖS) üzerine AÖA Öğrencileri’nin eyleme ara verilmesi ama görüşmede alınan kararların uygulanmaması, verilen sözlerin yerine getirilmemesi üzerine 2 günlük aradan sonra yeniden eylemlilik kararı alınması
2 Nisan 2010: YÖDAK önünde demokratik bekleyiş ve ardından Dürüst Emlak eylemi (Eğitim Bakanlığı önü)
5 Nisan 2010: KTÖS’ten yürüyüş. “15 milyon beş kuruş”luk çek verme ve ardından Politikacı-Sermaye-Emekçi ilişkisi konulu skeç (Eğitim Bakanlığı önü)
6 Nisan 2010: KTÖS’ten yürüyüş. Girne Kapısı’nda kitap okuma eylemi.
7 Nisan 2010: AKM’den Eğitim Bakanlığına yürüyüş. Bu eyleme birçok sendika ve örgütten destek geldi ayrıca 40’a yakın emekli öğretmen basına destek bildirisi okudu. Sol Anahtarı Müzik Topluluğu da destek için mini konser düzenledi.
8 Nisan 2010: Kukla Saati; Derviş Eroğlu ile Kemal Dürüst’ün AÖA’yı 15 milyon TL’ye sattığı konulu diyalog. (Eğitim Bakanlığı önü)
9 Nisan 2010: Girne Kapısı’ndan Surlariçi’ne kortej ve belirli noktalarda skeç, masal anlatma ve kukla oyunu eylemleri.
12 Nisan 2010: AÖA Korosu’ndan şarkılar eylemi ve “Özgürlük” Anıtı’na direniş çadırlarının kurulması. Konser için Kıbrıs’a gelen Bandista da, hem kendi şarkılarını hem de Sol Anahtarı’nın ve AÖA Korosu’nun şarkılarını seslendirerek eyleme destek verdi.
14 Nisan 2010: UBP Hükümeti KTÖS’e grev yasağı getirdi.
15 Nisan 2010: Grev yasağı üzerine eyleme destek veren tüm kitleyle birlikte büyük bir miting düzenlendi ve ardından Eğitim Bakanlığı, KTÖS yöneticileri ve AÖA Öğrencileri tarafından işgal edildi. Bu günün akşamınaysa AÖA direniş çadırlarında Baraka’nın katkılarıyla “Kum Taneleri” isimli film gösterimi yapıldı.
16 Nisan 2010: AÖA’nın kapatılmaması için imza kampanyası başlatıldı.
21 Nisan 2010: AÖA Öğrencileri’nin eylemini, öğrencilerin ve okuldaki öğretmenlerin baskıları sonucu AÖA’da ki grevle destekleyen KTOEÖS Başkanı Adnan Eraslan ve yöneticileri, AÖA’da ki grevi Bakan Kemal Dürüst’le gizliden gizliye yaptıkları uydurma bir protokol sonucu geri çekip direnişi sırtından bıçakladı. Ayni gün eyleme destek veren birkaç örgütle “Kültür Günü” organize edildi ve tüm halka herse dağıtıldı. Ayrıca öğrenciler tarafından halk dansları gösterileri sunuldu.
22 Nisan 2010: Direniş çadırlarında DAÜ-Sen’in organize ettiği, öğetim görevlisi Sayın Hamit Aygün’ün konuşmacı olduğu “Kamusal Eğitim ve Özelleştirme” konulu panel. Ayrıca KTOEÖS binası önüne siyah çelenk bırakılması.
27 Nisan 2010: KTOEÖS’ün ihaneti basın açıklamasıyla kınandı ve AÖA Öğrencileri eylemin boyutunu değiştirmek üzere AÖA direniş çadırlarını “Özgürlük” Anıtı’ndan, AÖA bahçesine taşıdı.
1 Mayıs 2010: İşçi ve Emekçi Bayramı dolayısıyla düzenlenen gecede AÖA Öğrencileri konuşmasını yaparken KTOEÖS yöneticilerinin buna müdahale etmeye çalışması ve kitle tarafından alandan sloganlarla gönderilmesi.
Recent Comments