Zor günlerden geçiyoruz.
Günlük dertlerimiz artarak devam ediyor.
Öylesine sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz ki, hayatımıza yeni giren Covid-19 pandemisine ve maske-mesafe-hijyen kurallarına dahi alıştık.
Ama Türk Lirasının döviz karşısında eriyip gitmesine, yükselen döviz ile birlikte artan borçlara, günlük ihtiyaçların her geçen gün daha da pahalılaşmasına, bin bir tantana sonucu kaşıkla verilen asgari ücretin, kepçeyle alınmasına, ekmek, tüp, benzin ve daha birçok yaşamsal ihtiyaca peşi sıra zam gelmesine, işsizliğe ve bu kadar işsize rağmen çalışan arayan işletmelere, emek sömürüsüne, “adam” kayırmacılığına alışamadık.
En çok da son dönemde halk ile alay edercesine atılan adımlara alışamadık!
Bir yanda halk; sırtına yüklenen ağır yük ile ayakta kalma mücadelesi verirken, diğer yanda hükümet çare yerine hamaset üreterek kktc’yi ilelebet yaşatacağız diyor…
Hoş, ne zaman kktc’yi yaşatacağız dese ardından özelleştirmeler gündeme geliyor. Ve ne zaman “bir karış toprak vermeyeceğiz” dese, dağlar, tepeler ve denizler rant uğruna imara açılıyor peşkeş çekiliyor. Son dönemin “moda sözcüğü” olan iki devletli çözümden söz edildiğinde ise görülüyor ki; bunun yerine mafyatik ilişkiler, çetelerin savurduğu tehditler ve çirkin videolar peyda oluyor…
Nasıl alışılır ki zaten tüm bunlara…
Derken seçim konuyor halkın önüne…
Çiçeği burnunda Başbakan Faiz Sucuoğlu’nun, “Artık tanınmamışlığın avantajlarını da yaşamanın zamanıdır; beni Avrupa Birliği yasaları çok ilgilendirmez” sözleri arasında… Buradan anlıyoruz ki; Başbakan ve partisi UBP’nin savunduğu iki devletli çözüm modeline inancı kalmadı. Öyle ki bu modelin üzerine gitmek yerine mevcut sistemi kalıcılaştırmak hatta daha derinleştirmekten söz ediyor.
Yani ne diyor: Kumar, kadın ticareti, uyuşturucu, kara para gibi mafyatik pis işler devam edecek! Halk; tanınmamışlıktan kaynaklanan sorunlarla yaşamaya alışacak. AB’ye de sıcak bakılmayacak. Çünkü tasarlanan sistemin AB içerisinde yeri yok.
Hatta tüm bunların “orada” suç olmak tehlikesi var…
İnsanı insan yapan ahlaki ve etik değerlerin yerle bir olduğu bu ortamda daha ne söylenebilir ki? Diye soruyor insan kendi kendine…
Derken muhalefet partileri çıkıyor karşımıza…
Önce bir miktar sokağa göz kırpıyor bu partiler.
Daha sonra tüm bu yaşananlara rağmen sorunun sadece kişilerden ibaret olduğu algısı yaratılmak isteniyor.
Kirlenen bu yapı, bedel ödemeden -ve ödetmeden- meyhane masalarında kurulan ilişkilerle, on yıllardır bitmek bilmeyen, “bu seçim son şansımız biz seçilmezsek bitti artık” gibi mutlak ifadelerle normalleştirip hasır altı ediliyor. Onlar kalksın yerine biz oturalım, kişilikli siyaset, omurgası olan temiz bir yapıyla bu sorunları “çözeriz” diyorlar.
Sisteme yakın ama gerçeklikten uzak bu anlayış ile nereye kadar gidilir ki?
Bu noktada karar vermek gerekiyor.
Artık halkın gerçek sorunlarına eğilerek, krizin bedelini servet vergisi ile zenginlerden soran; emekçilerin sorunları örgütlü güç ile sendikalaşmada arayan; kadın özgürleşmesi, doğanın talanı ve ekoloji gibi kritik meselelerde hiçbir çekinceye yer vermeyen örgütlü yapıya doğru bakmak gerekiyor.
O yapı her kritik virajda sokakta halkın yanındadır.
O nedenle bu seçin bu seçim sandığa bakarak değil, sokağa bakılarak yapılmalı.
Evet! Şimdi seçim zamanı…
Nereye bakıyoruz?
Recent Comments