Uzun ve yorucu bir günün ardından dinlenmek maksadıyla koltuğunuza yerleştiniz ve telefonunuzu elinize alıp sosyal medyada dolaşmaya başladınız. Kedili videolar, emekli abilerin atarlı sokak röportajları, siyasilerin gafları, bilgi içerikli reelsler, haber kesitleri ve gidemediğimiz ülkelerin iç çektiren manzara görselleri derken telefonunuzu bıraktınız. Bu süreçte çok hızlıca dünyada olan bitenden haberiniz olurken biraz güldünüz biraz da bilgilendiniz. Merak etmeyin bunu yapan sadece siz değilsiniz. Hayat çok hızlı akıyor ve çılgın tüketim çağında hayatı da bilgiyi de çabucak öğrenmemiz gerektiği algısıyla yaşıyoruz. Bu yüzdendir ki kitap, gazete, makale vb. yazılı kaynaklardan uzaklaşıp görsel unsurlara yöneliyoruz. Hem yazılı kaynaklardan bir şeyler öğrenmekle vakit kaybetmek istemiyoruz hem de görsel materyallerden öğrenmek daha kolayımıza geliyor. Peki çağımızın inkâr edilemeyecek bu özelliği, bireysel ve toplumsal olarak bize nasıl katkı sağlıyor ya da ne şekilde zarar veriyor? Bu sorunun cevabını hep birlikte düşünmeden önce yazılı kültürden görsel kültüre geçişe hatta daha da öncesine; sözlü kültürden bugüne kadarki tarihsel sürece hızlıca bir göz atalım.
Kulaktan kâğıda
Yazının henüz bulunmadığı, “tarih öncesi” denen çağlarda insanlar birbirleriyle ve nesilden nesile bilgi aktarımını sözlü kültür aracılığıyla ve duvarlara resimler çizerek yapmaktaydı yapmaktaydı. Destanlar, hikâyeler, mitler, şarkılar ve şiirler toplumun kültürel değerlerini, kimliklerini, tarihsel olayları içerirdi ve tarihin ilerleyen dönemlerine sözlü bir şekilde aktarılırdı. Yazının bulunmasının ardından toplumların günlük yaşantılarını yazılı bir şekilde kayıt altına alma ihtiyacı da doğdu. “Tarım toplumuyla birlikte artan işbölümü ve ürün değişimi, önce çentiklerle, şekillerle bir iletişim kurmayı gerektirdi. Sonra seslere harf dediğimiz simgeler yoluyla anlam verilmeye başlandı.”(*) Böylelikle unutulma ihtimali olan sözlü kültürün yerine daha kalıcı ve aktarıcı olan yazılı kültür oluşmaya başladı. Burada sözlü kültürün yok olmadığını, varlığını devam ettirdiğini de belirtmek gerek.
Kâğıttan göze
Uzun yıllar boyunca yazılı kaynaklar daha çok toplumları yönetenler tarafından kullanılırken yazma-okuma becerisi olmayan toplumun çoğunluğu, sözlü kültürü kullanmaya devam etti. “Üretim sürecinin gittikçe pozitif bilgiyi gerekli kılması, üretim ilişkilerine ve meta dolaşımına paralel olarak toplumsal ilişkilerin daha bir gelişmesi, devletin askeri ve bürokratik büyümesi yazılı kültüre olan insan ihtiyacını artırdı. Egemenlerle sınırlı olan yazılı kültür, eğitim kurumları yoluyla aşağı doğru yaygınlaşmaya başladı. İşçi makinayı kullanmasını, asker tüfeği ve topu kullanmasını bilmek için yazıyı da bilmeliydi.”(*) Matbaa’nın 15. yüzyılda yaygın kullanılmaya başlamasıyla birlikte ise yazılı kaynakların büyük miktarlarda kopyalanabilmesi ve kitlesel ölçeklerde dağıtılabilmesi sağlanmış, bilgiye erişim kolaylaşmış ve yazılı kültür böylelikle ileriye taşınmıştır. Sanayi Devrimi’nin yarattığı makineleşme ve özellikle son yüzyılda yaşanan iletişim araçlarındaki ve bilgisayar teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte görsel kültür oluşmaya başlamıştır. Fotoğraf, sinema, televizyon, sosyal medya gibi görselliğin ön planda olduğu ve işitselliğin (müzik, konuşmalar vb.) de kullanıldığı araçlar hayatımızda büyük yer edinmeye başladı.
Gerçekten görüyor muyuz?
Yazılı kaynakların algılanabilmesi okuma-yazma becerisini gerektirdiğinden, bu beceriyi edinen insanlık analitik düşünme ve sorgulama yetilerini de elde edebiliyor. Bir konuyu detaylı bir şekilde araştırmamıza yol açan yazılı kaynaklar güvenilir limanlarımız oluyor. Görsel kültür ise yazılı kaynaklara oranla daha fazla dezenformasyona ve özellikle insanların algılarına saldırıya sebep olabiliyor. Hızlı tüketmek derdinde olan insan, gördüğü imgenin kendisinde yarattığı ilk izlenimi kabullenebilir. Mesela televizyon, egemenlerin toplumlar üzerinde istedikleri algıyı yaratabilmelerinin en büyük aracıdır. Egemen ideolojiyi savunan, karşıt görüşü düşmanlaştıran haber ve tartışma programları, muhafazakâr ve ataerkil karakterlerin parlatıldığı diziler, insanların zevk almak amacıyla izlediği ama bunu yaparken de farkında olmadan manipüle edildiği araçlardır. Bir romanı okuyup zihnimizde canlandırmak yerine filmini seyretmek işin kolayı olurken filimde bize dayatılmak istenen ideolojinin farkına varamayabiliriz. Tabii ki her dönemin egemen kültürü topluma egemen olanların ideolojisi ile şekllendiğinden, günümüz postmodern çağında yazılı kaynaklar da egemenlerin ideolojisini yansıtmak üzerinden yaratılabilir ya da şekillendirilebilir. Bununla beraber yazılı kültürün bize öğrettiği sorgulatıcı yön, görsel kültürde daha az bulunmaktadır.
Görsel kültürün bizlerin üstünde yaratabileceği olumsuz durumlar saymakla bitmez. Öte yandan topluma faydası olabilecek yanlarına da bakmak lazım. Görsel kültür araçlarının gelişmesiyle birlikte egemen ideolojinin ele geçirdiği kitlesel medya araçlarına alternatifler yaratabiliyoruz. Kendi sözümüzü, fikrimizi sosyal medya araçlarını kullanarak yayabiliriz. Birçok yazılı kaynağı görsel araçlarla topluma ulaştırabiliriz. Dünyanın herhangi bir yerinde halkların yaşadığı sorunu hızlıca öğrenebilir, bunu bir nevi deneyimleyebilir ya da onlarla uzaktan da olsa dayanışabiliriz. Son yıllarda gelişen yapay zekâ aracılığıyla bir çok bilgiye hızlıca erişebiliyor; bir videonun montajını, bir görselin düzenlemesini hızlıca yapabilmeye başlıyoruz. Görsel kültüre verdiğimiz ağırlık bu alanın daha fazla gelişebileceği gerçeğini bize sunuyor. Mesela bir yapay zekâ da şu an okuduğunuz konuyla ilgili bir makale yazabilir. Ama hangi fikirden yana yazacağını kendisi belirleyemez. İnsanlığın tarih boyunca yarattığı sözlü ve yazılı kaynaklar, savaşlar, mücadeleler, tartışmalar, bilimsel araştırmalar sonucunda elde edilen entelektüel birikim sayesinde yazabilir.
Söz uçar yazı kalır, görsellik aklımızı alır
Görsel kültür her ne kadar gelişse de sözlü kültürün yazılı kültürde etkisi olduğu gibi yazılı kültür de görsel kültürün oluşmasında ve devam etmesinde büyük rol oynamaktadır. Önemli olan, yazılı kültürün insanın düşünce dünyasına armağan ettiği analitik düşünme, sorgulama, yorumlama, neden-sonuç zincirini kurma yetisinin görsel çağda da işlevsel olarak kullanılması, görselliğin aklımızı almasına müsade edilmemesi ve kolaycılığa kaçılmamasıdır.
(*) https://m.bianet.org/bianet/print/219496-kultur-tarihinin-uc-temel-asamasi
Neil Postman’ın Televizyon: Öldüren Eğlence kitabı hakkında Meltem Demirel’in makalesi
Kültür Tarihinin Üç Temel Aşaması, Şengül H.
Sözlü Kültürden Kitle Kültürüne Geçiş Sürecine Direnen Değerler, Batuş G.
İmgenin Gücü ve Görsel Kültürün Yükselişi, Parsa A. F.
Recent Comments