“Karanlıkta iki gölge, umutsuz, ağır alacakaranlıkta birbirine uzanıyor.
Elleri birleşiyor ve ışık, yüz altın kupadan dökülen bir güneşmişçesine sel olup yayılıyor.”
Madeline Miller, Akhilleus’un Şarkısı
Mitoloji, tüm uygarlıklar için dinsel inanışlar, edebiyat ve sanat kavramları ile iç içe geçmiş söylenceler bütünüdür. Evren ve insan yaşamına ilişkin her türlü devinimi içerisinde barındıran mitler, insan toplumlarının yaşayış biçimini ve doğayla ilişkisini algılamamıza ve anlamlandırmamıza olanak sunarlar. Mitlerin hayatımıza yansıyış şekli inkâr edilemez bir gerçektir. Ayrıca mitler edebiyatın en önemli kaynaklarındandır ve en eski zamanlardan beri sanatçılar, yazarlar ve şairler eserlerinde mitolojik unsurları kullanmışlardır. Tıpkı Madeline Miller’in “Akhilleus’un Şarkısı”nda yaptığı gibi…
Miller, Latince ve Yunanca öğretmeni olarak çalışırken “Akhilleus’un Şarkısı”nı on yıl içinde yazmıştır. Roman, temelinde şanı için hayatından vazgeçen yarı tanrı Akhilleus’u, can yoldaşı Patroklos’u ve Troya Savaşı’nı; kralların, tanrıların, savaşçıların destanını iki aşığın gözünden anlatıyor.
Yaşatmak ve öldürmek
Aristos Achaion, Yunanlıların en iyi savaşçısı anlamına gelen Akhilleus’a tanrılar tarafından verilmiş öldürme yeteneğini simgeler. Romanda, Akhilleus’un Yunanlıların en iyisi olarak görülmesinden dolayı Troya Savaşı’na katılması beklenir ve tabii ki can yoldaşı, aşığı Patroklos onu yalnız bırakmayacaktır. Savaşın sebebini saçma bulmasına ve kimseyi öldürmek istememesine rağmen Akhilleus, adına söylenen kehanet ve şöhrete kavuşmak için Patroklos ile beraber savaşa katılır. Akhilleus ne kadar iyi bir savaşçıysa Patroklos da bir o kadar kötü bir savaşçıdır. Bu sebeple bir süre sonra kamplarındaki revirde yaralıları iyileştirmeye başlar. Romanın bu noktası, barındırdığı “zıtların birliği” duygusuyla oldukça etkileyicidir. İki aşıktan biri yaşatmak, diğeriyse öldürmek durumundadır. Fakat bu zıtlık, ilişkilerinde hiçbir zaman sorun olmamış, birbirlerine daha fazla kenetlenmelerini sağlamıştır.
Troya Savaşı’ndan bugüne mesaj
Romanda, Agemenon’un hırsı yüzünden savaşın uzaması ve bir süre sonra ayaklanmaya başlayan Yunan askerlerinin bastırılışı, her ne kadar savaşta şaşırılmayacak bir şey olsa da yine de beni etkilemişti. Onca ölüme ve yıllar süren kazançsızlığa rağmen kralın fethetme arzusu, bana yakın coğrafyamızdaki birini çağrıştırdı… Askerlerin isyanı, bu isyanın kaba kuvvetle bastırılması, başlarının sessizce öldürülmesi ve tekrardan para, şöhret vaatleriyle kandırılmaları da günümüz okuruna yabancı gelmeyecektir!
En başta da dediğim gibi edebiyatçılar, mitlerden, mitolojilerden, büyük savaşlardan etkilenerek eserlerini yazdılar, yazıyorlar. Bizler de o zamanki savaşların şu an başka boyutlarda hayatlarımıza yansıyışını görüp, kralın hırsına karşı ayaklanan askerler gibi mücadele ediyoruz. Bu noktada roman yorumuma geri dönecek olursam; belki de kendi yaşantımla bu konuyu bağdaştırdığım için Akhilleus’un Şarkısı beni bu kadar etkilemiştir.
Savaşın kazananı…
Patroklos, “Hikayelerimiz, savaşı yiğit Akha’ların kazandığını anlatsa da hikayelerimiz gerçeği söylemiyor. Savaşın kazananı olmaz.” diyor. Tarih boyunca yapılan savaşlardan bu yana çağlar atladık. Kimi savaş bitti, biterken de bir diğeri başladı. Halkların haklı mücadeleleri uğruna verdiği savaşları bir yana koyarsak, savaşların kazananı her zaman büyük güçler oldu; sömürgeci devletler, çok uluslu şirketler…
Süreç boyunca takım yıldızları döndü durdu, ay ve güneş her zamanki yollarına yorgun argın devam etti. Fakat Patroklos ve Akhilleus gibi aşıklar, felakete uğradılar, ayrı düştüler. Aşklarının şarkısı kulaklarındayken huzursuz bir şekilde düştükleri yerde yatıyorlar. Romanda yalnızca aşıklardan değil savaştan ötürü parçalanan herkesten bahseden Miller, bu ataerkil düzendeki kadın bir yazar olarak, 3000 yıllık hikayeye, hem gerçekçi hem de fantastik yönleriyle farklı bir perspektiften bakıyor.
Recent Comments