Bize Gereken: “Biz” Olmak – Mustafa Batak

“Demiri, demirle dövdüler; biri sıcak, biri soğuktu…

İnsanı, insanla kırdılar; biri aç, biri tok tu.”

Pir Sultan Abdal’ın 16. yüzyılda söylediği bu sözler maalesef güncelliğini koruyor. Öyle ki tarihin tozlu raflarına bakıldığında görülüyor ki insanlar yazılı tarihin neredeyse tüm dönemlerinde sistematik olarak birbirine kırdırılmış. Kölelerin, köle sahiplerine; topraksız köylülerin, toprak ağalarına biat etmesi, tarihsel olarak bilinen ilk sistemsel ayrıştırma olarak kabul edilir. Bu ayrıştırma her ne kadar ilerleyen yıllarda gerçekle şen köle ayaklanmaları sonucunda direnişle karşılaşsa da netice itibariyle son bulmamış, aksine daha da derinleşip biçim değiştirmiştir. O kadar ki kapitalizm, emperyalist planlarını gerçekleştirebilmek için yarattığı ekonomik, demokratik yıkımın yanında başta etnik kimlik, din, dil ve ırk üzerinden ayrıştırma pratiğini sistematikleştirmiş; tüm bunların neticesinde de savaşlar yaşanmış, ülkeler yok olmuş, halklar göçe zorlanarak yurdundan olmuştur. Aynı kapitalizm neoliberal döneme gelindiğinde daha da saldırganlaşıp kurumsal yapısını keskinleştirerek, bir taraftan işçi ile memuru ve köylüyü, yerli ile göçmeni, kamu çalışanı ile özel sektör çalışanını, ücretli çalışan kadın ile ev emekçisi kadını kısaca tüm ezilenleri birbirine kırdırmış; öte taraftan ise tüm gücüyle algılara yön verip olguları değiştirmenin peşine düşmüştür. Şiddetli esen postmodern rüzgârın da etkisiyle özellikle birey-toplum ilişkisinde, birey, toplumdan ayrı bir unsur gibi sunularak, bireylerin toplamından oluşan toplum gerçekliğinden halkı uzaklaştırma çabası ile nihilist eksende toplanan güruha fazlasıyla yer açılmıştır. Bütün bunların neticesinde, günümüze bakacak olursak, söz konusu ayrıştırmanın mimarı olan egemen yapı, özellikle halk kitlelerini ilgilendiren kritik süreçlerde toplum kanaat önderlerini kürsüye çıkartarak; hem şu ya da bu şekilde ihtilaf yaşayan kesimlere birlik bütünlük kisvesi ile vaaz vermekten geri kalmıyor, hem de halka salık verdiği, “biz birimize benzeriz” mesajlarıyla, çizdiği hattın dışına çıkılmasına mâni olarak halkı konsolide ediyor.

Biz size benzemeyiz

Tam da bu noktada geriye yaslanıp düşünmekte, ‘’sisteme yön veren hükümet, sermaye ve diğer güç odakları ile halkın nasıl bir benzerliği var?’’ şeklinde sormakta fayda var. Yakın coğrafyamızda da ülkemizde de halk kitleleri birbirine kırdırılmış durumdadır. Burada görülmesi gereken en önemli husus, egemenlerin kırıp parçaladığı yapıya istediği yerden çizgi çekerek bu ayrımdan beslendiğini görmektir. Kıbrıs’ın kuzeyinde buna dair en somut örnekler, başta otel, akaryakıt, market ve inşaat sermayesinde toplandı diyebiliriz. Çalışanlarını en ağır koşullar da çalıştırıp onların sırtından milyonlar kazanmasına rağmen memnun olmayan bu sermaye kesimleri verili durumda ne yapıyor diye bakmakta fayda var… Bu sermaye kesimleri, bir yandan birleşik Kıbrıs istencinin karşısında durup, ırkçı, ayrılıkçı sözlerle hamaset üretirken; diğer yandan da ürettiği tüm ayrılıkçı söze rağmen, otel ise kumarhanesi, akaryakıt istasyonu ise yakıtını, market ise kasalarını kasiyerleri ayakta durmaya zorlanırken başta Kıbrıslı Elenler olmak üzere yabancılara açıyor. Aynı çizgiye halkın penceresinden, yani emekçilerin (gerek günlük gerekse de bütünlüklü) sorunlarından baktığımızda görülüyor ki, hükümet ile iş birliği içerisinde yer alan sermaye ve diğer güç odakları yani egemenler, kamu emekçisi ile özel sektör emekçisi, işçi ile köylü, yerli ile göçmen, vatandaş olan ile vatandaş olmayan, günlükçü ile işsiz ayırt etmiyor. Dahası, yerleşen taşeronlaştırmalarla birlikte güvencesizliğe yol açıyor; halkın en temel hakkı olan başta eğitim, sağlık, ulaşım ve barınma gibi hizmetler, atılan bilinçli adımlarla ücrete tabi tutularak piyasalaştırılıyor. Halka ait kamu kurumlarının tek tek özeleştirilmesiyle, sermaye servetine servet katarken, halk yoksullaşıyor. Yani sermaye halkın sırtından beslenmeye devam ediyor. Bu noktada da halkın görmesi gerekenler öne çıkıyor. Emekçi halk egemenler tarafından çizilen çizgiyi silip atmalı, kendi çizgisini kendisi çizip, parçalanmış halde duran yapısını bir bütün hale getirebilmelidir. Bunu da kendi istediği biçim, yön ve tarzda yapmalıdır. Çünkü söylenenin aksine sermaye kesimleri ile emekçiler değil, emekçiler ile halkın tüm dinamikleri birbirine benzer…

Biz bize benzeriz

Tam da bu noktada Yaşar Kemal’in şiiri olarak bilinen ancak “Teneke” isimli romanında geçen “Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalan teşkilat kurmuş, doğru yalnızdır. Yalanın geleneği var, senin doğrunun her gün yeni den yaratılması gerek.” satırları geliyor akla… Yukarıda da ifade edildiği gibi, halk kitlelerinin, farklılıklarına rağmen bir araya gelmek, halkın dinamikleri içerisinde yer alan başta göçmenler olmak üzere ayrılıkçı bir odağa toplanmasına müsaade etmemek, kişilerin yani kahramanların değil fikirlerin peşinden koşmak, gelebilecek her türlü saldırıya karşı diri kalmak ve örgütlenmek gibi zorunlulukları var. Evet tüm bunlar zor hatta imkânsız duyuluyor. Ancak görülmelidir ki emekçiler çok daha zor şartlarda ha yata tutunuyor. Burada farkı yaratan en önemli unsur, egemenlerin halkları kaynar kazana atmak yerine, ılık suda tarih boyunca yavaş yavaş kaynatarak buna alıştırmasıdır. İşte tam da burada bütünden kopuk, parça parça hareket eden halk kitlelerini bütünlemek için gerekli olan şey emekçilerin kendi kazanını islim üzerine koymasıdır. Örgütlü sözü, üreten yapısı ile yavaş ama bir o kadar sağlam hareket ederek mücadeleyi kısık ateşte kaynatmak ihtiyaçtır. Unutulmamalıdır ki ezilenlerin, egemenler karşısındaki ortak noktaları, “bizi” ayıranlardan çok daha fazladır. Cinsiyetimiz, cinsel yönelimimiz, ten rengimiz, ne iş yaptığımız, güvenceli mi güvencesiz mi çalıştığımız, dilimiz, dinimiz ya da dinsizliğimiz çeşitlilik gösterebilir ve her bir kesimin kendine özgü baskı ve ezilme biçimleri de olabilir. Bu özgül baskılar da görünür kılınıp direnişin bir unsuru haline getirilerek mücadelenin içerisine dahil edilmelidir. Ortak noktamız şu ki; barbar sermaye düzeninden çıkarı olan bizler değiliz. Bizler, dayanışmadan, demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden, bilimden ve sanattan çıkarı olan çok büyük bir çoğunluğuz. Azınlığın hükümranlığına daha ne kadar boyun eğeceğiz?