
2018 yapımı En Guerre filmi, Fransa’nın küçük bir kasabasında, bin yüz kişinin çalıştığı bir otomotiv yan sanayi fabrikasında geçiyor. Şirket kâr elde etmesine rağmen, bağlı olduğu holdingin doyumsuz hırsı yüzünden fabrikayı kapatma kararı alır. İşçilerin öngörüsüne göre plan, üretimi işçi ücretlerinin beşte biri olan Romanya’ya taşıyarak kârı daha da artırmaktır. Fabrika çalışanlarının çoğu orta yaşlıdır ve kasabada başka iş imkânı yoktur. Bu karar, işçiler için iki yıl işsizlik maaşının ardından emeklilik yaşına kadar işsiz ve gelirsiz kalmak anlamına gelir.
Fabrikanın kapanmaması için patronlarla masaya oturan işçiler, beş yıl boyunca primleri düzgün yatırılmadan, daha düşük ücretle ve daha uzun saatler çalışmayı kabul etmek zorunda kalırlar. Anlaşmaya göre beş yılın sonunda taraflar yeniden masaya oturacak ve kapanma kararı tekrardan gözden geçirilecektir. Ancak ikinci yılın ortasında, işçilerin tüm mecburi fedakârlıklarına ve fabrikanın devlet teşvikleriyle artan kârına rağmen patronlar için bu oranlar yeterli gelmez; anlaşmayı bozup yeniden kapatma kararı alırlar.
İşçilerden tazminatlarını alıp kapanmayı kabullenmeleri beklenir. Bunun üzerine fabrikada örgütlü sendikaların önderliğinde direniş başlar. Grevden mahkemeye, belediyeden bakanlıklara kadar her yol denenir. Sokakta eylemler ve fabrikada süren grevle birlikte, yoksullukla terbiye edilemeyen emekçiler, patronlara “kaba” gelen üsluplarıyla toplantı masalarında da haklarını aramaya devam eder. İlk iki ay kararlılıkla direnen işçiler somut bir kazanım elde edemeyince sarsılmaya başlar. Grev süresince müşterileri ve hissedarları tarafından baskı gören patronlar tarafı ise çözümü işçileri birbirine kırdırmakta bulur.
Fabrikada örgütlü bazı sendika temsilcilerine, diğer sendikalardan habersizce daha yüksek tazminat sözü verilir. Sermayedarların kâr hırsı yüzünden çocuklarının en temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanan bazı işçiler için sonunda ne kazanacaklarını kestiremedikleri, polis şiddetine maruz kaldıkları, meşru hak arayışlarına rağmen basın ve kamuoyu tarafından bile zaman zaman acımasızca eleştirildikleri bu uzun ve meşakkatli mücadeleye devam etmek yerine, zamlanacak tazminatlarını alıp bir kenara çekilmek daha “gerçekçi” bir yol gibi görünmeye başlar.
Bu noktada işçiler ikiye bölünür. Bir kısmı zamlanacak olan tazminatı almayı kabul edip fabrikanın kapatılacak olmasına göz yumarak grev kırarken, diğerleri tüm olumsuzluklara göğüs gererek onurlu mücadelelerini sürdürmeye devam ederler. Onlar için önemli olan geçici bir rahatlama sağlayacak tazminat değil, emekliliklerine kadar düzenli olarak alacakları ay sonu maaş çekleri ve çalışma haklarıdır.
En Guerre filmi, senaryo ekibinde bulunan sendikacıların katkıları sayesinde gündelik iş yaşamlarımızdan ve mücadele deneyimlerimizden tanıdık nüanslar barındırmasıyla; başrol hariç neredeyse tamamen amatör oyuncuların ve doğaçlama diyalogların oluşturduğu yapısıyla; yönetmen Brizé’nin tanrısal bir bakış yerine işçilerin arasına yerleşen kadrajları ve aktüel kamera hareketlerini kullandığı çekim teknikleriyle, seyircisine kurmaca bir eser izlemekten çok direnişin içinden bir işçiymiş gibi hissettiren gerçekçi bir deneyim sunuyor.
Aynı zamanda film, sermayedarlarla aynı gemide olmadığımızı; çıkarları tehlikeye girdiğinde betondan bir duvar gibi emekçiler ile hakları arasına dikilen patronları ancak örgütlü mücadele ile tepelerine bir balyoz gibi inerek yıkabileceğimiz gerçeğini hatırlatıyor. Filmin sonunda inatla direnen işçilerin ne kazanıp ne kaybettiklerini merak edenler cevabı filmin çok tartışılan final sahnelerinde bulabilir.
Ben ise bu yazıyı, filmin açılışında Brecht’ten yapılan alıntıyla bitirmeyi daha anlamlı buluyorum:
“Savaşanlar kaybedebilir, savaşmayanlarsa zaten kaybetmiştir.”
