Asgari Ücret En Düşük Kamu Maaşına Eşitlensin! – Mustafa Batak

Halkın ayakta kalma mücadelesi verdiği bu küçük ada yarısında, emek-sermaye çelişkisi her geçen gün daha görünür hale gelmektedir. Bir avuç zenginin yarattığı dizginsiz sömürü ve kural tanımazlık, emekçileri olumsuz yönde etkilemektedir.  Öyle ki ada yarımıza kuşbakışı bakma imkânımız olsa, enerji alanında AKSA ile; eğitim ve sağlık alanında, başta Suat olmak üzere özel okul ve hastane sermayesi ile; ulaşım alanında akaryakıt ve oto galeri işletmecileri eli ile; barınma alanında inşaat sermayesi eli ile oluşturulan bir çember ve o çember ile abluka altına alınan bir halk göreceğimize eminim… Ama bunu ispatlayamam… Bu çember, kıyılarımızı parselleyen otel sermayesi; ruhsatsız ve imarsız şantiye açan, ihale “kazanıp” kent alt ve üst yapısıyla birlikte yolu, sokağı, trafiği mahveden, yenilenebilir sistemler kisvesiyle ekolojik talan yaratan kapkaççı sermaye ile de genişletilebilir.  


Dahası… 
Elbette, sermayenin servetine kattığı serveti görebilmek için sadece yükseklerden bakmaya gerek yok. Göz hizasından bakıldığında, yaşanan sömürü de ona kol kanat gerip kılavuz olan hükümet(ler) de tüm bunlara maruz kalan emekçilerin verdiği ayakta kalma mücadelesi de gayet net görülüyor. Oluşan bu tablo neticesinde, ekonominin dibe vurduğu bu sert koşullarda -kamusal ihtiyaçlar dahil olmak üzere- attığı her adımda halkın önüne fatura, vizite, harç ve bağış gibi ödemeler konuyor. Halkın büyük bir çoğunluğunu oluşturan özel sektör emekçileri de alacağı sefalet miktarı olan asgari ücret için en ağır şartlarda ter döküyor. Güvencesiz, sendikasız, her an kovulabilirim endişesi ile ekmeğinin peşinde koşan emekçiler, yaşanan sömürüden kurtulmak için kaçış yolları arıyor. Ancak bulamıyor. Koşulları nispeten daha iyi olan emekçiler ise tüm bunlardan bütçesi oranında kaçabiliyor. Ancak bu da çare olmuyor… 


Peki çare nedir? 
Yaratılan bu sömürü düzeni de sermayenin mutlak hakimiyeti de bir anda olmadı. Gelmiş geçmiş hükümetler, başta UBP olmak üzere sağ siyasetin açtığı bu yolda tereddütsüz bir şekilde yürüdüler. Ancak, solu, salt barış istenci üzerinden tanımlayan; emek penceresinden bakmayıp, özel sektörde yaşanan sömürüyü görmezden gelen; emekçilerin varlığını yok sayıp güvencesiz ve örgütsüz yapısına karşı söz üretmeyen düzen içi solun da payı az değildir. Çalışma yaşamında o kadar geriye gidildi ki bugün, özel sektör emekçilerinin iş haddi patronun iki dudağı arasına, maaş miktarı ise asgari ücret tespit komisyonunun saptayacağı miktara indirgenmiş durumdadır. Tok sermayenin, emekçinin halini hiçbir şekilde anlayamayacağı aşikâr olan bu komisyonda bir avuç zengini temsilen bir patron, tuzu kuru hükümet temsilcileri ve özel sektörde sendika olmadığı için onları temsilen kamuda örgütlü işçi sendikası yer alıyor. Ama asgari ücretli kimse yer almıyor! Yılda en az bir kez toplanması şart olan bu komisyon, bu haliyle emekçilerin ihtiyacı olan miktarı değil “açlık” ücretini tespit ediyor. Tüm bu olanlara çare işçi sınıfının varlığını kabul edip, birliğini önemsemektir. Somut koşulların somut taleplerini yükselterek, sermayenin karşısına güç olarak çıkabilmektir. Kapanan emek temelli sınıf siyasetini tekrar açmaktır.  


Açalım parantezi o halde 
Adamızın kuzey yarısında uzun zamandır emek temelli sınıf siyasetinin eksikliği yaşanıyor. Bu eksikliği gidermek için bazı alan ve siyasi örgütlerin çabası, görünürlüğü arttırmayı amaçlamaktadır. Örneğin, Baraka Kültür Merkezi olarak bizler, tüm söz ve eylemimizi sınıf temelli bir açıdan vurgulamaya gayret ettik, ediyoruz. Amacı ve alanı tam da bu olan Bağımsızlık Yolu Emekçinin Partisi kurulduğu günden bu yana bu eksikliği gidermeye yönelik politikalar üretti. BY, ilk nefeste yükselttiği “on ve üzeri kişiden fazla çalışanı olan iş yerlerinin sendikasız işçi çalıştırması yasaklansın” talebi ile basit bir çıkış kampanyası üretmek yerine emekçilere etrafında örgütlenecek mücadele alanı açtı ve atmosferi değiştirdi. Değişen mücadele atmosferi ile kamuda yaşanan eşitsizlikleri, özel sektörde sendikasız-güvencesiz- keyfi çalıştırılmayı, emek hareketinin içerisine ekilen kamu-özel, yerli-göçmen gibi çeşitli ayrılıkçı tohumları görünür hale getirdi. Ayrıca dibe vuran ekonomiye çareyi halka acı reçete yazmakta değil servet vergisi talebinde aradı. Asgari ücret sorunsalı için de onu tespit eden patron ve hükümet temsilcileri ile maaş pazarlığına girmeyi reddetti. Asgari ücret tespit komisyonunu tümüyle ortadan kaldırıp, asgari ücretin en düşük kamu maaşına eşitlenerek her iki ayda bir hayat pahalılığı verilmesi gerektiğini savundu. Bu, özel sektör emekçilerine yeni mücadele alanı açmakla birlikte, ayrıştırılan kamu emekçileri ile özel sektör çalışanlarını hem ortak mücadelede birleştirdi hem de emek temelli sınıf mücadelesini ihtiyacını karşıladı. Asgari ücretin en düşük kamu maaşına eşitlenmesi talebi oldukça büyüdü, büyüdükçe görünür oldu ve verilen 6 yıllık mücadelenin sonunda, hükümet kanadından “hayat pahalılığı oranında artış” sesleri yükselmeye başladı. Yükselen bu sesler mücadelenin ilerleyişinin en somut göstergesidir. Bir diğer gösterge de geçen zaman içerisinde, bu talebi sahiplenip ilk kez kendisi söylüyormuşçasına kendine mal edenler ile “bizim zamanımızda şu kadar arttıydı” diyenlerin ortaya çıkmasıyla oldu diyebiliriz.  

Kendini mücadelenin üzerinde görüp kahramanlaştıran bu kafalara şunu söylemekte fayda var: Hükümette bir koltuğunuzun olması asgari ücreti en düşük kamu maaşına eşitlemeye yetmez, bu talebin hayat bulması, sermaye ile iç içe değil, emekçiler ile omuz omuza verilecek bir mücadele mümkün olacaktır. Asgari ücret patronların oyuncağı olmaktan çıkarılmak isteniyorsa, asgari ücretin en düşük kamu maaşına eşitlenmesi talebini yasaya bağlamak şarttır. Ve bu daha başlangıçtır. Açılan bu yolla birlikte sınıf temelli emek mücadelesi büyümeye ve güçlenmeye devam edecektir.