Kültürel Değerden Kültürcoin’e – Sezgin Keser  

Bugün bir lezzet turu yapmak isteseniz çok uzak ülkelere gitmeden, hemen yanıbaşımızda yer alan Türkiye’ye gidip bu keyfi yaşayabilirsiniz. Akdeniz’den başlayıp doğudan kuzeye doğru çıkar, Orta Anadolu üzerinden batıya geçer, Trakya’yla turu sonlandırıp, zevkten diliniz ve ağzınız uyuşana kadar yiyip içebilirsiniz. Ya da sadece bir bölgeye giderek de bu turu gerçekleştirebilirsiniz. Bu yolculukta, köftesinden böreğine, çorbasından tatlısına, meyvesinden kuruyemişine kadar farklı tescil kategorisine giren birçok kültürel ürünü deneyebilirsiniz. Bu süreçte “ne güzel her yöre kendi kültürel değerlerine sahip çıkıyor ve bunun turizmini yapıp para kazanıyor” diyebilirsiniz. Gayet de doğru dersiniz ama madalyonun diğer tarafını da görmezden gelmemelisiniz. Çünkü madalyonun diğer tarafı bazı gerçekleri içinde barındırıyor. 

Madalyonun iki yüzü 

Kültür, durağan olmayan, zaman içerisinde değişen, gelişen, bazen de yok olabilen bir olgudur. Halkların yaşadıkları, ürettikleri, inançları, doğayla olan ilişkileri kültürlerini oluşturur. Bazen farklı halklar birlikte bir toprak parçasını paylaşır, kültürleri birbirlerinin kültürlerini etkiler ve ortak bir kültür oluşur. Bazen de kültürüne değer vermeyen bir halk, geçmişten gelen bütün değerlerini kaybedip, yenilerini de yerine koyamaz. Adamız özelinde şunu hep duyarız; “Bizim kültürümüzde demli çay yoktur, Türkiyeliler içer bu çayı”. Doğrudur Türkiye’de daha çok içilen çay, buraya göç eden insanlar tarafından Kıbrıs kültürüne yerleşmiştir ki bu olumsuz ya da aşağılanacak bir şey değildir. Aynı şekilde Türkiye’den gelen insanlar da ada halkının kahve alışkanlığını edinmiştir. Yani kültürel farklılıklar birbirini yok etmek yerine birlikte var olmayı başarabilmiştir. Kültürlerin kaynaşması bizim korkmamız gereken bir şey değildir, bizim korkmamız gereken kültürel değerlerimizin ticari kaygılarla metalaştırılmasıdır çünkü bir mal gibi görülen kültürel değer yok olmakla karşı karşıya kalır. 

Günümüzde dünyanın birçok ülkesinde tescillenmiş, o ülkeye ait kültür öğeleri vardır; sadece kendi yöresinde yetişen bir besin, işlemesinin detaylarını bölge halkının bildiği bir el işi ürün, o ülkedeki ekosistemde yetişen bir ağacın yağı vb sayabileceğimiz bir sürü değer. İnsanlar tarafından emek verilip üretilen bu ürünlerin değerinin bilinmesi, dünyaya tanıtılması ve korunması kültürel açıdan önemlidir: Konuşulmayan, duyulmayan, sırlar içinde kalan bir şey, varlığını devam ettiremez. Düşünün ki yıllardır günlük hayatınızda kullandığınız ve toplumunuza ait bir ürün dünyaya duyuruluyor, beğeniliyor ve hatta insanlar bunun yapımını öğrenmek için ülkenize geliyor. Bu hem gurur verici hem de turizm geliri açısından olumlu bir durum. Ta ki bir yere kadar… 

Fas’ın güney batısında yetişen Argania Spinosa ağacının meyvesinden elde edilen Argan yağı Fas’ta tarih boyunca bölge halkları tarafından üretilmiş ve çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılmıştır. Bölge halkı tarafından sıvı altın olarak adlandırılan yağ, tescilli bir ürün olarak artık dünyaya yayılmış ve ticareti yapılır hale gelmiştir. Ticaretinden de öteye insanlar Fas’a gitmekte, yağın üretim fabrikalarına düzenlenen turlara katılıp, üretim anını görmekte ve yağdan üretilen çeşitli ürünleri satın alıp ülkelerine dönmektedirler. Bu ticaret ve turizm ağı bir taraftan bölge halkına, özellikle üretimi yapan kadınlara iş ve gelir imkanı da sağlamaktadır. Diğer taraftan da küresel ticarete yetecek kadar üretimin yapılması için aşırı bir hasatın yapılması gerekmektedir ve bu da doğayı tehdit etmektedir. Sürdürülebilirlik adı altında ekolojik dengeyi koruyarak üretimi yapılmaya çalışılsa da günün birinde Argan ağaçlarını, ağaçtan elde edilen kültürel değeri korumak ve daha fazla yağ üretmek ikileminde kalındığında; bölge halkı karşısında bölge ve küresel sermayenin acımasız yüzünü göreceği, bugünden tahmin edilen bir gerçektir. 

Hellimden gullirikyaya 

Hellimin kültürümüzdeki önemi büyüktür. Kıbrıs’a has olan bu ürün; tadıyla, yapımıyla, farklı yemeklerde kullanılışıyla özel bir ürün. 2021 yılında Hellim/Halloumi olarak tescillenen ürünün hellim olarak da tescillenmesi için kamuoyunda tepkiler gösterilmiş, etkili bir şekilde ses çıkarılmıştı. Geçtiğimiz temmuz ayında ise yine Kıbrıs’a has olan bir ürünün, gullirikyanın tescil konusu gündem oldu. KC devleti bizim gullirikya dediğimiz ürünü “Tertziellouthkia” olarak tescillerken Kıbrıslı Türk halkının iradesini, varlığını görmezden gelmiş oldu. Gullirikya sürecinde adanın kuzeyinden hellim sürecinde gösterilen tepki gösterilmezken, gerçekten sadece kültürel değerleri önemseyen bazı yapılar tarafından eylemler düzenlendi, tepkiler gösterildi. Hellim Kıbrıslı Türk toplumunun bir parçasıyken gullirikyaya dış kapının mandalı tavrı yapılmasının sebebi  gullirikyanın hellim kadar kullanılmayan ve özellikle uluslararası alanda ticari değeri olmayan bir ürün olmasındandır. Hellim sürecine, bu işten kazancı olan Türkiye sermayesi bile dahil olurken ticari kazanç sağlamayan gullirikya öksüz kaldı çünkü en temel haklarımızın piyasalaştırıldığı günümüzde, kültürel değerlerin varlığı, meta olarak ne kazandırdığı ya da kazandırabileceği oranda dikkate alınır. Düşünün ki bugün gullirikya, ticareti yapılan bir ürün olsaydı kopacak yaygarayı tahmin bile edemezdik belki de.  

Tescil değeri/değersizliği 

Bir kültürel ürünün tescilleniyor oluşu onun değerinin bilindiği, korunduğu, varlığının devam ettirileceği ya da dünyaya duyurulabileceği anlamına gelebilir ama tescilin temelinde yatan, kazanç elde etme hedefi günün sonunda bunların önüne geçecektir. Halkların kendi kültürel değerlerini korumasının yolu onları tescillemekten geçmez. O öğeleri günlük yaşamda kullanmaktan, artık dünyanın diğer ucuna ulaşabildiğimiz iletişim çağında, karşılıksız bir şekilde başka ülkelere tanıtmaktan geçer. Paranın içine girdiği her konuda değerin metalaştırıldığı, varlığının ise değersizleştirildiği gerçeğinden kaçamayız ancak bu gerçeği halkların çıkarları doğrultusunda değiştirebiliriz.