Dergimizin son dosya konusu “memleket yangın yeri” idi. O dönemden bu yana ise yöneticilerimiz nispet yapıp “yangın öyle olmaz böyle olur” dercesine bir yaz dönemini memleketimize yaşattılar. Öyle ki artık “nasılsın” sorusuna “memleket gibi” diye cevap verene “ambulans çağıralım mı?” diye soruyoruz .
Yaz aylarımızı, hava koşullarını açıklayacak daha iyi bir kelimeyi dil bilimciler henüz bulmadığından, “bayağı sıcaktı” diye tanımlayabiliriz. Bu sıcağı katmerleyen ise UBP kurultay adaylarının hareket hızının yarattığı sürtünmeden enerji üretme teknolojisi henüz gelişmediğinden elektriksiz, yani soğutmasızdı da yaz. Teknecik’te yatırım yapılmayan makineler, yakıt yerine Ankara’nın “burdan alacaksınız” dediği çamurla birleşince bozuldular biraz. Vergilerimizin yatırım ve yedek parça için ayrılması gereken kısmı AKSA’nın üretme kapasitesine sahip olmadığı ama hükümetimizin alım garantisı vermekte beis görmediği kazık fiyatlı elektriğin ödemelerine gidince tamiri de olamadı kolay kolay. Hükümetimiz “zaten sıcak, bir de halkın moralini bozmayalım” diye düşündüğünden olsa gerek “gelmiş geçmiş hükümetler olarak kamusal enerjiye yatırım yapmadık, olanı da AKSA’ya peşkeş çektik” demek yerine “işçiler sabotaj yaptı” diye açıkladılar yaşananları. Zaten bu açıklamayı yaptıkları gazetenin sahibi AKSA olduğu düşünülünce ayıp da olurdu böyle konuşmaları. Hükümetimiz ile ilgili ne derseniz deyin kabul edelim son derece düşünceli ve nazik insanlar onlar!
Kıbrıs Cumhuriyeti’nde hükümet eden dostlarımız sıcaklar bizi çarparken azıcık dikkaktimiz başka yere dağılsın diye bir Gullirikya meselesi getirdiler karşımıza. Gullirikya meselesi demek doğru mu bilemedim gerçi, çünkü meselenin kendisi artık gullirikyaya gullirikya denemeyecek olması! Daha doğrusu gullirikya artık başka bir isimle coğrafi tescilli bir ürün. Yani artık gullirikya’yı öyle gullirikya diyerek satamayacağız yurtdışına. Hatta o ismi de kullansan ancak Kıbrıs’ın güneyinden sermayedarlar satabilecek gullirikyayı. Bu duyulunca ahali içindeki bir kısım tepki gösterdi, bir kısım ise “amma mesele ettiniz” dedi. Benim ise yalanım yok, gullirikya sevmem. Tadı da kokusu da bir garip gelir bana. Ama daha da sevmediğim şey ise sevmediğim şey dahi olsa kültürel bir öğemin adının ne olduğuna karışılmasıdır. Yılların Çağlayan Parkı’nın adına Ankara kelimesi, iktidarı vesilesi ile karışınca veya bizi yeterince Müslüman görmeyip din anlayışımıza karışıldığında tepki göstermemiz de bundan değil miydi? Hatta daha fazla tepki gösteririm bu duruma. Neden mi? Çünkü Ankara ile isteğim dostluk, kardeşlik. Buna uygun hareket etmediğimde tepkim de ona göre olur. Kıbrıs Cumhuriyeti yönetimleriyle ise amacımız eş bir yaşam, federal bir çatıda bir araya gelmek. Onun irademe müdahalesi elbet daha fazla acıtır ve daha da tepki gösteririm.
Tüm bunlar yaşanıp, UBP kurultayı adaylarının “yaşasın kktc” nutukları karanlıkta birbirine karışırken, sosyal medyaya Omorfo’dan bir haber düştü; “600 Bangladeşli işçinin dramı” diye. Aslında bana kalırsa haber başlığı haberci arkadaşların acemiliğinden veya iş bilmezliğinden öyle atılmış. Halbuki olayın içeriğine bakınca başlık “kktc’de işler tıkırında” olmalıydı. Niye mi? Düşünsenize birkaç muteber girişimcimiz, yasal olmasa da herhalde iyi niyetlerinden aracılık ederek, narenciye toplama maksadıyla başka bir işletme adına yurtdışından dönemlik bir iş için 600 işçi getirmiş. Bu iş için de işletmemizin cebinden bir kuruş çıkarmamış. Girişimcilerimiz Avrupa’da dönemlik ve sürekli iş garantisi ile işçilerden 10 bin Euro civarı para tokatlayıp buraya getirmişler. Yani hem işletmemizin cebinden dönemlik bir iş olan narenciye kesimi için yurtdışından çalışan getirmeye bir kuruş çıkmamış, hem de üstüne diğer girişimcilerimiz milyoner olmuşlar. Burada bitti mi? Elbette hayır. Gelen işçiler herhalde dil bilmediklerinden, zorlayan yaz sıcağımızda günde 16 saat çalıştırılmış, açıkta yatırılmış bunun karşılığında da maaş almamış, aldığında da asgari ücretin 3’te 1’i verilmiş işçilere. Düşünsenize girişimcilerimiz bu işten milyoner olmuş, işletmemiz ise kapitalizmin prangalarından kurtulup köle iş gücü ile her işini halledebilmiş. Hem de bu iş Ticaret Odamız ile devletimizin de iştirakıyla gerçekleşmiş. Muhteşem! Kapkaççı sermayedarımız kazanmış, emekçiler ise… Şimdi bu sistemin kaymak tabakası UBP ile kıymetli kapkaççı sermayedarlarımız “yaşasın kktc” diye avazı çıktığı kadar bağırmasın da sen, ben, yoksa Bangladeşli işçiler mi bağırsın? Gerçi haklarını yemeyelim tercüman olmadığından Bangladeşli işçiler “yaşasın kktc” diye bağırıyorsa da anlayamamışızdır.
Bu sıcak yaza sıkıştılan kötülüklerin bir kısmı bunlar. Marazında da değilim. Siz de n’olur etmeyin. Çünkü biz marazlandık sonra, kapkaççı sermaye, dayatmacılar ve işbirlikçiler azıtıyorlar. Elbette kanıksamayalım da bu yaşananları. E ne mi yapalım diyorsunuz? Öfkelenin dostlar, önce öfkelenin sonrasında ise örgütlenin çünkü ne kktc dünyada tek, ne de sorunlarımız. Bundan yüz yıl önce Brecht ustanın da dediği gibi… Bütün bu düzen bir tahterevalli, onlar bir avuç orada tahterevallinin bir tarafında havada duruyorlar, hepimiz ise diğer tarafındayız tüm ağırlığımızla, bizim tek yapmamız gereken ise hep birlikte ayağa kalkmak.
Recent Comments