Boş Zamanlar, Boş İnsanlar – Münür Rahvancıoğlu

Tarihsel olarak “çalışma” ezilen sınıfların görevi, “boş zaman” ise egemen sınıfların bir ayrıcalığı olmuştur. Bu durum nedeniyle, popüler kültürde boş zaman özenilen ve mutlak olarak olumlu bir olguymuş gibi değerlendirilir. Bunun tersine “çalışma” ise kaçınılan bir faaliyettir. Oysa karşıt gibi görünen bu iki kavramı birbirlerinden tamamen yalıtmak mümkün değildir. Tüm zamanını çalışarak geçirmek insanı sefil bir duruma sürükleyecektir. Böyle bir insanı hayal ettiğimizde aklımıza kölelik veya toplama kamplarının gelmesi boşuna değildir. Ancak bunun tam tersi, yani tüm zamanını boş geçirmek de insani kapasitemizi çürüten bir etkiye sahiptir. Bu nedenle de boş zaman ile çalışmanın belirli bir şekilde dengelenmesi şarttır. Bu hem bireysel hem de toplumsal olarak böyledir. Bir toplumda sonsuz boş zaman ayrıcalığına sahip olanlarla, tüm vaktini çalışarak geçirmek zorunda olanların birlikte yaşaması kaçınılmaz sürtüşmelere yol açacaktır. Zaten tarihsel olarak boş zaman kavramının ortaya çıkması da bu sürtüşmelerin sonucudur.

Kölecilik, köle sahiplerinin çalışmadığı onların yerine de kölelerin çalıştığı bir toplum biçimidir. Köle isyanları ve köle sahiplerinin içerisine düştüğü çürüme sonucunda yıkılan bu toplum biçimi; tarih içerisinde yerini çalışan sınıfların daha fazla boş zaman elde ettiği sistemler tarafından doldurulmuştur.

Bugün içerisinde yaşadığımız sistem; bir yandan işsiz insanların kendilerine iş bulmaya çalıştığı, diğer yandan haftalık iş saatlerinin altmış saatlere ulaştığı çelişkilerle damgalı. Ancak hem çalışma zamanımız hem de boş zamanımız egemenler tarafından titizlikle kontrol altında tutuluyor.

Çalışan insanlar, iş yerlerinde geçirdikleri sürelerde “zaman yönetimi” adı altında yaratıcılıktan yoksun bir kontrol mekanizmasının hükmü altındadırlar. Çoğumuz bu durumun farkında olsak da boş zamanlarımızın da bize ait olmadığı gözden kaçabilmektedir.

Emekçilerin boş zamanlarında ne yaptıkları egemen sınıfları yakından ilgilendirir. Kölelerin boş zamanı olmadığından, o tarihlerdeki egemen sınıfların bu alanı manipüle etmek gibi bir ihtiyacı da yoktu. Ancak sınıf mücadeleleri sonucunda çalışma saatlerinin azaltılması, egemen sınıflar açısından fırsat ve tehlikelerin iç içe geçtiği yeni bir durum yarattı.

Emekçi insanların boş zamanları, hem egemenler aleyhine bilinçlenme riski barındıran hem de onlara yeni ürünlerin pazarlanması fırsatını içeren bir alandır. Spor, sanat, seyahat, oyun gibi tarihsel olarak ezilenlerin örgütlü mücadelesine hizmet eden alanların içinin boşaltılması egemenler açısından hayati önemdedir. Egemenler bu alanların sınıf bilinci oluşturmadaki rolünü baltalamak zorundadırlar. Üstelik bu alanlarda yaratılacak niteliksiz ürünlerin satışı da kâr imkanı sunar.

Çalışan sınıfları, çalışmadıkları zamanlarda da kontrol altında tutabilmek için bugün muazzam bir endüstri geliştirilmiş durumdadır. Niteliksiz ve popüler müzik, bilgisayar oyunları, başta futbol olmak üzere endüstriyel spor ve kitle turizmi gibi olgulara baktığımızda; bunların her birinin eğlence ve vakit geçirme kadar tarihsel olarak ezilenler açısından sınıf bilincine hizmet eden unsurlar olduğunu da görürüz.

Futbol işçi sınıfının sporu olarak doğmuş, hem fiziksel hem de sosyal olarak işçilerin gelişimine hizmet etmiş önemli bir spordur. Ancak bugün seyirlik bir nesneye dönüşmüş, çoğu zaman da sınıfsal ayrımların görünmez olması ve emekçilerin birbirlerine husumet geliştirmelerine neden olacak gerilimlere hizmet etmektedir. Benzer bir durum sanatın tüm dalları, turizm, oyunlar ve edebiyat için de geçerlidir.

Boş zaman faaliyeti olarak sistem tarafından bizlere sunulan ve birçok kişinin kendi tercihi olduğunu düşünerek veya bir statü sembolü olarak sarıldığı faaliyetlerin ortak yönlerine baktığımızda; kendimizi faaliyetin üreticisi değil tüketicisi olarak konumlandırmak zorunda kaldığımızı görürüz. Kitle turizmi gibi erişilebilirliği daha kısıtlı olanlar; statü sembolü olarak işlev görürken dahi, yaşamı daha iyi anlamamıza ve günlük hayatımıza döndüğümüzde bir değişime hizmet etmemekte; sadece buzdolabının üstündeki magnet sayısını arttırmaya yaramaktadır. Orta sınıf bir bireyin buzdolabındaki magnet sayısı, bir generalin göğsündeki madalya sayısının yarattığı etkiyi yaratmaktadır!

Boş zaman faaliyetlerinin bir yandan bizlerin bireysel bilgi ve yeteneklerini arttırması diğer yandan da sosyal ilişkilerde bilinç düzeyinde bir değişime hizmet etmesi beklentisi; bunun kendiliğinden gerçekleşmesi beklentisi kapitalizmin bu alanlara eğilmesinden önceki zamanlardan kalan yanlış bir beklentidir. Bugün kendi haline bırakılmış tüm faaliyetlerde olduğu gibi boş zaman faaliyetleri de sermayedarlara kâr, bireylere yozlaşma olarak dönmektedir. Ülkemizde bunun günlük yaşamda en sık rastlanan örneği, özel sektördeyken çok daha kaliteli ve yapıcı pratikler içerisinde olan insanların, kamuya geçip boş zaman kazandıktan sonra, sadece iş yaşamlarında değil özel hayatlarında da gerilemeye başlamalarıdır. Bunun çözümü elbette boş zamanın ortadan kaldırılması değildir. Tam aksine işyerinde geçen zamanın patronun kontrolünde olduğu bilincinin, boş zamanımız için de geçerli olduğunun farkına varmak gerekmektedir. Böylesi bir farkındalık; bireylerin üretken ilişkilere girebileceği alternatif boş zaman faaliyetlerini örgütlemek ve bu tür faaliyetleri günlük hayatın parçası kılacak nitelikte insanlar olabilmeye çalışmak anlamına gelir. Bu sanıldığı kadar kolay da değildir çünkü sistem bunun ne kadar tehlikeli olduğunun bilinciyle organize olmuştur.

İnsan kendi kendini yaratan hayvandır. Yaptığımız şeye dönüştüğümüz gerçeği, tarihten çıkaracağımız en önemli derslerden birisidir. Boş zamanımızı, boş faaliyetlerle geçirdiğimizde biz de boş insanlara dönüşüyoruz. Bunu kimse yüzümüze söylemese de, gerçek budur.

Leave a Reply

Facebook6k
Twitter2k
646