
Toplumsal, ekonomik ve kültürel yapılar tarih boyunca bireylerin yaşam biçimlerini olduğu kadar düşünme biçimlerini de şekillendirmiştir. Siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel sistemlerin sürdürülmesi amacıyla pek çok kavram ortaya çıkmış, bu kavramlar içine doğdukları çağların düşünce dünyasında önemli bir yere sahip olmuştur. Bugün kullandığımız anlamıyla “boş zaman” da bunlardan biridir ve sıradan bir kavram gibi görünmesine rağmen tarihsel ve ideolojik boyutları bulunmaktadır.
En genel anlamıyla boş zaman; iş, eğitim, ev işleri veya zorunlu üretim faaliyetleri dışında kalan zaman dilimidir. Hal böyleyken sorulması gereken önemli bir soru gün yüzüne çıkıyor: “Boş zaman” kavramı bilindiğinin aksine bireye fayda sağlamak için değil de yine sistemin çarkları dönsün diye parlatılan kavramlardan biri olabilir mi?
Foucault, iktidar-bilgi ilişkisi teorisinde iktidarların nasıl yöntemlerle süreklilik sağladıklarını açıklar. Ona göre iktidar yalnızca baskı ve zor kullanarak değil, aynı zamanda bilgi ve söylem aracılığıyla da bireylerin düşünce biçimlerini ve davranışlarını şekillendirir. Foucault’nun görüşü, boş zaman kavramının sistem tarafından nasıl üretildiğini anlamamıza ışık tutabilir. Bu bağlamda boş zaman kavramı bireylere özgürlük ve dinlenme fırsatı sunan bir kavram gibi görünse de, gerçekte sistemin sürekliliğini sağlamak için oluşturulmuş bir söylem gibi durmaktadır.
Boş zaman kavramının bugünkü anlamıyla kullanılması sanayi devrimi sonrasında ortaya çıkmıştır. Sanayi devrimi öncesinde insanlar doğanın ve tarımsal üretimin ritmine göre yaşıyordu. Ancak fabrikaların ve modern endüstrinin ortaya çıkmasıyla, işçilerin verimliliğini maksimize etmek için boş zaman planlanmaya başlandı. Böylece bireylerin yaşamı, sistemin ihtiyaçları doğrultusunda organize edilen bir zaman planlamasına dahil oldu ve modern “boş zaman” kavramı ortaya çıktı.
Günümüzde işe giriş-çıkış saatleri ve hafta sonu gibi sınırlandırılmış çalışma saatleri tamamen sistemin ihtiyaçlarına göre şekillendirilir. Sadece çalışma saatleri değil, eğitim-öğretim ve eğlence sektörüne ayrılan zamanlar da bu düzenin çarklarına uygun şekilde belirlenir. Bu zamanın değerlendirilme biçimi kişiden kişiye değişse de çoğunlukla kapital düzene hizmet eden etkinliklerle doldurulur; iş dışı zamanda bile birey üretim ve tüketim döngüsüne katkı sağlar. Görünüşte bireylere özgürlük ve dinlenme imkânı sunan “boş zaman” kavramı, gerçekte ekonomik yapının kendini sürdürebilmesi için bir araç olarak işlev görür.
Boş zaman kavramı, adındaki “boş” ifadesi nedeniyle bu zamanın değersiz veya eksik olduğu algısını taşır. Burada sorulması gereken soru; boş zamanın aslında kimin için “boşa geçmiş” sayıldığıdır. Kapitalist mantık açısından iş veya üretime katkı sağlamayan süreler “boş” sayılır; oysa aynı süreler birey için yaratıcı, keyifli ve anlamlı etkinliklerle dolu olabilir. Bu durum, boş zaman kavramının bireysel deneyimden çok ekonomik ve toplumsal düzenin sürdürülebilirliği için üretilmiş bir kavram olduğunu gösterir. Bu kavram, boş zamanı değerlendiren birey tarafından değil sermayenin ihtiyaç ve ölçütleri doğrultusunda şekillenmiştir.
Günümüzde boş zaman, birey için en dolu ve yaratıcı anlar olarak deneyimlenebilir. İnsan, iş veya okul dışında kalan vakitlerde en keyif aldığı etkinlikleri yapabilir; düşünme, hayal kurma, tartışma, okuma, yazma, yürüme veya estetik deneyimlerle dolu pek çok anlamlı zaman yaşayabilir. O halde neden hâlâ bu zamana “boş zaman” denmektedir?
“Boş zamanlarınızda neler yaparsınız?” sorusu, iş görüşmelerinde, mülakatlarda, anketlerde, okullarda veya yeni biriyle tanıştığımızda sıkça karşımıza çıkar. Aslında sorulan şudur: Sermayeye hizmet etmediğiniz zamanlarda nasıl var oluyorsunuz? Sermayeye katkı sağlamayan her şeyin “boş” sayılması, zamanın değerini yalnızca üretim ve ekonomik katkı ölçütleri üzerinden belirleyen kapitalist mantığın bir yansımasıdır. Oysa düşünmek, hayal kurmak, zihinsel tartışmalar yürütmek, oturup daha önce okuduğumuz bir kitap üzerine sorular sorarak cevaplar aramak, yürüyüş veya yüzme neden değerli olmasın? Dolayısıyla boş zamanın olumsuz çağrışımı, bireyin özgürce kullanabileceği zamanın sistem tarafından değersizleştirilmesinin bir yansımasıdır. İnsan için en dolu ve anlamlı zaman, sermayeye katkı sağlamadığı için “boş” sayılır.
Peki, tüm bunlara rağmen birey boş zaman olarak kendisine sunulan bu zamanı kendi potansiyelini gerçekleştirebileceği bir alan olarak değerlendiremez mi? Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma adlı eserinde, kapitalist üretim biçiminde işçinin boş zamanını yalnızca çalışmadığı süre olarak değil, kültürel, sanatsal ve toplumsal etkinliklerle değerlendirebileceği bir alan olarak ele alır. Üretici güçlerin gelişmesi ve gerekli emeğin azalmasıyla işçinin özgür zamanının artacağını ve bu zamanın bireyin kendini geliştirebileceği bir alan hâline gelebileceğini belirtir.
O halde ideal anlamda düşünüldüğünde, boş zaman bireyin kendi potansiyelini geliştirebileceği, kültürel, sanatsal ve toplumsal etkinliklerle dolu bir alan olabilir. Kapitalizmin dayattığı tüketim odaklı “boş zaman” anlayışının dışında, bu zamanı bireyin kendi potansiyeline ulaşmasını sağlayacak, yaratıcılık, düşünce ve kültürel gelişim odaklı etkinliklerle değerlendirmek mümkündür. Bu, hem bireysel bir özgürleşme hem de başka bir yaşam ve kültürün mümkün olduğunu gösteren bir imkândır.
