Beklemek Politiktir – Cansu N. Nazlı

Hayatının önemli bir bölümünü işi gereği beklemekle geçiren biri olarak, bekleme üzerine bu yazı vesilesiyle ilk defa etraflı düşünme fırsatı buluyorum. Beklemek de öyle bir şeydir ya hani; olmasını beklediğin şey her ne ise, o anda ona odaklandığından, beklemenin kendisinden çok ne için beklediğinde olur insanın aklı. Ben mesela, mesleğim gereği en çok mahkemede beklerim; bazen dava yoğunluğundan sıranın bana gelmesini, bazen polisin tutukluları getirmesini ya da bir devlet dairesinde yaptığım müracaatın takibini beklerim… Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak her yerde beklediğimiz halde neden beklediğimiz üzerine düşünmediğimiz de önemli. Beklemeyi olağan kabul etmemiz veya beklemekten sıkılıp söylenmemiz, şikâyet etmemiz nedeni açıklamıyor zira. Bu yazıda özel alanı başka bir değerlendirmenin konusu olarak bir yana bırakıp, hepimizin beklediği kamusal alanlara odaklanmaya çalışacağım.

Beklemenin Asimetrisi

Kamusal alanda beklediğimiz konuların ortaklaştığı yönleri ararken, beklediğimiz meselelerde bekleyen ile bekleten arasında çoğu zaman asimetrik bir ilişki olduğunu fark ettim. Örneğin bir devlet hastanesinde muayene sırasının size gelmesini beklemek ya da bir işiniz için vergi dairesinde beklemek… Sıradan vatandaşlar olarak bizler ile kamu gücünü ve yetkisini kullanarak hareket eden görevliler veya yöneticiler arasında asimetrik bir ilişki var. İşlemimi, muayenemi, davamı vb. yapacak olan kişiyi benim bekletmeyip de benim onu hep beklememin nedenlerinden biri burada olabilir. Kamusal alanda beklememizin ister devletle olan ilişkilerde, isterse iş ilişkilerinde olsun güçle bir ilgisi olduğunu söyleyebiliriz.

Bekleyenlerin Sınıfı

İş yerinde amirinin veya patronun sana bir iş vermesini, yaptığın işi kontrol etmesini, onaylamasını, işten çıkmak için izin vermesini, maaşını ödemesini yahut yıllık iznini kullanabilmen için onaylamasını beklemekte de devletle olan ilişkimize benzer şekilde ortada bir kamu gücü olmasa dahi hiyerarşik bir ilişki mevcuttur. Bekleyen tarafın, bekleten taraf ile arasında toplumsal, ekonomik, sosyal statü bakımından bir fark olması ve işimizin bekleten kişi ya da kurumun tasarrufunda olması, beklemeye rıza göstermemize neden oluyor. Beklemeye devam edip oradan kaçamamamızın bu yönüyle de bakıldığında aslında beklemenin sınıfsal bir yönü olduğu daha açık hale geliyor.

Bekletmenin Keyfiliği

Beklemenin herhalde en can sıkıcı yanlarından biri de bekletenin keyfiliğini hissettiğimiz anlarda yaşanır. Müdürle görüşmek için kapının önünde bir saattir beklerken içeriden sohbet ve gülme sesleri duyduğunuzda, sizi keyfi gelene kadar bekleteceğini iliklerinize kadar hissedersiniz. Maaşınızın ödeme gününün üzerinden haftalar geçmesine rağmen maaşınızı alamamanızın patronun keyfi davranışıyla, hatta bu keyfiliğin çoğu zaman da kârıyla ilgili olduğunu bilirsiniz. Bir kuruma yaptığınız dilekçenin cevabını beklerken de benzer bir keyfiliğin hissedildiği anlar yaşanır.

Beklemenin Neoliberalizmle İlgisi

Beklemek, ekseriyetle keyfi bir yönü olması yanında neoliberal çağda daha da hissedilir hale gelmiştir. Zira içinde yaşadığımız neoliberal dönemde egemen sınıfların çok daha güçlü ve acımasız bir karaktere bürünmesi bunda bir etkendir. Devletin sosyal alandan çekilmesi, kamusal hakların giderek budanması da bu lanet dönemin başka bir sonucudur. Kamusal sağlık, eğitim, sosyal hizmet vb. haklara erişmede yaşanan zorluklar da bekleme süresini artırır. Devlet hastanesinde kuyrukların çoğalması ve daha uzun süreler beklememiz, kamusal sağlık bütçesinin küçülmesi ve altyapı ile personel ihtiyaçlarının giderilmemesiyle doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla, bekleyenlerin kim olduğu kadar beklemenin nedeni de sınıfsal bir meseledir.

Beklemenin Hukuku

Kamusal alanda ister devletle olan ilişkilerde, ister iş ilişkilerinde olsun, beklememizle ilgili sürelerin günümüzde hukuk tarafından sınırlandığını görürüz. Örneğin İyi İdare Yasası, idareye yapmış olduğunuz bir dilekçeye belirli bir süre içinde cevap verme zorunluluğu öngörmektedir. Çünkü aslında idare hukukunun gelişimi, yönetenlerin keyfiliğini önlemek için idareyi hukukla bağlamak ve idarenin kamu gücünü kullanırken temel hak ve özgürlükleri ihlal etmemesi üzerine sınırlar belirlemek amacıyla kurulmuştur. Benzer bir mantıkla ama farklı bir hukuk dalı olan iş hukuku da bu keyfiliği önleme üzerine kuruludur. İşçinin haklarını korumak için işvereni hukukla bağlamak ve sınırlandırmak amacı taşır. Örneğin İş Yasası, işçinin maaşının ne güne kadar ödenmesi gerektiğini emredici bir kural ile düzenlemiştir.

Bekleyenlerin Mücadelesi

Liberal anlatının aksine, idare hukukundaki ilerlemeler ve iş hukukunun gelişimi, devletlerin insan haklarına uygun davranma yükümlülüğünde mutabık kalmalarıyla değil, emekçi halkların mücadelesiyle oluşmuştur. İster idarecilerin, isterse patronların keyfiliğinin hukukla sınırlanmasının temelinde, bekleyenlerin örgütlü mücadelesi yatmaktadır. Bekleyenlerin, bekletenlerin keyfiliğini sınırlayan kurallar konması; bekleyenlerin bekletenlerden daha güçlü oldukları anlarda olmuştur. Bu yüzden bir hastanede ya da iş yerinde beklemekten kurtulmanın yolu, diğer bekleyenlerle birlikte hareket etmekten geçer.

Bekleyenlerin Bekletmesi Üzerine

Bekleyenlerin, bekletenleri bekletebildiği istisnai anlar da vardır. Grev bunlardan biridir mesela. İşi bırakan emekçilerin tekrar iş başı yapmasını beklemek sırası bu sefer patronlardadır. Bekleme ilişkisinde rollerin değişmesi burada örgütlenmenin gücüyle ortaya çıkar. Tarihte bekletenlerin bekleyenleri beklediği istisnai dönemler de vardır. Bu dönemlerin varlığı, bizi bekleten bu düzenin ters yüz edilebileceğinin imkânlı olduğunu gösterir. Bu dönemlerin adı: Devrimdir.

Leave a Reply

Facebook6k
Twitter2k
646