Venedikli Kıbrıslılar – Şifa Alçıcıoğlu

Gözün gördüğü her yerde tarihi binalarıyla, köprüleri ve heykelleriyle; kanallar üzerinde süzülen meşhur gondollarıyla adeta tarihte bir yolculuğa çıkmışsınız gibi hissettiren, suların üzerine inşa edilmiş büyülü bir şehir; Venedik. Adamız da tarih boyunca buralardan Kıbrıs’a gelmiş tarihsel figürlere bazen bir yuva, bazen de bir zindan olmuş. Şehrin surları onların şarkılarını hapsetmiş taş oyuklarına; yürüdükleri yollardaki şinyalar duymuş yakarışlarını; yakıcı güneş eşlik etmiş hüzün ve neşelerine, bazen de son nefeslerine… En tanınan Venedikli ise hiç şüphe yok ki Kıbrıs’ın son kraliçesi olarak bilinen Caterina Cornaro’dur.

Adamız, bulunduğu konumu nedeniyle şansı ve şanssızlığı bir arada yaşamaktan muzdariptir. Öyle ki Orta Çağ boyunca haç yollarına açılan bir kapı, ticaretin merkezi ve stratejik önemi nedeniyle gözü hep üzerinde olan bir kara parçası olarak tarihte var olmuştur. Ticaretin önem kazandığı bu yıllarda; ticari işlerin kolaylaşması, ekonominin rahatlaması, savaşların çıkmaması gibi nedenlerle krallıklar arasında yapılan evlilik anlaşmaları oldukça fazlaydı.

Caterina Cornaro da bu şekilde bir evlilikle Venedik’ten adamıza gelerek Lüzinyan kralına eş olmuştu. Ailesi Kıbrıs’ta şeker kamışı ticareti yapan, çok zengin ve aristokrat bir ailenin kızı olan Venedikli Caterina, tarih sayfaları 1468’i gösterdiğinde henüz 15 yaşındaydı. Venedik’in ünlü St. Marc Katedrali’nde, kralsız yapılan şahane bir törenle evlilik yolunda ilk adımı attı ve bundan tam üç yıl sonra Kral II. James’le yaşamak için Kıbrıs’a gelin geldi. Ancak evliliği fazla uzun sürmedi. Kocası bir yıl sonra, kimi rivayetlere göre avda yaralanma, kimilerine göre hastalık, kimine göreyse bir komplo sonucu vefat etti.

O sırada hamile olan Caterina, bir yıl sonra oğlunu kucağına aldı. Fakat şanssızlıklar yakasını bırakmadı; veliaht prens henüz bir yaşındayken, kimilerine göre sıtmadan, kimilerine göre başka bir hastalıktan, kimine göreyse zehirlenerek nedeni tam olarak bilinmeyen bir şekilde hayatını kaybetti. Yeni kurduğu ailesindeki tüm bireyleri kaybeden Caterina, krallığı da kaybetmemek için tahta geçmek durumunda kaldı.

1474’ten 1489 yılına değin adanın kraliçesi olarak hayatına devam etti. Ancak bu yıllar, baskı ve yıldırma politikalarını da beraberinde getirdi. Hem kadın bir hükümdar olması hem de Venedik’in Kıbrıs’ı jeopolitik olarak elinde tutma arzusu, en sonunda Lüzinyan Krallığı’nın da sonunu getirdi. Kaderin oyununa bakın ki adaya gelişi gibi gidişi de yine bir anlaşmayla sona erecekti. Caterina, bir 14 mayıs günü adayı Venediklilere bırakarak; hükümdarlığına son verdi. Giderken yanındaki eşrafıyla birlikte siyahlar içinde, bir matem havasında ayrıldığı rivayet edilir.

Gencecik bir eski kraliçe olarak Venedik’e dönen Caterina, oradaki halk tarafından benimsendi. Hayatı Rönesans dönemi sanatçılarıyla birlikte geçti. Hatta her yıl Venedik’te Regata Storica adı verilen, eylül ayının ilk pazar günü gerçekleştirilen bir seremoniyle Caterina Cornaro’nun Kıbrıs’tan Venedik’e dönüşü törenlerle kutlanmaktadır.

Böylesine etkileyici bir hikâyesi olan Cornaro’nun, Mağusa surları içinde yaşadığı söylenen bir evi vardır. Onu o küçük bahçeyi adımlarken; bahçedeki ağaçtan bir meyve koparırken ya da köpeğinin başını okşarken hayal etmek isterim. Keşke böyle kişilerin geride bıraktığı miraslar, devlet tarafından şahıslara verilmek yerine bir müzeye ya da sanat evine dönüştürülse…

Caterina Cornaro’nun bıraktığı Kıbrıs, Venedikliler tarafından 82 yıl boyunca yönetildi; ta ki 1571’de Osmanlılar tarafından alınana dek. Burada ise bir başka Venedikli çıkar tarih sahnesine: Marcantonio Bragadin…

Marcantonio Bragadin’in ölmeden önceki son sözleri “Miserere mei deus” olduğu söylenir ki anlamı “gör beni tanrı” demektir. Hiç şüphe yok ki Bragadin’in başına gelenler ne yapmış olursa olsun insanlıktan çok uzak bir durumun göstergesiydi. 1571 yılının 17 Ağustos’unda Venedik toprağı olan Kıbrıs, Osmanlı ordusuna teslim olmakla meşguldü.

Osmanlı ordusu padişah II. Selim’in emriyle Lala Mustafa Paşa komutasıyla ve kaptan-ı derya Piyale Paşayla birlikte Kıbrıs adasına doğru ilk yolculuğa 1570 yılının 15 Mayısında çıktı. Temmuz ayında adaya ayak basan ordu Limasol, Baf, Larnaka ve Lefkoşa’yı zapt ettikten sonra Girne’nin savaşmadan teslim olmasıyla birlikte 2 ay içinde kolay bir zaferin tadını çıkarıyordu. Bu işin en zor yanı ise Mağusa’yı ele geçirmekti. Mağusa komutanı Marcantoni Bragadin adında Venedikli bir subaydı. Bir yandan bu ağır kuşatmaya direnirken bir yandan da asla gelmeyen yardımı bekliyordu. O yardım hiçbir zaman gelmedi; açlık, yorulan askerler ve zengin sınıfın baskısına dayanamayarak neredeyse 1 yıl direndikten sonra teslim olmaya karar verdi. Paşa’nın davetiyle çadıra giden komutan, esirlere işkence ettiği iddiasına verdiği küstah cevapla sonun başlangıcını başlatmıştı. Paşa ve Bragadin arasında yaşanılanlar pek hoş geçmemiş olacak ki bu iş Bragadin’in çeşitli işkenceler sonrasında bir direğe bağlanıp canlı canlı derisinin yüzülmesine ve içinin samanla doldurulup teşhir edilmesine değin vardı. Bu korkunç savaş ganimeti, Paşa’nın kadırgasına bağlanarak Konstantinopolis’e geri gönderildi. Yıllar sonra gizlice cesedi çalınarak Venedik’e getirildi.

Biri Kıbrıs’taki üç yüz yıllık Lüzinyan, diğeri 82 yıllık Venedik egemenliğinin bitişine tanık olan bu iki “Venedikli Kıbrıslı” adanın tarihinde hüküm süren medeniyetler gibi izler bırakıp kayıplara karıştı.

Kaynaklar:
Adı Cemile idi, Nazım Beratlı.
https://kibrisgazetesi.com/yazar/ahmettolgay/konu/katerina-ve-kibrista-kraliyetlerdoneminin-sonu/
https://www.venetoinside.com/en/newsand-curiosities/a-venetian-caterina-cornaroqueen-of-cyprus
Miserere mei deus, Ümit İnatçı.
https://www.ancient-origins.net/weirdfacts/marco-antonio-bragadin-0017130
https://www.venetoinside.com/en/newsand-curiosities/marcantonio-bragadinsŞifa

Leave a Reply

Facebook6k
Twitter2k
646