Argasdi’nin 40. sayısında yer alan, cadılar bayramı ile ilgili bu yazımızı şaşırarak okuyacaksınız…
Argasdi dergisine kitabevlerinden ve marketlerden ulaşabilirsiniz.
Kapitalist sistem içerisinde bir eğlence ve tüketim aracına dönüşen ancak tarihsel gelişimi ve gerçekte ne anlam ifade ettiği, bizlere çoğu zaman bilinçli olarak anlatılmayan “Cadı kültü”, aslında “Kazan, sivri şapka, uçan süpürge” fenomeninin çok ötesinde, şifacılık, bilim ve en önemlisi ana erkil bir toplum yapısını içerisinde barındırıyordu.
Sivas, Divriği ve çevre bölgelerden sürgün edilen, Işık inanışı mensubu Anadolu orijinli topluluklar, 8-9. yüzyıllar arasında zorunlu olarak Bulgaristan’a göç ettirildiklerinde Bogomiller olarak anılıyorlardı. Bu topluluklar kuzeye doğru yayıldıkça Katolik kilisesi’nin adeta kabusu haline geldiler. Çünkü farklıydılar… Ortak mülkiyete inanıyorlar ve kadın erkek eşitliği temelinde bir yaşamı savunuyorlardı. Bunun da ötesinde Katolik Kilisesi’nin pratiklerine tam anlamıyla zıt bir başka pratikleri ise kadınların da ermiş olabilmesi, ruhban sınıfı içerisinde yer alabilmeleriydi. Ve bu yalnızca Bogomiller’in değil, bir başka Anadolu orijinli topluluk olan Katharlar’ın da pratiğiydi. Hristiyanlık coğrafyasında kadınların erkeklerle eşit olması bile kabul görmezken, yukarıda bahsi geçen pratiklerin günlük hayatta yer alması kilise için söz konusu bile değildi. Kilise bu pratikleri yasaklamak, kökünü kazımak ve bu uğurda insanları muhbir yapmak için bu pratikleri uygulayanlara Hristiyan teolojisinde yer alan “heretikler” (sapkınlar) dedi. Kilisenin kendi otoritesi dışında başka bilgelere hele de kadınların yer aldığı ruhban sınıflarına tahammülü yoktu…
O dönemin Avrupa’sında kadınların, özellikle de soylu sınıfa mensup olmayan kadınların durumu köleden öteye geçmiyordu. Kadınların herhangi bir konuda hiçbir söz hakları olmadığı gibi, en ufak bir bilgi veya öğretiye erişmeleri söz konusu değildi. İşte böyle bir ortamda Strasbourg çevresindeki 300 mil yarı çaplı bir dairenin etrafına yayılmış olan Anadolu orijinli bu toplulukların Bilge Kadın Dervişleri ve kadın ozanları, Hristiyan kadınları etkiliyor, Katolik kilisesinden uzaklaştırıyor ve onları Kathar inanışına yöneltiyordu. Bu durum tabii ki kilisenin nezdinde “heretiklik” anlamına geliyordu. İnsanları, özellikle de kadınları merak etmeye ve sorgulamaya iten bu pratikler kilise için bir tehlikeydi ve kabul edilemezdi!
Kilise kendi otoritesini sorgulatacak ve tehlikeye atacak bu tarz “sapkınlıklara” müsamaha gösteremezdi. İşte bazı tarihçiler tarafından Avrupa tarihinin ilk soykırımı olarak nitelendirilen Albigen Haçlı Seferleri ve tarihe zalim işkence yöntemlerini benimseyen dini bir yargılama sistemi olarak geçen Engizisyon Mahkemeleri bu döneme rastlar. Haçlı seferleri sırasında ölümden kurtulan Anadolu göçmeni topluluklar bir kez daha inançlarını, yaşayış biçimlerini ve pratiklerini gizlemek durumunda kalır ancak bu kez de Engizisyon peşlerini bırakmaz. Engizisyon, kilisenin “heretik” olarak yaftaladığı kadın erkek tüm insanları öldürmenin yanı sıra, Kathar öğretisinin en güçlü yanı olan kadın erkek eşitliğini ortadan kaldıracak bir argüman hazırlar ve bu argüman da cadılık suçlamasıdır. Tamamen bir gözden düşürme aracı olan ve günümüze kadar böyle bir amacın aracı olmaya devam edecek cadılık suçlaması, bilgiyi elinde bulunduran ve bu nedenle kiliseye üstünlük sağlayan kadın ermişlere yönelikti.
İlk kadın yakılması 1180 yılında Toulouse kentinde gerçekleşirken, o yıllarda öldürülen kadınların sayısı binlerle ifade ediliyor. Katolik kilisesini endişeden de öte korkutan bu kadınlar, eski bir Kadın Ana (Ma) kültürünü benimseyen, anaerkil bir toplumsal yapıyla yaşamayı seçen toplulukların mensubuydular. Bu kültür ve toplumsal yapıyı kendine tehdit olarak gören kilise, bu kadınlara işkence etmiş, yakmış, öldürmüş ve cadılık suçlamasıyla da gözden düşürmüştür. 8-9. yüzyıllar arasında başlayan bu cadı avı, 18. Yüzyıla kadar devam eder. Dönemin erkek egemen Hristiyan toplumuna uygun düşmeyen bu eşitlikçi ilişkiler kiliseyi o kadar rahatsız eder ki toplu katliama varacak kadar vahşi önlemler almaya yöneltir.
Bugünlerde de bilen, düşünen, sorgulayan, reddeden, arzularının ve hayallerinin peşinde koşan kadınlar, toplumsam baskılarla ve özellikle mahalle baskısıyla belli kalıplara sokulmak isteniyor. Yakın coğrafyamız ve Kıbrıs’ın kuzeyindeki sosyal ve ekonomik politikalarda etkisi olan TC’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Kadın ve erkek eşit değildir, fıtrata terstir; feministler anneliği kabul etmezler” demesi, tıpkı yüzlerce yıl önce Katolik kilisesinin, gerçekleştirdiği cadı avınıngünümüzde vücut bulmuş halidir. Bu zihniyet kadınları yakmıyor olabilir ancak arzuladığıneo-liberal siyasal İslam devletineyakıştırdığı kadını yaratmak için toplumsal baskı, mahalle baskısı ve dedikoduyla kadınların yaşamını zorlaştırıyor. Öte yandan kadın özgürleşmesi mücadelesi veren feminist grupları hedef gösteriyor; çocuk dünyaya getirme-annelik gibi kişinin kendi özel yaşamını ilgilendiren bir kararı kamusal hale getirip tartıştırıyor.
İşte her yıl Ekim ayında kutlanan eğlence vesilesi yapılan Cadılar Bayramı, aslında egemen güç olan Katolik kilisesinin yüzyıllar önce yok ettiği bilge toplulukların pratikleriydi. “Şeytanla işbirliği yapıyorlar” suçlamaları ta 18. Yüzyıla kadar kullanılan bir argüman olurken bu gün de kadınların günlük yaşamdaki pratikleri kısıtlanmak isteniyor. Bu yıl cadılar bayramında bunları da düşünün; daha da anlamlı olabilir…
Firuzan Nalbantoğlu
Kaynak:
Cadılığın Tarihi, Ortaçağ’da Bilge Kadının Katli, Lois Martin, Kalkedon
Alın Size Bir Cadı Kahkahası, Nazen Şansal, ankaradeğillefkoşa.org
Galileo Project: Christianity: Inquisition, http://galileo.rice.edu/chr/inquisition.html