Aklı Savunmak – Münür Rahvancıoğlu

Hepimizin lise tarih kitaplarından aşina olduğumuz Reform, sanatla biraz ilgisi olan kişilerin mutlaka duymuş olduğu Rönesans, günümüzün post modern ikliminde yoğun olarak sorgulanmakta olan bilim ve demokrasi…

Bu kavramların ifade ettiği değerler sanki insanlık tarihi boyunca yaşamın bir parçasıymış, her zaman var olmuş gibi davranıyoruz. Oysa en eskisinin tarihi taş çatlasa 500 yıl önceye dayandırılabilecek, nispeten yeni kavramlardır bunlar. Ve toplumsal hayata girişleri ile birlikte öylesine köklü bir dönüşüme sebep olmuşlardır ki, bugün bu kavramlardan önceki yaşam hayal dahi edilemiyor! Bu kavramların ifade ettiği değerlere yöneltilmiş her türden haksız eleştiri ise, “nasıl olsa ona bir şey olmaz” düşüncesiyle görmezden gelinebiliyor!

Orta Çağ

Aydınlanma ile birlikte ortadan kalkmaya başlayan toplumsal yapı; tek tanrılı dinlerin yaşamın her alanında mutlak otorite sahibi olduğu, sanatsal olan dahil her türden yaratıcılığın dinsel bir hegemonya altında baskılandığı bir muhtevaya sahipti. Elbette bu durum üretim ilişkileri bağlamında ortaya çıkan ve kendinden önceki toplumsal yapı ile de bağları bulunan bir gelişim çizgisinin ürünüdür. Birçok bakımdan köleci sisteme göre ilerlemeler barındırsa da, sınıflı toplumların tarihindeki her gelişme gibi; birçok olumsuzluklarla birlikte hayat bulan bir toplumsal/ekonomik sistemdir feodalizm ve Orta Çağ da onun tarih kitaplarındaki ismidir.

Herhangi bir öncelik-sonralık ilişkisi kurulamasa da, bugün anladığımız anlamdaki bilimin temellerini atan ilerlemeler, felsefi alanda dinsel dogmaları sorgulamaya başlayan düşünce akımları, feodalizm boyunca biriken ticaret sermayesinin yeni buluşlarla bağlantılı bir üretim dinamiğine doğru yönelmesi ve bunların sanata yansımaları, karşılıklı bir etkileşim içerisine girerek toplamına Aydınlanma dediğimiz yepyeni bir çağın kapılarını araladı.

Rönesans, Reform, Bilim

Aydınlanma bu üç alanın karşılıklı etkileşim içerisinde toplumsal yapıda büyük dönüşümler yarattığı bir sürecin adıdır. Sanatta Rönesans ile dinsel kalıpların dışına çıkılmaya başlanırken, Reform hareketi günlük hayatın pek çok alanındaki din temelli pratiklerin yeniden şekillenmesine yol açtı. Kilise evlilikten ekonomiye, yemek kültüründen eğitime kadar her alanda baskın olan otoritesini sorgulayan ve yavaş yavaş gelişmekte olan kapitalizme daha uyumlu dinsel yorumlarla sarsılmaya başladı.

Kilisenin bu otoritesine vurulmuş en ağır darbe ise bilimden geliyordu. Bilim, her şeyi sorgulayan, anlamaya çalışan, bilmeye yönelen ve değiştirmek için uygun araçları geliştiren müthiş bir silahtı. Sorgulamamanın, anlamamanın, bilmemenin ve olduğu gibi kabul etmenin toprağından beslenen muhafazakarlığın karşısında yükselen bilim; kendisi dahil her şeyi eleştiriyordu. Bilimin en büyük gücü de bu eleştirel yapısıydı. Ancak eleştiri günümüzde anlaşıldığı anlamıyla sızlanmak, şikayet etmek, burun kıvırmak değil; anlamak, bilmek ve değiştirmek üzerine kuruludur.

Bu her şeyden önce çevresine müthiş bir özgüvenle bakan, geleceğin daha iyi olacağına dair umudu olan, akıl ve deney yoluyla kavradığı dünyayı her geçen gün biraz daha fazla kavrayan bir insan karakterinin oluşumuna hizmet etti. Dinsel baskıdan reformlar yolu ile kurtulan, bilim aracılığı ile dünyayı anlayan ve giderek özgürleşen sanatta kendini ifade eden bu insan Aydınlanma çağının ürünü olan yeni bir kavramla kendini tanımlıyordu: Birey!

Birey, Kapitalizm ve Demokrasi

Modern birey, aydınlanma çağının ürünüdür. Bireylerin iç dünyasını, hayallerini, arzularını, hırslarını, korkularını, umutlarını en iyi anlatan edebi ürün olan roman da tarih sahnesine birey ile birlikte çıkmıştır. Aydınlanma çağına kadar toplum içerisinde uyuklamakta olan birey; dinsel baskının geri çekilişi, bilimsel özgüvenin yükselişi, sanatsal coşkunun yayılışı ile birlikte serbest kalmıştır. Bu da kendi aklı ile düşünen, bilimsel yöntemle karar veren, geçmişi anlayıp eleştirirken geleceğe ilişkin fikirler geliştiren bireylerin; toplumsal meselelerde de söz sahibi olmak istemesi anlamına geliyordu.

Demokrasi işte bu söz, yetki, karar hakkının yani iktidarın bireylerden oluşan topluma devredilmesidir. Kilise bilim tarafından tahtından indirilirken, krallar da demokrasi mücadelesi ile yönetime el koyan toplumsal güçlerce tahtları ile birlikte yok edildiler. Artık ne sanatın, ne bilimin, ne de siyasetin önünde tabulardan, dogmalardan, hurafelerden oluşan bir engel kalmıştı! Sınıflı toplumlarda her ilerlemenin, kendi içinde bir olumsuzluğu da barındırdığını yazının başında söylemiştik. Aydınlanma çağının bir diğer ürünü de kapitalizmdir.

 

Postmodernizm: Saldırı Altında Olan Akıldır!

Yeni çağın ürünü olan kapitalizm, bireysel girişime dayalı, özel mülk edinme düzeni üzerine kurulu ve toplumsal, ekolojik hiçbir kaygı gözetmeden sadece kâr maksimizasyonunu önemseyen bir üretim ilişkisidir. Bilim, sanat, akıl ve demokrasi ile birlikte yükselen kapitalizm; kendi iktidarını oluşturduktan sonra feodal sistemin kendi düzenini sürdürmek konusunda mükemmelleştirdiği araçlara geri dönüyor.

Feodalizmin yıkılıp kapitalizmin kurulmasında işe yarar birer araç olarak görülen bilim, sanat ve demokrasi; artık iktidarını pekiştirmiş ve toplumsal gelişme önünde bir engel haline gelmiş olan kapitalizm için bir tehlike oluşturuyor.

Bilim, sanat ve demokrasinin kapitalizm için yarattığı tehlike ile baş etmenin en kestirme yolu ise bunların beslendiği ana kaynağa yani aydınlanmanın en temel unsuru olan akla saldırmaktır. Sorgulamaya, anlamaya, bilmeye ve değiştirmeye dayalı aydınlanma değerleri; bugün post modern ortaçağ karanlığı tarafından saldırı altındadır. Birey olmanın en temel unsurları ortadan kaldırılırken, demokrasi de aynı akıbete maruz kalıyor.

Bugün vadesini dolduran kapitalizmin yaydığı karamsar, umutsuz, bilmekten korkan, değiştirmeye cesareti olmayan ruh hali tam da bu yüzden ve en başta aklımıza saldırmaktadır ve bu saldırıya karşı aklı savunmak da yeni bir toplumsal düzeni inşa etmek isteyen sosyalistlerin tarihsel görevidir.

aydinlanma-nedir-1024x570