Tepeden Tırnağa Komünist, Tepeden Tırnağa Sevda – Nazen Şansal

Genç şair Nazım, karısı Nüshet’in kendini terk etmesi üzerine kıskançlık krizine girdi!

Nazım, kocasından hâlâ boşanmamış olan Piraye ve çocuklarıyla, lüks bir konağa taşındı.

Solcu şair Nazım Hikmet, hapiste bile boş durmayıp kuzeni Münevver’i baştan çıkardı. Üstelik kendisi de Münevver de evli…

Önceki evlilikleri başarısızlıkla sonuçlanan çapkın Nazım, şimdi de gönlünü kendinden 30 yaş genç Rus bir sarışına kaptırdı!

 

Nazım’ın hayatına, günümüzün yoz paparazi anlayışıyla ve pek çok ilişkinin sadece şekilden ibaret, görüntüyü kurtaran sığlığıyla bakarsak, göreceğimiz bu tarz sansasyonel haberlerdir. Oysa O’nun her sevdasında, kavgasını besleyen bir kudret; her aşkında, şiirini toplumsal kılan bir romantizm; her ayrılığında, memleket hasretini aratmayan derin bir keder; her aldatışında eşine nadir rastlanan yoldaşça bir açık yüreklilik vardır. Kimisi Nazım’ın komünist yönünü ön plana çıkarır ve “günahına” ortak olmamak için ilişkilerini görmezden gelmeyi tercih eder. Kimisi O’nu Türkçe’nin en güzel aşk şiirlerini yazmasıyla tanır ve devrimciliğini geri plana iter. Oysa Nazım, kafasıyla ve yüreğiyle, aşkları ve mücadelesi ile bir bütündür. Sevdiği kadınlardan ilham alır, bir kadını sever gibi sever kainatı da, dünyaya vermek istediği toplumsal mesajları aşka bulayıp şiire dönüştürür. Bir yarısı tutsak, bir yarısı sürgün geçen yaşamında aşk O’na özgürlük ve direniş gücü katar. Nazım sadece sevdiği kadınlara değil, insanlığa, ideallerine, bilime, daha güzel, daha adil bir dünya inancına da tutkuyla bağlıdır.

Hayatındaki kadınlar ve ilişkileri hakkında kalem oynatırken Nazım’ın “kadın”a ve “aşk”a bakışını da irdelemek gerekir. Aydın ve sanatçı bir annenin oğlu olmasına rağmen erkek egemen toplumun değerleri içine doğmuş ve çağdaş kadınların bile ataerkil toplumsal cinsiyet rollerini sorgulamadığı bir dönemde şairlik etmiştir. Nazım, erkeklerin lehine olan bu düzenden, hem yazın ve edebiyat dünyasında hem de özel yaşamında, hemcinsleri gibi faydalanmıştır. Bilhassa gençlik yıllarındaki kaleminde, egosu yüksek, eril bir dile rastlanır. 20’li yaşlarındayken evlenip ayrıldığı Nüshet Hanıma yazdığı düşünülen “Mavi Gözlü Dev” şiiri buna bilinen bir örnek iken(1), “Gövdemdeki Kurt” ise daha az bilinir ve belki de bir kadına “kaltak” dediği tek şiiridir. (Yazıya ayrılan yer sınırlı olduğundan, bahsettiğim ve bahsedeceğim şiirleri, meraklısı kitaplardan veya internetten araştırabilir.)

Nazım’ın yaşadığı dönemin feodal özelliklerinden ve uzun yıllar birlikte hapis yattığı Anadolu insanı ile etkileşiminden kaynaklı olsa gerek, tabiat ile ilişkilendirdiği, ilkel ve geleneksel bir kadın algısı vardır. Harikulade metinlerinden biri olan Şeyh Bedrettin Destanı’nda sık sık tekrar eden, doğurganlığı anlatığı bölüm buna güzel bir örnektir: “en yumuşak, en sert, en tutumlu, en cömert, en seven, en büyük, en güzel kadın: TOPRAK, nerdeyse doğuracak, doğuracaktı.” Kuvayi Milliye Destanı’nda ise kadınlara ilişkin tespiti şöyledir: “anamız, avradımız, yârimiz / ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen / ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen…” Bazı feministlerin cahilce eleştirisine maruz kalan bu dizelerde, şairin kadına layık gördüğü yer değil, köylü kadınların durumu resmedilmektedir.

Nazım Hikmet, Orhan Selim takma adıyla kaleme aldığı bazı köşe yazılarında feminizm ve kadınların sorunlarına da kendince değinmiştir. “Feministlik” başlıklı bir yazısında kadın-erkek arasında ayrım gözetilmemesini istediğini söylemiş ancak feminist ve süfrajet kadınları ağırbaşlı olmadıkları için küçümsemiş, eleştirmiştir. “Kadın ve erkek arasında ne ekonomi, ne ahlak, ne politika bakımından ayrılık gözetilmemesini isteyen bir adamım, gel gelelim, feministlikten, süfrajetlikten anlamıyorum bir türlü. Bunların ağırbaşlı, verimli bir iş olduklarını sanmıyorum.” “Kadınlık için” başlıklı bir yazısında ise durumu biraz toparlamış, çalışma yaşamına katılan kadınların hem işte hem evde olmak üzere iki kez sömürüldüğünü belirterek yine de kadını eve çekmemek gerektiğini vurgulamıştır.(2)

Nazım, halk ve divan şiirinin kalıplarını yıkan, biçim ve içerikte devrim yaratan bir şairdir. Bununla birlikte kendinden önceki edebiyattan da özellikle “aşk” temasında yararlanır ve toplumcu gerçekçi bakışıyla kendi aşk kavrayışını, halka mal olmuş masalsı aşıklar üzerinden işleyerek yansıtır. Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Tahir ile Zühre gibi efsanevi aşıklar, O’nun şiirinde ve tiyatro eserlerinde yalnızca birbirleri için yanan kişiler olmaktan çıkar. Kerem, artık karanlıkları aydınlığa çıkarmak için de yanmaktadır. Ferhat, Şirin’e kavuşmak için değil köylüye su götürebilmek için dağları delmektedir. Tahir ile Zühre gibi sevdadan ölmek kadar, barikatta dövüşürken, Kuzey Kutbu’nu keşfe giderken ya da damarlarında bir serumu denerken yani devrim ve bilim sevdası için ölmek de ayıp değildir.(3)

İşte “bütün iş yürekte” diyen Nazım’ın yüreğinden de pek çok aşk geçmiş, hayatına giren kadınlar, ayrılıklar, aldatışlar, pişmanlıklar, hasretler O’na Türkçe’nin en iyi şiirlerini yazdırmıştır.(4)

Hangilerine derin bir tutkuyla bağlı olduğunu bilemeyiz ama eserlerinden izini sürdüğümüzde şüphesiz ki bu kadınlardan Piraye’nin, Münevver’in ve Vera’nın özel bir yeri vardır. Piraye ile kısa bir süre birlikte yaşamalarının ardından hapiste geçen uzun yıllar boyunca birbirlerine yazdıkları cesaret ve ümit veren mektuplarla sürdürmüşlerdir aşklarını. Nazım, adını kol saatinin kayışına tırnağıyla kazıdığı, hem sevgili hem yoldaş olan karısına, “büyük şairim, üstadım, senin kadar şiirden anlayan birine rastlamadım” diye yazmıştır. Saat 21-22 şiirleri, sadece Piraye’ye olan özleminin değil dönemin Türkiye’sinin, halkın çilesinin, aşka ve devrime duyulan inancın şiirleridir.

Nazım için içeride olduğu kadar Piraye ve çocukları için de dışarıda zor geçen yıllar bu aşkı yıpratır. Nazım, dayısının kızı Münevver ile yakınlaşmasının akabinde Piraye’ye ayrılmak istediğini yazar. Daha sonra pişman olup “gel” dese de Piraye Nazım’ı affetmez. Hapisten çıkınca Münevver ile evlenen Nazım’ın oğlu Mehmet dünyaya gelir.

Memedini ve Münevver’i Türkiye’de bırakıp Rusya’ya kaçmak zorunda kalan Nazım, bir süre sonra doktoru, tercümanı, yoldaşı Galina ile evlenir. Ancak bu tek taraflı bir aşk olmalı ki, Galina’ya yazılmış tek bir şiir bile yoktur.

Hayatının son demlerinde ise doktorların “aşksız 10 yıl yaşarsın, aşık olursan 3 yıl” demesine rağmen, Vera’ya olan aşkını doyasıya yaşamayı tercih eder. Artık şiirleri, saçları saman sarısı kirpikleri mavi Vera içindir. Öldüğünde pasaportunun içinden el yazısıyla yazılmış şu dizeler çıkar: “Gelsene dedi bana / Kalsana dedi bana / Gülsene dedi bana / Ölsene dedi bana / Geldim / Kaldım / Güldüm / Öldüm.”

 

 

Kaynaklar:

(1)Serhan Sözdinler, Mavi Gözlü Dev Minnacık Kadın ve Hanımelleri, www.sombahar.com

(2)Zeynep Oral, Nazım Hikmet ve Kadınlar, cumhuriyet.com.tr

(3)Kerem Gibi şiiri, Ferhad ile Şirin tiyatro oyunu ve Tahir ile Zühre Meselesi şiiri, Nazım Hikmet

(4)Nazım Hikmet’e aşklarıyla ilham vermiş 12 özel kadın, http://www.leblebitozu.com

WhatsApp Image 2022-04-11 at 15.05.57