Ne Paramız Ne de Kulaç Atacak Halimiz Var – Sezgin Keser 

Sabah uyanıyorsun, havada büyük bir toz bulutu, öksürmeye tıksırmaya başlıyorsun, 40 dereceyi aşkın yaz sıcağı altında günlük işlerini yapmak için evden çıkıyorsun. Arabayı çalıştırıp yola koyuluyorsun. Arabanın klimasını da sona dayadın. İşe varmak üzereyken çemberdeki kazaya denk geliyorsun, yolu değiştirip ara sokaklardan gidiyorsun. İşe vardın, akşama kadar sürecek maraton başladı. Mesai bitince bazı işlerini halletmek için dolandın durdun dışarıda. Akşam oldu, yemeğini yedin, yarın yapacağın işleri düşündün, bir hararet bastı. Klima varsa evinde serinlemek için cebini yakacak olsa da mecburen açtın. Yarın aynı rutine devam edeceğin için gardını şimdiden aldın. Bu hikâyeye, ana karakterin iç bunalımlarını eklersek “Alev Almış Bir Kıbrıslının Portresi” adında iyi bir sanat filmi ya da biraz fantastik unsurlar eklersek de “Çöl Ada: Kıbrıs” adında distopik bir film çekebiliriz. Bu hayat koşuşturmacası içinde kendimize hiç vakit ayıramıyorsak, özellikle de bu yaz sıcaklarında adamızın dört bir yanındaki denizlere canımızın çektiği vakit giremiyorsak bu durum ancak distopik bir hikâye ya da bunalımlı sanat filmi senaryosu olur. 

Denizi gör(e)meyen masum adalı 

Dört tarafınız denizle çevrili bir yerde yaşıyorsanız ve ortalama bir saat içinde kişisel araçlarınızla denizlere ulaşabiliyorsanız -kişisel araçlar diyorum çünkü toplu taşımamız öyle iyi bir seviyede ki kullanmaya kıyamıyoruz!- yaz aylarında sizi sudan zorla çıkarıyor olmalılar. Ya da en azından böyle olması lazım. Ama biliyoruz ki çoğumuz için bu pek de böyle değil. Günlük hayat koşuşturmacası içinde denize gidecek vakti bulamayan, hafta sonları haftalık geriye kalan işlerle uğraşan, fırsat yaratıp da denize gittiğinde sahillere erişmede engellerle karşılaşan insanımız için denizi gör(e)memek kaçınılmayacak bir gerçek. Öncelikle bu sahillere erişmedeki engeller mevzusunu açıp, ardından erişsek bile niye bir deniz insanı olamıyoruz mevzusuna balıklama dalalım. 

Beleşe deniz  

Sahillere erişmemizi engelleyenlere karşı mücadelemizi Beleşe Deniz Hareketi adı altında yıllardır sürdürüyoruz; şu an okuduğunuz dergimizde kaleme döküyoruz, web ya da tv programlarında dillerimize pelesenk ediyoruz, belediye başkanlarıyla görüşüyoruz, havlumuzla, karpuzumuzla erişimin engellendiği sahillere gidip eylemlerimizi gerçekleştiriyoruz. Anayasal hak olan kıyılara erişim hakkımız, gittikçe büyüyen otel sermayesi ve son yıllarda da bu sermayeye ek olarak otellere hiçbir yaptırım yapılmamasından güç alan ufak işletme sermayeleri tarafından da gasp edilmektedir. Sermayedar diyor ki ben buraya otelimi vs. kurdum, şezlonglarımı koydum, sahili temizliyorum yani hizmet veriyorum sana -sanki hizmet vermesini biz istemişiz gibi- dolayısıyla sahile girerken ücret vereceksin. Beleşe Deniz Hareketi de diyor ki sen tesisini kurmuş olabilirsin, hizmet de veriyor olabilirsin ama halk senin hizmetlerini kullanmadığı sürece sana ücret ödemek zorunda değildir ve denize ücretsiz bir şekilde girebilir. Aslında mevzu bu kadar basit ve suçu işleyen de ortada ama yıllardır otel sermayesine teşvikler yağdıran, sahil kenarlarını peşkeş çeken hükümetler ve yerel yönetimler yasanın kendilerine verdiği yaptırımları uygulamıyor çünkü hangi partiden olursa olsunlar sermayeden yanadırlar. Günün sonunda da bu sorunun çözümü için bizlerin mücadele edip bu hareketi büyütmemiz ve hem sermayedarlara hem de hükümet edenlere baskı kurmamız lazım. 

Diyelim ki hafta sonu işgal edilmemiş bir sahile gidip -çok kalmasa da- ya da işgal edenlere ücret verip denize girmeye karar verdiniz. Öncelikle toplu ulaşım olmadığı için kişisel aracınızı kullanmalısınız, artık ne kadar süre araba sürebilirseniz o kadar uzaktaki bir denize gidebilirsiniz. Tabii hafta sonu yapacağınız işleriniz yoksa yani boş vaktiniz varsa ya da hafta içi iş temposundan geriye takatiniz kaldıysa. Ne kadar istesek de çalışma yaşamımız günümüzün ve haftamızın o kadar çok vaktini aldığı ve keyfine bir şeyler yapmaya güç ve zaman bırakmadığı için denize giden yollar bile gözümüzü dağlayabilir.   

Bir başkadır benim denizim 

Günlük en az sekiz saatlik çalışma saatinin azaldığını düşünün, kendimize daha fazla vakit ayırma şansımız olmaz mı? Toplu ulaşımın yeterli ve uygun fiyatta olduğunu düşünün, bırakın hafta sonunu, hafta içi iş çıkışında bile denize gitmek gelecektir içimizden. Sahillerin işgal edilmediğini düşünün, her yerden denizimize ulaşabiliriz. Denizi sadece serinlemek için yüzeceğimiz bir şey olarak düşünmeyin. Deniz kenarında oturup içeceğiniz bir kahve ya da birayı hayal edin, sizi kaosun içinden çekip çıkaracaktır. Toplu ulaşımı karayolu olarak düşünmemek lazım. Mesela Girne’nin bir ucuna diğer ucundan vapurla gideceğinizi düşünün, hem araba sürmek derdi yok hem de içinizi rahatlatacak bir yolculuk yaşayacaksınız. Deniz kenarında yapılacak etkinlikler, festivaller şehir tantanasından kaçma yollarından olacaktır. Bir ada ülkesinde deniz, insanların yaşam kaynaklarındandır. Ama bizim adamızda bu kaynaklar ya işgal edilmiş ya da her gün yaşadığımız sömürü, denizi bize hayallerde yaşattırmaktadır. 

Güçlü bir nefes 

İliklerimize kadar sömürüldüğümüz, haklarımızın gasp edildiği bu düzende keyifli bir an yaşamak için bile mücadele etmemiz gerekiyor. Hayat yemeğinin tadını almak için koca bir sinek savara dönüşüp yemeğimize dadanan sinekleri defetmeliyiz. Başka bir çözümü ya da alternatifi yok…