Kültürü, bir toplumun yaşayış ve düşünüş biçimi, her türlü maddi ve manevi özellikleri olarak kavrayan Baraka, kültürün durağan değil yaşayan bir değer olduğu tespitini yapar. Bunun yanı sıra kültürel alan, Kıbrıslı Türk halkının bugün içinde bulunduğu sosyoekonomik koşulların tahlilinde toplumu dönüştürecek ve devrimcilerin devrimcileşmesini sağlayacak bir araç olarak da görülmektedir. Dolayısıyla Baraka, mümkün olduğuna inandığı başka bir kültürü bugünden yaratmak için kültür sanat alanında mücadele verir. (1)
Baraka Kültür Merkezi hayat bulmaya başladığı ilk günden bu yana her zaman mücadeleci ruhunun en derinlerinde bir slogan ile yola çıkar “Başka Bir Kültür Mümkün”. Toplumsal bir sorun haline gelmiş her türlü meselede yazılar yazıp oyunlar sahneleyen, şarkılar besteleyen, her koşulda sokakta olmayı benimsemiş bir örgüt olarak ayaklarımızı hep kültür zeminine basarız. Kültür, toplumların tarihsel süreçler içerisinde ürettiği ve bir şekilde kuşaktan kuşağa aktarılan maddi ve manevi özelliklerin bütünüdür yani kültür bir toplumun kimliğini oluşturur ve diğer toplumlardan farklı kılar. Her toplumun kültürü kendi geçmişinin tecrübelerini içerir ve zaman içerisinde değişimlerden etkilenir. Hiç uzağa gitmeden kendi ülkemizin tarihine bakıldığında Latin, Maronit, Ermeni, Türk ve Elen etnik kökenleri görmemiz mümkündür. Kıbrıs kuşaklar boyunca çeşitli kültürlerle harmanlanmış bu zenginlikler ve farklı renklerle günümüze kadar gelmiştir. Şimdi bizlere düşen nostaljiye saplanıp kalmayan, değişen ve gelişen başka bir kültürü yaşatmaktır.
Kültüre sahip çıkmak derken neyi kastediyoruz…
Bizler bağımsızlaşma ve özgürleşme için verilen mücadelenin kültürel boyutlarına çok önem veriyoruz çünkü 16 Temmuz 2002 tarihinde yayınladığımız ilk bildiride de söylediğimiz gibi, “yaşamak kültürel bir var oluş şeklidir, farklı yaşamlar farklı kültürlerden beslenir. Başka bir dünya mümkün dendiği zaman bu başka bir kültürel seçenek mümkün de demektir.”
Adamızda Müslümanlıkla ilişkilendirilen Türklük ve Hristiyanlıkla ilişkilendirilen Elenlik iki büyük toplum olarak önümüzde durmaktadır. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler Türkiye ve Yunan hükümetlerinin hegemonyası altında asimile edilmektedir. Geçmişteki ortak yaşamın üzerini örtmek için hikayeler, danslar ve hatta kostümler değiştirilmekte kısacası tarihe müdahale edilmektedir.
Kültür yaşayan bir olgudur ve zaman içerisinde değişimler gösterilebilir derken başka bir kültürün özellikleri o kültüre zorla empoze edilebilir demek istemiyoruz. Başka bir kültür mümkün derken okullarımızda okutulan kitaplara Türkiye ile uyumlaştırılmış müfredatlar eklenebilir demiyoruz. Radyo ve televizyonlarımızda kendi dilimizi kullanabildiğimiz bir kültürden bahsediyoruz. Kendi kültürünü yaşatmak için bir arada yaşadığımız diğer kültürleri yok saymaktan da bahsetmiyoruz. Tam aksine tüm farklılıkları zenginlik olarak görüp bir arada yaşayabilmenin güzelliğini hayal ediyor, başka bir kültürel seçeneğin olabileceğini görüyoruz.
İlk olarak bağlarımızdan kurtulmamız gerekiyor
Hepimizin bildiği gibi soframıza koyduğumuz hellim, Hellim/Halloumi olarak iki isimle tescillendi. Ancak ülke siyaseti geçtiğimiz yaz ciddi bir sınav yaşadı çünkü hellim için gösterilen hassasiyet gullirikyaya gösterilmedi. Yapılış yönteminden lezzetine kadar her iki toplumun da tamamen aynı tükettiği gullirikyayı, Kıbrıs yönetimi sadece Tertzielloutkia (tercilukya) ismiyle tescillemeye çalıştı. Ve ne yazık ki hellimin iki isimle tescillenmesi için verilen mücadele her iki toplumda da gullirikya için aynı şekilde verilmedi. Türkler arasında farklı söyleniş şekilleri olması gullurikyanın sadece Elencesi ile tescillenebileceği anlamına gelmez. Ve bunun için sadece Türk halkının vereceği mücadele de yeterli etkiyi yaratmaz, kaldı ki bu ayrımcılık ve yok saymacılığa karşı ses çıkaran, gerçek eşitlikten yana olan, az sayıda Kıbrıslı Türk oldu. Yunan hegemonyası altındaki Kıbrıs Cumhuriyetinin böyle bir süreci yürütmesi beklenir bir durumken, Kıbrıslı Elenlerin buna ses çıkarmayışı anlaşılır değildir. Bu adada ortak kültürel değerlerin yaşamasının yolu her iki toplumun da birbirinin varlığını kabul etmesi ve onun da yaşamının devamlılığı için aynı mücadeleyi vermesi ile mümkündür. Çözüm iki toplumun bir araya gelerek bağımsız tek bir birlik kurmasındadır. Kıbrıs’ın kurtuluşu federasyona varmakla mümkün olacaktır ancak bunun için sadece siyasal mücadele yeterli değildir. Kültürel değerlerimize egemenler tarafından yapılan saldırılara karşı tüm halkların ortak bir kültürel mücadele vermesi de gerekmektedir. Son yıllarda sıklıkla karşılaştığımız iki toplumlu koro, halk dansları ve tiyatro etkinlikleri, geçmişte birlikte yaşayan insanların farklılıklarının ne büyük bir zenginlik olduğunu göstermekte ve gelecekte aynı güzelliği görebilmek için daha güçlü mücadele etmeye ışık tutmaktadır.
Kendi ülkemizde kendi kültürümüzle yaşamaktır niyetimiz
Bu adada özgürlük mücadelesi bizden önce de vardı ve muhtemelen bizden sonra da olmaya devam edecek; ta ki federasyona varana dek…Ta ki kapitalist sistemin kökü kuruyana dek… Çünkü biliyoruz ki kültürlere yapılan bu saldırı en çok da sermaye egemenliği ve kapitalist tüketim kültürü tarafından yapılmaktadır. Ve kurulacak yeni kültür, kapitalist tüketimcilik, bencillik ve rekabetçilik kültürüne karşı inşa edilmelidir.
Biz şimdi o günlerin hayalini kurarken gözümüzün önünde resmettiğimiz gelecekte devrimci kültürel bir anlayış görüyoruz. Sınıfsız, sömürüsüz, ayrımsız, birleşik ve federal bir Kıbrıs hayal ediyoruz ve bunun mümkün olduğuna yürekten inanıyor, oraya varacak her türlü yolu hiç tereddüt etmeden yürüyoruz.
Yıllarca bir arada yaşamayı başarmış, savaşla başlayan ayrışım sürecinde sokağını, sofrasını, mutluluğunu ve acısını paylaşan komşusunu, sırdaşını, hayat arkadaşını kaybetmiş nesillerin devamı olan bizler, o günleri geri getirebilecek gücü köklerimizde taşıyoruz.
Kaynak:
(1) Hemen şimdi, Argasdi hammaliyesi, Şubat 2010 Argasdi kitaplığı, sayfa 46
Recent Comments