Kültürün Kökeni Emektir – Nazen Şansal

“Adsız Sansız Bir Jude romanında, Jude Fawley, Oxford Üniversitesi’nin bakım ve onarım işleriyle meşgul bir zanaatkar ve esnaf topluluğuna ev sahipliği yapan Beersheba bölgesinde yaşamaya başlar. Kısa süre içinde, üniversitenin var ettiği entelektüel üstyapının maddi temelinin kendisi ve diğer zanaatkar arkadaşları olduğunu ve üniversitenin onlarsız var olamayacağını fark eder. Jude’un deyimiyle, onların emeği olmadan sıkı okurlar okuyamaz, yüksek düşünürler yaşayamazdı. Kısacası, Jude kültürün kökeninin emek olduğunu anlamıştı.” (Terry Eagleton – Kültür Nereden Çıktı?)

“Kültür”, günlük dilde çeşitli anlamlarda kullandığımız bir sözcük olduğu gibi literatürde de yüzden fazla tanımı yapılmış bir kavramdır. “Kültürümüzü korumalı, gelecek nesillere taşımalıyız” dediğimizde, aslında zorla asimile edilen değerlerimizi ya da belki el sanatlarımızı kastediyoruzdur ancak kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmesinin hatta Araplara satılmasının daha bir kuşak önce kültürümüz olduğunu unutuyoruzdur. Çöpünü sokağa, parka, plaja atana “kültürsüz” dediğimizde, o kişinin, belki de hayranı olduğumuz kadim bir kültüre sahip bir halkın parçası olmasından bağımsız olarak, aslında kentlilik bilincine ve topluma karşı sorumluluk duygusuna sahip olmayan, eğitimsiz bir kişi olduğunu söylemek istiyoruzdur. Kültürel alanda mücadele ederek adamızda barışı amaçlamamız, barışın, liderlerin imzaları veya emperyalistlerin planları ile değil halkların ortak değerlerde yakınlaşması ile olacağını bildiğimizdendir. Kapitalizmin rekabetçi ve paraya dayanan meta kültürünün ötesinde, dayanışmacı ve insana, emeğe, doğaya kıymet veren bir toplumu işaret etmek için “başka bir kültür mümkün” diyoruz…

Anlam çerçevesi oldukça geniş bir kavram olan “kültür”ü, kullanıldığı yere bağlı olarak çok farklı şekillerde tanımlayabiliriz. Bununla birlikte kelimenin etimolojik kökeni, hem Eagleton’dan alıntıladığımız “emek” vurgusunu, hem gündelik sohbetlerdeki ifade biçimimizi hem de kavramın ideolojik misyonunu kapsayıcı niteliktedir.

Kültür kelimesi, Latince “colere” fiilinden gelmektedir. Colere, işlemek, yetiştirmek, inşa etmek, özen göstermek gibi anlamlarda kullanılır. Bu fiillerden türetilen “cultura” terimi, ilk kez insanlık tarihinde tarımı gerçekleştirme ve sabit bir yerleşime sahip olma faaliyetlerini nitelemekte kullanılmıştır. (İngilizce “agriculture” kelimesi bu köken ile doğrudan bağlantılıdır.) Yani “kültür”de doğa ve insan arasında bir ayrım söz konusudur. İnsan emeğiyle yaratılan ürünler ile doğanın kendi ürünleri arasındaki bu ayrım, kültürün başlangıcı sayılabilir. Dönemin bilgini Cicero, kültüre felsefi bir anlam katarak, ruhun yetiştirilmesini ya da olgunlaşmasını kastetmiştir. Marx’a göre ise kültür, doğanın yarattıklarına karşılık insanlığın yarattığı her şeydir.

Peki, insanlık bu yaratımı hangi maddi koşullarda gerçekleştirmektedir? Nasıl üretim ilişkileri içerisindedir, üretim araçları kimlere aittir, üretici güçler kimler tarafından nasıl kullanmaktadır, yaratılan ürünler yaratıcısının mı olmaktadır? Çağlar boyu değişen parametrelere göre bu soruların cevapları da değişmekte dolayısıyla da kültürün tarihselliği ve değişkenliği karşımıza çıkmaktadır. Zira üretim biçiminin, ilişkilerinin ve güçlerinin oluşturduğu ekonomik yapı (altyapı) ile üstyapı (siyaset, hukuk, felsefe, sanat ve konumuz bağlamında kültür) arasında diyalektik bir etkileşim söz konusudur. Son tahlilde ise gerçek hayattaki üretim ve yeniden üretim ilişkileri, tarihi yapan ve kültürü belirleyen bir unsurdur.

Bu kadar teori kastıktan sonra gelelim tüm bunların şu küçük ada yarısında gündelik hayatımızdaki karşılığına… 50 yıldır bilinçli bir şekilde üretimden koparılıp asalaklaştırılmaya çalışılan aynı zamanda da kültürü yeterince Türk bulunmayıp Türkleştirilmeye (şimdilerde ise Müslümanlaştırılmaya) uğraşılan bir halkın evlatlarıyız. Yakın geçmişimizdeki ganimet kültürü, köşe dönmecilik, maddi ve manevi değer üreten halka ait kurumların yıpratılıp batırılmasına; kapitalist ilişkilerin rekabet kültürü, neoliberal dönemin bencilliği, metalar dünyasının tüketim çılgınlığı da eklenmiş durumda. Bunun yanı sıra kimselerin tanımadığı ülkemize dünyanın dört bir yanından sürekli ve değişken bir nüfus akışının yaşandığını ve bu nüfusun -bırakın sağlıklı bir kültürel entegrasyon sürecini- ya köle gibi sömürüldüğü ya da çeşit türlü kirli işlerine zemin bulduğu aşikar. Öte yandan ise barışa birlikte yürüyeceğimiz komşularımızın egemenleri tarafından yok sayılıyor, kimliksiz bırakılıyor, adeta adada istenmiyoruz.

Bu cenderenin içinde, üreterek var olmaya, emeği ile geçinmeye, onuru ile yaşamaya çalışan bir avuç insanız. Hangi kökene ait olduğuna, kimliğine bakmaksızın, kendimiz gibilerle birlikte kurabiliriz bu adanın yeni biçimlenen kültürünü. Lefkara işi misali, iğneyle kuyu kazmak gibi… Toplum mühendisliği ile dayatılan kültürel baskıya direnirken geçmişten gelen, bizi biz yapan değerlerimize de sarılacağız elbet. Ama aynı zamanda geleceğin inşası için bilimle, sanatla, kültürle ve hepsinin ortak keseni sınıf ideolojisiyle mücadele edeceğiz. Son tahlilde kültürü belirleyenin altyapı (üretim ilişkileri) olduğunu söylüyorsak, sermayenin mutlak egemenliği altında şarabını vermek için üzüm gibi ezilen halkların kültürünün de eninde sonunda kof bir posadan ibaret kalacağını bileceğiz. Bu yüzden kültür denen soyutlamadan, somut öneriler çıkarıp sermaye ve işbirlikçilerinin karşılarına dikileceğiz. Ben başlayım siz devam edin:

Hem emeğin haklarını hem de demografik yapıyı, dolayısıyla kültürümüzü koruyabimek için mevcut çalışma izinleri dışında yeni çalışma izni verilmemelidir. Kimlikle giriş durdurulmalı, mütekabiliyet esasına göre vize uygulamasına geçilmeli, ülkemize giriş yapılırken ne kadar süre nerede kalınacağı titizlikle kontrol edilmelidir. Öğrenci adı altında gelenler, üniversitelerin sorumluluğunda olmalıdır. Çağdaş bir yurttaşlık yasası yapılarak hükümetlerin keyfi vatandaşlık dağıtma hakkı ellerinden alınmalı, belli bir süre sabıkasız yaşama koşulu, dil ve kültür sınavları içeren adil bir düzenleme hayata geçirilmelidir. Kültürel değerleri araştıran, koruyan, geliştiren ve kültürleri birbirine yaklaştıran politikalar üretilmeli, kamunun kaynaklarıyla bu alandaki çalışmalar desteklenmelidir…