Kıbrıs’ın kuzeyinde, sol hareketin içerisine adeta bir virüs gibi yerleşen ve her geçen gün yayılarak görünür hale gelen bir durum ortaya çıkıyor: “Hedefsizlik”. Kökünü Kıbrıs sorununu merkeze alan mücadele anlayışında bulabileceğimiz bu haleti ruhiyenin tırmanışı 2000’li yıllara denk geliyor. 2003 yılında barikatların açılmasıyla birlikte, örgütlü yapılar adına yaklaşık kırk yıllık “hasretin” bitmesiyle; güneyde ve kuzeyde sokakta var olan örgütlerin dayanışma ve temas içerisinde olması bekleniyordu. Döneme ait sorunların; çalışma yaşamında, sendikal mücadelede, eğitim, sağlık, ulaşım ve barınma gibi günlük ve yaşamsal konularda, kadın özgürleşmesi ve adanın tamamını doğrudan etkileyen ekoloji gibi önemli hususlarda karşılıklı olarak deneyim aktarılması da diğer beklentiler arasındaydı. Ancak bu beklenti karşılıksızdı. Çünkü deneyim aktarımı olmadığı gibi özellikle 2004 referandumunda yıkılan barış umutları ile Kıbrıslı Türk solu bir kenara çekilmişti.
Bu savrukluk nereye kadar?
Diye soracak olursak, yanıt: Peyda olacak ilk seçimlere ya da deniz aşırı eller tarafından yeniden “yeşertilecek” barış umutlarına kadar diyebiliriz.
Kıbrıslı Türk sol hareketinin çok büyük bir bölümü, o kadar uzun süre kenarda kaldı ki; hem ekonomik, demokratik, siyasi, kültürel ve sanatsal sorunlara karşı mücadele edenleri hakir görebilecek noktaya geldi hem “önce Kıbrıs sorununu çözelim sonra bakarık bu konulara da” diyebilmeyi marifet saydı hem de sol mücadeleyi salt barış istenci üzerinden okur oldu. Gelinen noktada bugün, deneyim aktarmak bir kenara dursun, ada yarımızda sol hareketin neredeyse tamamı halkın günlük ve yaşamsal sorunlarını görmezden geliyor. Dahası sadece seçim döneminde “kahramanlaşabilen” kişiler solun bu kesimleri tarafından bulunarak kültleştiriliyor. Örgütlülük kisvesiyle ama “bireyci” anlayışla hareket ediliyor ve kazanım elde edilemeyen süreçlerin sonunda “küsüp” kaçmayı da “Kıbrıs sorunundan sonraya” ertelediği kültürel, sanatsal ve politik meselelerde yaşanan gerilemeler sonucu yaygara çıkartmayı da kendinde hak görüyor.
Oysa yaygarayı en güzel solcular çıkartır
Hatırlanacağı üzere 2021 yılında Hellim/Halloumi PDO (Protected Designation of Origin) olarak tescillenmişti. Kıbrıs kültüründe de mutfağında da “hellim peyniri değil, hellim!” şeklinde doğru ifade edilmesine yönelik gösterilen hassasiyetlerden de biliniyor ki hellimin Kıbrıslı Türk halkının gözünde önemli ve özel bir yeri var. Bu hassasiyet “normal” şartlarda fazla bulunabilir. Ancak siyasi iradesi elinden alınan, ekonomik olarak bağımlılaşan, kültürel kimliği yok sayılan, sağ kesimlerin Ankara’ya, sol kesimlerin çoğunun ise barış ve çözüm haricinde yaşanan süreçleri görmezden gelip, Kıbrıs milliyetçiliğine yol açtığı, örgütlü ve hedef sahibi tepkilerin bitme noktasına geldiği bu dönemde, her iki halkın da kullandığı isimle tescillenmesi, kısaca hellime hellim denmesi Kıbrıslı Türk halkını oldukça memnun etmiştir. Üstelik bu süreç sadece halkı değil, sermaye kesimlerini de oldukça memnun etmiştir. Türkçe isimle de tescillenen hellim, pazarlanabilir bir ürün olarak kaydedilmiş ve bu durum Kıbrıslı Türk, Kıbrıslı Elen hatta Türkiye sermayesini de oldukça memnun etmiştir.
Memnuniyet de nereye kadar?
Hemen yanıtlayalım: Gullirikyaya kadar…
Peki o zaman geçtiğimiz temmuz ayında tescillenen “gullirikyanın suçu ne?” sorusu akla gelmiyor mu? Gullirikya’nın Kıbrıs kültüründe de mutfağında da hatta telaffuz edilişinde de azımsanmayacak derecede yeri yok mu? Elbette var. O halde neden gullirikya da benzer bir tescil sürecinden geçmesine rağmen bu tatlının ismi Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından tek başına “Tertziellouthkia” türkçe ifadesiyle tercilukya oldu? Neden yanında Kıbrıslı Türklerin ifade ettiği biçim olan gullirikya ismi de yer almadı? Yer almadı çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti Kıbrıslı Elen devletine dönüşmüş vaziyettedir. Bunu son dönemde yükselttiği Kıbrıslı Elen milliyetçiliğinden de “Kimliksizlerin” mücadelesinden de başta barikatlar olmak üzere Kıbrıslı Türklerin ayağının bastığı tüm noktalarda da görebiliriz. O nedenle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu tutumu, KC’ye karşı net bir duruşu olan devrimciler açısından şaşırtıcı değil. Kıbrıslı Türklere ait hiçbir değerin savunusunu yapmaya tenezül etmeyen Kıbrıslı Türk sağının sessizliği de şaşırtıcı değil. Burada bizler açısından şaşırtıcı olan, irade gaspı Ankara’dan geldiğinde -haklı olarak- kazan kaldıranların, güneyden geldiğinde hayıflanmaktan öteye gitmemesidir… “Tertziellouthkia” tescilinin ilan edilmesiyle paralel; karşılıklı deneyim aktarmayı becerebilen Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türk örgütlerin çıkartacağı yaygara ile sürükleyeceği ortak mücadelenin; tescil yanlışının düzeltilmesine de iki halkın ortak mücadele anlayışının gelişmesine de halkların teması ile barışa doğru gidilen yola da katkısı hayıflanmaktan çok da ötede olurdu. Ama yukarıda da ifade edildiği gibi: Yaygarayı en güzel solcular çıkartır!
O halde…
Artık görülmesi gereken yegane olgu, Kıbrıslı Türklerin siyasi, ekonomik ve kültürel olarak KC ile TC devletleri arasına sıkışmış bir halk olduğudur. Bu iki devletin de Kıbrıslı Türk halkının varlığını görmezden gelerek hareket ettiği gerçeğidir. O nedenle makalenin ta başında ifade edildiği gibi “önce Kıbrıs sorununu çözelim sonra bakarık bu konulara da” diyenler, çeşitli gerekçelerle TC veya KC’den medet umanlar, bir devletin Kıbrıslı Türklere yönelik olumsuz yönde attığı adımları geri püskürtmekten çok diğer devletin savunucularının gözüne sokmaya odaklananlar, şunu bilmelidir ki: Bu tutum mevcut düzenden nemalananlara, iki halk arasında da var olan ve yükselen ırkçı ve milliyetçi kesimlere, sermayeye ve çözümsüzlüğün kalıcılaşmasına neden oluyor. Çözüm, Kıbrıs sorununun çözülmesini beklemekle gelmeyecek. Çözüm, hemen yanı başımızda duran sorunlara odaklanmaktır. Çözüm, emeğin ve tüm ezilenlerin sorunlarını örgütlemektir. Çözüm, üzerinde yaşadığımız toprak parçasına zarar veren tüm kesimlere dur demektir. Çözüm, birleşik, bağımsız, federal bir Kıbrıs için mücadele etmektir. Bu mücadeleyi işbirlikçi yahut deniz aşırı ekonomik menfaat gözeten, elleri kirli egemenler yürütemez! Bu mücadeleyi ancak kolektif akıl ve bilim ile bir araya gelip örgütlenenler, birbirine deneyim aktarabilen devrimci yapılar, paydası federal çözümde kesişenler yürütebilir.
Recent Comments