Kültürümüzün İzinde – Merin Olgun 

  

İnsanlık var olduğu günden bugüne hayatta kalma mücadelesi içerisindedir. Bu mücadelede onu diğer canlılardan farklı kılan önemli özelliklerinden biri; içinde bulunduğu toplumun yaşadığı kültürü öğrenip, öğrendiklerini kendinden sonraki nesillere aktarmasıdır. Tarih boyunca insanlar, biyolojik evrimin yanı sıra kültürel açıdan da sürekli evrim geçirir ve ürettiği somut veya soyut birçok şey kültürün bir parçası haline gelir. Ülkemiz, coğrafi yapısı, aldığı göç, yaşanan savaşlar ve halkların biriktirdiği çeşitli kültülel öğeler ve doğal güzellikleriyle oldukça renkli ve zengin bir yapıya sahiptir. Evimize gelirseniz ikram ettiğimiz ceviz, karpuz, turunç macununu tadar, mangal yanacaksa sofrada eksik olmayan şeftali kebabı. Özellikle yaz aylarında hemen her bölgede gerçekleştirilen festivallerde gördüğünüz halk dansları kültürümüzün önemli öğelerindendir. Sestasından paluzesine, lefkara işinden molehiyasına kadar Kıbrıs’ın temel kültürel öğelerini saymakla bitiremeyiz.  

Halk dansları 

Kıbrıs kültürü gerek yiyecek-içecek alanında gerekse el işi ve sanat alanlarında çok fazla çeşitlilik göstermektedir. Kıbrısın Folklorik kültüründe halk danslarının da önemli bir yeri vardır. Günümüzde halen gençlerden tutun da yetişkinlere kadar bu sanat dalının korunması adına çaba gösteriliyor. Düğünlerde, kınalarda ve çeşitli etkinliklerde oynanan oyunlarda genellikle göz alıcı renk ve motiflerde halk dansları kıyafetleri giyilir ancak bu kültür sadece giyilen üç etekten, cepkenden, dizliklerden ibaret değildir tabii ki. Halk danslarının müziği, koreografisi ve figürleri de bu kültürün bütününü oluşturur. Örneğin müziğimiz hem Kıbrıslı Türklerde hem de Kıbrıslı Elenlerde ortak ezgiler barındırır. Burada, “yine 50 yıl önce olduğu gibi, hem Kıbrıslı Elenlerin hem de Kıbrıslı Türklerin ortaklaşa yaşatmış olduğu kültür ile günümüzde gençlerimizi buluşturabilir miyiz?” sorusu sizce de akla gelmiyor mu… 

Gullirikya 

Hellim, gullurikya, gabira, molehiya, herse, paluze, gollifa Kıbrıs’ın yemek kültürü dendiğinde aklımıza ilk gelen yiyeceklerdendir. Gullurikya demişken, geçtiğimiz bir iki ay içerisinde gullurikyanın da tıpkı hellim mevzusunda yaşadığımız gibi bir tescil sürecine girdiğine tanık olduk. Haberlere göre gullurikya Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından tek taraflı bir şekilde “Tertziellouthkia” olarak tescillenmiş ve buna karşı tepkilerin gelmesi gecikmemişti. Tabii ki Kıbrıslı Türklerin bu adadaki varlığını, kimliğini, kültürünü ve her iki halkın ortak kültürel mirasını görmezden gelen şoven anlayışı kabul edemezdik ve bu konuda tepki göstermemiz de kaçınılmazdı. Peki çok eskilerden beridir Kıbrıs’ın bayram tatlısı olarak da bilinen gullurikyanın tescil edilmesi konusu gündeme gelmeden önce gerçekten varlığından haberdar mıydık? Evlerimizde en son ne zaman gullurikya yapıp yedik? Gullurikyanın ne olduğundan, tarihinden bahsedebilecek donanıma sahip miyiz? 

Lefkara 

Kıbrıs’ın 1450’lerde başladığı tahmin edilen ve neredeyse günümüze kadar uzanan üretimleri arasında Lefkara işi de var. Lefkara bilinen en eski el işi zenginliklerimizden bir tanesidir. Lefkara köyünde yapıldığı için adını bu köyden alır. Ada yarımızda yok olmaya yüz tutmuş, Lefkara köyünde saklı kalıp üretilmiş ve adaya yayılmıştır. Bu öğelerin yasa ile koruma altına alınarak hem yaratacağı istihdam hem de korunup sonraki kuşaklara aktarılacak zenginlik olarak görülmesi elzemdir. Zaten aksi takdirde gullurikyanın başına gelenlerin lefkara işinin ya da başka bir kültürel öğenin başına gelmesi kaçınılmazdır.  

Çünkü “başka bir kültür mümkün”… 

Adanın iki halkını birbirine bağlayan tarihsel bütün ilişkileri koparmak için Kıbrıs’ın kuzeyinde ve güneyinde asimilasyon politikalarına yol açan zihniyetler günden güne güçlenmekte. Elbette ki Kıbrıs kültürü yakın coğrafyalarda yer alan kültürler ile benzerlik taşıyor ancak bu tamamen aynı kültürü yaşattığımız anlamını taşımıyor. Kıbrıs’ta iki halkın ayrı yaşamlar sürdürüyor olması, ayrılıkçı zihniyetlerin önümüze koyduğu ayrı-gayrı olgusunu kabul etmek zorunda olduğumuzu da göstermiyor. Gerçekten barış ve federasyon yolunu birlikte yürümek istiyorsak: Geçmişi ve ortak kültürü unutmadan; kültürün değişen ve bu değişimlerin de yakınlaştıran bir unsur olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmamalıyız. 

Egemenlerin sert ve sık estirdiği ayrılıkçı rüzgarlara inat iki halkın yeniden yakınlaşması adına hem kültürümüzü hem de yeni önerilerimizi hayatımıza katmalıyız. Mesela her iki toplumun televizyon kanallarında iki dilli yayıncılık önerisi geliştirilebilir. Çünkü iki halkın iletişim kurabilmesi için iki dilli yayınların desteklenmesi ve teşvik edilmesi ihtiyaçtır. Örneğin kuzey ve güneydeki devlet okullarında Yunanca-Türkçe dilleri zorunlu ders olarak öğrencilere verilebilir. Yetişkinlere bu dersler ile ilgili ücretsiz kurslar verilebilir. Müzelerde savaş çığırtkanlığı değil iki halka ait değerler ve kültürel öğeler daha fazla sergilenebilir. Zaten kültürel yakınlaşma kavramına tam burada ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü barışın inşası için halklar, ülkeler, inançlar ve kültürler arasındaki diyaloğun hayati önemi vardır. Federal çözümün önü kültürel yakınlaşma ile de açılmaz mı? Ülkemiz genelinde halklar olarak yıllardır ayrı yaşıyoruz. Ayrıştırılan değerlerimizin yeniden üretimi için yeni bir kültürün kapıları aralayacak mekanizmaları oluşturmalıyız. Çünkü kültür geçmişten günümüze aynı kalan veya değişmeyen bir şey değildir. Kültür dediğimiz şey zaman içinde gelişime ve değişime uğrayan bir şeydir. O halde yeni ve mücadele tüten kültürü harekete geçirmek için ne bekliyoruz? Biliyor ve yükseltiyoruz şiarımızı: Başka bir kültür mümkün! 

  

  

Kaynak: 

-Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek rehberliğinde bir çalışma: Sanat, Kültür ve Yakınlaşma / Kıbrıs-Yunanistan-Türkiye 

-Şifa Alçıcıoğlu: Nenemin Deyişiynan 

-Muharrem Faiz: Kültür ve Yabancılaşma