Arif Hasan Tahsin Desem – Münür Rahvancıoğlu

“Hani komünist deller ya bana, ben komünist değilim aslında… Komünistler emek, çalışma falan deller, ben tembelim… Hayatta hiçbir şeyi kendi gönlümnan yapmadım. Lefkoşa’ya bir tel çekti İngiliz, sonra çatışmalar başladı… Ahali birbirine girdi. Çocuklar, kadınlar ölürdü. Gencidik, ‘birilerinin koruması lazım ahaliyi’ dediler, aldık elimize silahı mücahit olduk…

Sonra biraz gevşedi ortalık, biz da öğretmenidik… Öğretmenin bir sürü sorunu var. Birleşelim da beraber savunalım haklarımızı dedik, kim yapacak dediler, biz bulunduk ortada, sendikacı olduk…

Arkadaşlar dedi ki, ‘sendikayı kurduk ama öğretmen sendikanın ne olduğunu, haklarını bilmez, anlatmamız lazım’ kim yapacak bu işi derken, aldık elimize kalemi, yazar olduk…

Ben hayatta hiçbir şeyi kendi gönlümnan yapmadım. Ama karşıma çıkan hiçbir işten da gaçmadım…”


“Arif Hasan Tahsin kimdir?” sorusunun yanıtı, bana söylediği ve ölümünden sonra yazdığım yukarıdaki cümlelerle özetlenebilir. Hayatta karşısına çıkan hiçbir görevden kaçmayan, kendisi için bir şey istemeyen ama üstüne düşeni cesaretle göğüslediği oranda toplumunun gözünde devleşen mütevazı bir insan… Ne zaman, nerede olursa olsun, beraber yürüdükleri de dahil herkesi eleştirebilen, inandıkları için bedel ödemekten kaçmayan değerli bir aydın… Toplumsal çıkarları zümresel çıkarlardan, zümresel çıkarları bireysel çıkarlardan üstün tutan bir halk adamı…

Arif Hasan Tahsin Desem, nam-ı diğer Arif Hoca, 30 Ağustos 1936 Dillirga doğumludur. TMT kurulduğunda yirmi iki yaşındaydı. Silahı eline alması, TMT’nin kurulmasından öncedir. Ama TMT içerisindeki de dahil, yaşamı hiçbir zaman “çarkın dişlisi” olmakla sınırlı kalmadı. “Çarkın” varlık nedenine uygun davranıp davranmadığını da her zaman sorguladı.

Türkiye’den gönderilen bir komutanın, mevkisini kullanarak kadınlara sarkıntılık yapması üzerine, arkadaşlarıyla TC Elçiliği’ne gidip “komutanınıza siz mi terbiyesini vereceksiniz, yoksa biz mi verelim” diye ültimatom çekmesi, hakkında en çok bilinen hikayelerden birisidir.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin henüz hayatta olduğu 1961 yılında, o zamanki ismi Kıbrıs Türk Öğretmen Koleji olan Atatürk Öğretmen Akademisi’nden mezun oldu. 1963 yılında toplumlar arası çatışmaların başlaması ile birlikte, birçok öğretmen gibi Hoca da, hem öğretmen hem de komutan olarak görev yaptı. 1963-1974 arası neredeyse tüm Kıbrıslı Türklerin mücahit, neredeyse tüm öğretmenlerin komutan olduğu bir dönemdi.

Hoca’nın birçok kişiden daha radikal ve keskin tutumuna ve hemen her zaman liderliğe eleştirel yaklaşmasına rağmen, ölümüne kadar en anavatancı kesimlerden dahi saygı görmesi; mücahitliği de dahil yaptığı her şeyin hakkını sonuna kadar vermesindendir. Hiçkimse hiçbir zaman Arif Hoca’ya “Rumcu” diyemedi…

Arif Hoca 1968 yılında KTÖS’ün kurucuları arasında yer aldı. 1971-1985 yılları arasında, yani toplumumuz için en keskin virajların alındığı dönemde, kâh faal üye kâh Genel Sekreter olarak KTÖS yönetimindeydi. Denktaş’ın gönderdiği vurucu timin karşısında ve silahların gölgesinde gerçekleşen KTÖS Genel Kurulu yapılıp, BEY rejimi öğretmen tarafından yenilgiye uğratıldığında, Arif Hoca oradaydı.

Takvimler 20 Temmuz 1974’e doğru ilerlerken ve kendisi hem mücahit, hem öğretmen hem de KTÖS Genel Sekreteri’yken, Askeri Mahkeme tarafından “Türkiye’ye hakaret” gerekçesiyle 3 ay hapis cezası aldı.

1978’de Söz Gazetesi’ni çıkaran ekibin içerisindeydi. O tarihten sonra da köşe yazısı yazmayı hiçbir zaman bırakmadı. 1983’te kktc’nin kuruluşuna doğru ilerleyen süreçte, yazdığı bir yazıda “yargı organlarını yermek”ten 2 ay hapis cezası aldı.

Türkiye’den bağımsız olması şartıyla kktc’nin kuruluşunu destekleyen de, 1983’te KTÖS temsilcisi olarak Kurucu Meclis’e giren de, kktc’yi en sert şekilde eleştiren ve cenazesinin Meclis bahçesinden kalkmaması için vasiyet yapan da Arif Hoca’dır.

İşgal karşısında dimdik durmuş ama bunu 1990’da milletvekili adayı, 1985 ve 2000 yıllarında da iki kez Cumhurbaşkanı adayı olmaya engel görmemiştir. Arif Hoca 12 Aralık 2012’deki ölümüne kadar sorgulamış, yazmış, konuşmuş, mücadele etmiş ve karşısına çıkan hiçbir işten, bedeli ne olursa olsun kaçmamıştır.

Bugün ne yazık ki Arif Hoca, sadece “hassiktir” sözüyle hatırlanmaktadır. Evet 2002 yılında Siyaset Meydanı programında Erhan Arıklı’nın bir seyirciye “ben senden daha Kıbrıslıyım” demesi üzerine, Arif Hoca kendisine “hassiktir” çekmiş ve stüdyodan ayrılmıştır. Bu yaptığı, muhalif figürlerden görmeye alışkın olmadığımız, cesur ve sarsıcı bir tutumdur. Ama Hoca’yı tanıyanlar için hiç de şaşırtıcı değildir. Arif Hoca hayatı boyunca her şeyi tutkuyla ve cesaretle yapmıştır.

TMT’ye girerken, KTÖS’ü kurarken, BEY Rejimine kafa tutarken, Elçiliğe ültimatom verirken, mahkemeyi eleştirirken, kktc’nin kuruluşunu desteklerken ve Arıklı’ya hassiktir çekerken gördüğümüz, aynı tutku ve cesarettir. Üstelik tüm yaptıklarının içerisinde kesintisiz bir tutarlılık, mantıklı bir devamlılık vardır.

Arif Hoca tüm yaşamı boyunca, parçası olduğu Kıbrıslı Türk halkının yılmaz bir neferi, adanmış bir evladı olmuştur. Hoca silah kuşanıp dağa çıktığında da, kravatını takıp sınıfa girdiğinde de, kalemi alıp yazı yazdığında da, Kıbrıslı Elen şovenizmi ile boğuştuğunda da, Türkiye’ye hakaretten hapse girdiğinde de farklı farklı biçimler altında hep aynı şeyi yapmıştır: Kıbrıslı Türk halkının çıkarlarını, varlık, kimlik ve iradesini herkese ve her şeye karşı tutkuyla savunmuştur.

O her şeyden önce Kıbrıslı Türk halkının samimi ve özverili bir evladı olmuştur. Ve evet tam da bu sebeple, hiçkimse Arif Hoca’dan daha fazla Kıbrıslı değildir. Çünkü Hoca, Kıbrıslı’lığa giden yolun, kendi halkını inkârdan değil onu tutkuyla savunmaktan geçtiğinin en somut örneğidir.

Leave a Reply

Facebook6k
Twitter2k
646