Bir Muhalefet Makamı Olarak Cumhurbaşkanlığı – Münür Rahvancıoğlu 

Ekim ayında Cumhurbaşkanlığı seçimleri için yine sandık başında olacağız. 2025 cumhurbaşkanlığı seçimleri Ersin Tatar’ın cebren ve hile ile gasp ettiği bu makamdan uzaklaştırılması için ciddi bir mücadeleye sahne olacak gibi görünüyor. Ancak henüz tüm adayların belli olmaması ve tarih yaklaştıkça sürecin sıcak gelişmelere gebe olması nedeniyle, gelin biz bu seçimlere daha genel bir perspektiften bakalım. 

Bildiğiniz gibi özelde Bağımsızlık Yolu, genelde devrimci hareketimiz; Kıbrıs’ın kuzeyinde esas iktidarın büyük sermaye ve TC egemenlerinden oluşan bir Egemen Blok’ta yoğunlaştığını ifade etmektedir. Bu nedenle belediyeler, hükümet veya cumhurbaşkanlığının bir iktidar odağı olmadığını her fırsatta hatırlatıyoruz. “Hükümete Değil Muhalefete Talibiz” sloganı ile de vurguladığımız bu gerçek, şu anlama gelmektedir: Kıbrıs’ın kuzeyinde seçimle talip olunan tüm makamlar, esas iktidar odaklarına karşı bir muhalefet mevzisi olarak anlamlıdırlar.  

Kâğıt üstünde dahi olsa belirli bir icra görevi bulunan belediyeler ve hükümet makamlarında bu stratejinin nasıl uygulanacağını yıllardan beridir anlatıyoruz. Peki neredeyse hiçbir icra pratiği olmayan cumhurbaşkanlığı makamı, nasıl olacaktır da bir muhalefet mevzisi olarak kullanılacaktır? Gelin bunu biraz düşünelim. 

*** 

Kıbrıs’ın kuzeyinde cumhurbaşkanlığı makamı iki ana işleve sahiptir. Bunlardan birisi Kıbrıs sorunu ile ilgili müzakereleri yürüten görüşmecilik, diğeri ise klasik parlamenter demokrasideki yasama ve yürütme işlevleridir. Parlamenter demokrasi ile ilgili işlevleri neredeyse sembolik düzeyde olduğundan, Cumhurbaşkanlığı neredeyse tamamen görüşmecilik boyutu üzerinden anlamlandırılmakta ve bu çerçevede tartışılmaktadır.  

Bilindiği gibi Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili yürütülen görüşmelerde “toplum lideri” pozisyonu ile her iki halkın cumhurbaşkanları rol almaktadırlar. Ancak garantör ülkeler sıfatıyla Türkiye, Yunanistan ve İngiltere de zaman zaman perde gerisinden zaman zaman masada soruna taraf olmaktadırlar. Ve BM, AB gibi uluslararası kurumlarla, ABD gibi emperyalist güçler de ihtiyaç hissettikleri oranda “masaya” müdahale etmektedirler. Kısacası Kıbrıs sorunu çok katmanlı, çok boyutlu bir uluslararası sorundur. Böyle bir sorunda nasıl muhalefet yapılır? 

Aslında bu sorunun yanıtını Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı sürecinin son iki yılında kısmen de olsa pratikte deneyimleme fırsatı bulduk. Crans Montana ve Mont Pellerin süreçleri çöktükten sonra, Türkiye Cumhuriyeti tarafından “iki devlet ve eşit egemenlik” tezleri geliştirilmesine rağmen, Mustafa Akıncı bu tezlere uyum sağlamadı. Akıncı’nın “halkım beni federasyon görüşmem için seçti” diyerek, TC’deki iktidar tarafından dayatılan çerçeveye girmeyi reddetmesi, bizim “muhalefete talibiz” yaklaşımımızın kısmi bir pratik örneğidir.  

“Kısmi bir örnek” diyorum çünkü bu deneyim, sadece çözüm modeline ilişkindir ve sadece TC’deki irade ile sınırlıdır. Oysa Kıbrıs sorununda muhalefet imkânları, Kıbrıs sorununun tarafı olan özneler kadar geniştir. Şöyle ki eğer devrimci bir perspektiften bakıyor ve “Kıbrıs sorunu, Kıbrıs halklarının söz, yetki, karar, iktidar sorunudur” diyorsak, kabul etmeliyiz ki karşısında muhalefet edilmesi gereken güçler Türkiye’den ibaret değildir. Kıbrıslı Türk halkının siyasal eşitliğini kabul etmeyen Kıbrıslı Elen yöneticiler, bu sorunda pay sahibidirler. Adamızın ikiye değil üçe bölünmesinden fayda sağlayan Britanya emperyalistleri bu sorunda pay sahibidirler. Limanlarımızı kullanarak Orta Doğu’yu sömüren Fransız ve ABD emperyalistleri bu sorunda pay sahibidirler. Petrol ve doğal gaz araştırmaları ile ekolojik yapımızı yağmalayan tüm uluslararası şirketler ve onların hami devletleri, bu sorunda pay sahibidirler.  

Cumhurbaşkanlığı makamı, “toplum lideri” sıfatıyla, bu başlıklardan her birine ilişkin halkı bilgilendiren, tartışmalara dahil eden ve gerçek iktidar odaklarını rahatsız ederek gerilimi yükselten bir mücadele sürecinin koç başı yapılabilir.  

*** 

Sembolik de olsa Cumhurbaşkanlığının parlamenter işlevleri, halkı özne kılacak bir muhalefet stratejisinde çok kıymetli bir yer tutar. Meclis’ten geçen her yasa aynı zamanda Cumhurbaşkanı’nın da onayına sunulur. Cumhurbaşkanı yasaları Meclis’e geri göndermeye veya Anayasa Mahkemesi’ne havale etmeye karar verme şansına sahiptir.  

Meclis tarafından önüne koyulan her yasayı, halkın tartışmasına sunan, imzalamadan önce ilgili kurumlarla istişareler yürüten, gerekiyorsa bu süreci sokakta bir hareketliliğe çeviren bir Cumhurbaşkanlığı pratiği hayal edin. Her meseleye halktan yana bakan, sağlıkla ilgili bir yasada ücretsiz sağlık hakkının ihlalini, ulaşımla ilgili bir yasada toplu taşıma eksikliğini, sermayeyi ilgilendiren her yasada asgari ücretlinin sıkıntılarını hatırlatarak kamuoyunu uyaran bir cumhurbaşkanı, pratik bir muhalefet merkezi kılınabilir. Üstelik ilgili yasaların geri gönderilmesi, bu tartışmaları daha da alevlendirip halkı hareketlendirecektir.  

Güncel meselelerle de ilgilenen, kadın cinayetlerinde Sığınma Evi’ni, iş cinayetlerinde sendikalaşmayı, trafik kazalarında toplu taşımayı dile getirmek üzere olay yerinde bulunan, halkın içinden geçenleri kelimesi kelimesine dile getiren, eylemlerde, basın açıklamalarında boy gösteren bir Cumhurbaşkanlığı pratiği imkânsız değildir.  

Denilebilir ki icra yetkisi olmayan bir makamın bu pratiği neye yarayacak? Elbette halkın sorunları, yalnızca halkın kendisi tarafından çözülebilir. Ancak halkın bu sorunları çözebilmesi için, önce sorunların farkına varması, sonra doğru bir zeminde bu sorunları tartışabilmesi gerektir. İşte Cumhurbaşkanlığı makamı bu fırsatı yaratarak, zaten politik duyarlılığı yüksek olan halkımız için etrafında toplanılacak bir bayrak haline getirilebilir.  

Böyle bir çizgi elbette esas iktidar odaklarının tepkisi ve saldırısı ile karşılaşacaktır. Akıncı örneğinde olduğu gibi, her saldırı halkın kenetlenme derecesini arttıracağından, bu hiç de sanıldığı gibi olumsuz bir şey değildir. Aksine böylesi saldırılar bilinci keskinleştirir ve Cumhurbaşkanı’nın ifade ettiği çözümlerin halk tarafından daha fazla sahiplenilmesini sağlar. Yeter ki Cumhurbaşkanlığı makamı bir müzakare makamı değil, mücadele makamı olarak görülsün. Gerisi çözülür… 

Leave a Reply

Facebook6k
Twitter2k
646