
Dinsel bir işlevi ve ruhani bir sıfatı bulunmayan kişi ve kurumları, dinin dışında kalan alanı belirtmek için kullanılan “laik” kelimesinin aslı Yunanca olup “Laikon”, halka ve kamuya ait olan şey anlamındadır. Başlangıçta laik sözcüğü “ruhban sınıfı dışındaki halk”ı işaret ederken Fransız ihtilalinden sonra “halk egemenliği” kavramını çağrıştırarak kitlelerde olumlu bir yankı bulmuştur. Ne ilginçtir ki, laik sözcüğünün geçtiği ilk slogan “zorunlu, parasız, laik eğitim” ifadesidir.
Toplumlar gibi laiklik de durağan değil dinamik olduğundan, laikliğin kapsamı hakkında evrensel ve herkesçe benimsenen bir tanım yapmak mümkün değildir. Yine de bu yazı bağlamında işlevsel olabilecek birkaç tanım yapacak olursak;
“Yasama ve yargı erklerinin dinsel ilkelere göre düzenlenmediği siyasal örgütlenme biçimidir. Siyasal otoritenin meşruluğunu dine dayandırmaması, devletin çeşitli dinler arasında taraf tutmaması ve ayrıcalık gözetmemesidir.”
Laiklik, “ne sadece ibadet ve inanç özgürlüğüdür, ne de sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Onun temel bir amacı daha vardır. O da toplumu ve bireyi dinlerin ve ideolojilerin saldırılarından korumaktır. Laiklik, toplumsal aklın şartlanmasını önleyen bir tutum, bir ilkedir.”
Laiklik, “bilime, özgür akla ve aklın insanları birleştirici gücüne öncelik tanımak isteyen bir akımdır. Toplum ve devlet yaşamının akla ve bilime dayandırılmasıdır.”
Tanımlar çoğaltılabilir ama önemli olan laikliği ne şekilde ifade ettiğimizden ziyade onu, ülkemizde nasıl bir yöntemle koruyup geliştireceğimizdir. Zira okullarımıza dahi sirayet eden gericilik karşısında, sağcısından solcusuna, yedisinden yetmişine, büyük halk kitlelerinin laikliğe sahip çıkma çabasını, meydanları dolduran onbinlerde gördük. Ne var ki bu kitlenin hatırı sayılır bir kısmı için laikliğin toplumsal ve sınıfsal yönünün pek de ön planda olduğunu söyleyemeyiz.
Basit bir yaklaşımla “din ve devlet işlerinin ayrılması” şeklindeki bir laiklik savunusu, devlet işlerinin alanına girmeyen her şeyi dinsel alana teslim eder. Toplumsal yaşamın pek çok boyutunda dini unsurlar “ihtiyaç”, “özgürlük” veya “çok kültürlülük” söylemleriyle yayılırken (misal; tenis kursu ile Kuran kursu bir tutulurken), zamanla devlete de nüfuz eden siyasallaşmış bir din ile karşı karşıya kalmak kaçınılmazdır. İlahiyat Koleji’nin açılması, Din İşleri Dairesi’nin genişletilmesi, yeterli okul yokken cami, hastane yokken Külliye yapılması, orta öğretimde türbana izin verilmesi ve dualarla Yüksek Mahkeme’nin temelinin atılması gibi örnekler, geri dönüşü kolay olmayacak kritik bir eşikte bulunduğumuzun göstergeleridir. Karanlığa teslim olmak istemeyenler, bütün iyi niyetleriyle mücadele verseler de sebepleri görmezden gelip sonuçlara odaklanmak bizi gerçek bir laikliğe ulaştıramayacaktır.
Halkın günlük sorunlarını paylaşmayan, bu sorunlara çözümler önermeyen, halkı kendi günlük sorunlarının çözümünde özne haline dönüştürmeyen hiçbir siyasal model, günümüzde yükselen gericiliğin karşısında gerçekçi bir alternatif olamaz. Din, çoğu durumda çaresizlikten kaçış ve avunma aracıdır. Kitlelerin çaresiz hissettiği durumlara müdahale edilmesi, dinsel gericiliğin yayılma alanına da müdahale edilmesi anlamına gelecektir. Örneğin, uzun çalışma saatlerinden ve özel okulların pahalılığından dolayı, yaz aylarında çocuğunu gerici kurslara gönderen bir aileye, bilim ve sanatla dolu ücretsiz bir imkân sunulması, geleceğimiz için önemli bir yatırımdır. Sendikasız ve güvencesiz çalışan emekçilerin, bir sendikada örgütlenebilmesi hem dayanışma bilincini hem de ekonomik hakları ilerletecek, emekçileri daha refah ve aydın bir noktaya taşıyabilecektir. Ultra zenginlerden servet vergisi alınması, eğitim, sağlık, kadın sığınma evi, toplu taşıma gibi bazı kamusal ihtiyaçların nitelikli ve ücretsiz karşılanmasını sağlayabilecektir. Yalnızlığa ve çaresizliğe mahkûm edilen kitlelerin sosyal devletin güçlenmesiyle güvenceli yaşaması, dinsel bağnazlığa değil bilime ve gerçeğe yaklaşmaları anlamına gelecektir.
Mevcut durumda bilim, sermayedarların kâr oranlarını arttırmak, sömürü yöntemlerini geliştirmek ve zenginlerin hayatını kolaylaştırmak için kullanılmaktadır. İşbu halde yoksulların payına düşen ise din olmaktadır. Dolayısıya laiklik mücadelesi, bilimin emekçi halka hizmet etmesi, bilimsel imkân ve gelişmelerin halkın günlük sorunlarının çözümünde bir araç kılınabilmesi için çalışmayı da gerektirir.
Eğitimin dinselleştirilmesi; eğitimin piyasalaştırılmasının, iş hayatındaki sömürünün, doğa talanının kitlesel desteğinin inşaa edilmesinin, kadın düşmanlığının ortak aracıdır. Dolayısıyla parasız ve bilimsel eğitim hakkı, güvenceli ve sendikalı çalışma hakkı, çevre hakkı, cinsiyet ve cinsel yönelimlere saygı gibi taleplerle gelişen tüm halk hareketleri, eğitimin dinselleştirilmesine karşı mücadeleyi içermek zorundadır.
Eğitim, sağlık, su, enerji gibi her türlü insan hakkının piyasaya açıldığı, bir yandan emek ve doğa sömürüsünün öte yandan yoksulluğun katlanarak arttığı, çalışma yaşamının kuralsızlaştığı, kadınların toplum dışına itildiği günümüz koşullarında, kitlelerin sisteme duyabilecekleri öfkeyi öteleyen, onları tevekküle yönlendiren, baskı ve korkuyla yöneten bu düzen, açıkça sermayenin işine yaramaktadır.
Hülasa, laikliği savunurken, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıyla yetinmemek ve dinin, toplumda yaygınlaşmasına sebep olan unsurları doğru tahlil etmek gerekiyor. Gerçek bir laiklik için çalışma yaşamındaki hak gasplarına, sömürü ve yoksulluğa direnmeli, sosyal ilişkilerdeki bireycileşmenin karşısına örgütlü dayanışmayı koymalı, her inançtan veya inançsız kişilerin, sadece vicdan hürriyeti için değil toplumsal fırsatlar anlamında da eşitliği ve özgürlüğü için mücadele etmeliyiz.
Kaynaklar:
Başka Bir Laiklik Mümkün mü?, Münür Rahvancıoğlu, ADL
Devrimci Laiklik, Nazen Şansal, ADL
Sekülerliğin Tarihi Serüveni – Laiklik ve İlgili Kavramların Etimolojisi, Mustafa Özden, Dergipark