
Siyasetle hiç ilgilenmeyen, haber dahi izlemeyenlerimiz İsrail ile İran arasında yaşanan çatışmalardan, sadece göğe bakarak, gördükleri süzülen veya havada patlatılan füzelerle haberdar olmuşlardır savaştan. Ortadoğu coğrafyasının bir parçası olduğumuzu inkâr edenleri, gerçekliğe bu kez hipersonik füzeler davet etmiştir. Gazze’de sürdürmekte olduğu soykırımcı saldırılar, Lübnan’da işlediği savaş suçları ile yetinmeyen İsrail, bu kez de hiçbir kışkırtma olmamasına rağmen İran’ı vurmuştur. İran’ın cevap vermesi ve İsrail’in de saldırılarını sürdürmesi ile kanlı savaş başlamıştır.
Adamıza savaşın bu denli yakınlaşması ilk de değildir. Geçtiğimiz yıllarda İsrail uçaklarının Suriye’yi bombalaması sonucu, Suriye’de devreye giren S300 füzelerinden biri de Kıbrıs’a düşmüştü. Gece boyu uyuyan Ersin bey hariç hepimizi dehşete düşüren olayda teselliyi Ersin beyin sabah paylaştığı çiçek böcek resminde bulmuştuk!
Füzelerin görülebileceği veya yolunu kaybedip düşebileceği kadar yakın olmamız maalesef resmin tamamı da değil. Bizi yakınlıktan ileri götürüp adamızı “meşru hedef” haline getiren ise ikiye bölünmüş diye düşündüğümüz adamızın üçüncü böleni, İngiliz Üsleridir. İngiliz sömürgeciliği kalıntısı Ağratur ve Dikelya Egemen Üs Bölgeleri’nden kalkan uçaklar, İsrail’in her çatışmasında olduğu gibi yine İsrail için havalanmaktadırlar. Şunu da eklemekte yarar görüyorum Hristodilis’in Başkan seçilmesinin ardından Kıbrıs Cumhuriyeti’nin NATO’ya tamamen kucak açan politikaları, tehlike kaynağını salt İngiliz Üsleri olmaktan çıkararak ABD’ye verdiği Larnaka hava üssü ve İsrail ile kurduğu askeri iş birlikleri ile adamızın hedef olma risk seviyesini de arttırmıştır. Gerçi başka bir NATO ülkesi Türkiye’nin Geçitkale’de açtığı üs ile kktc de adayı hedef kılma riskini arttırmakta geri kalmamaktadır!
İran İsrail Savaşı, İsrail tarafından uygun konjonktür yaratılarak bilinçli şekilde çıkarılmıştır. İsrail önce İran’ın müttefiklerini bertaraf etmiştir; Suriye iç savaşının başından bu yana Suriye’de istikrarsızlığa oynamıştır. Ne zaman güç dengeleri oturmaya ve ülke stabil bir hal almaya başlasa hava saldırıları ile ülkeyi dengesizleştirmiştir. Esad Rejiminin düşmesi ile birlikte ise İsrail, Suriye içerisinde on yıllardır sürdürdüğü işgalin bölgelerini geliştirerek, İran müttefiki Lübnan Hizbullah’ının ikmal hatlarını kesmiştir. Suriye’nin başına ise geçtiğimiz günlerde İsrail yanlısı ABD’li haham Abraham Cooper’ın kendi çıkarları açısından “tek boynuzlu at” olarak tanımladığı Golani geçmiştir. İsrail, İran’ın en güçlü müttefiklerinden Lübnan Hizbullahını ise, özellikle lider kadrolarına gerçekleştirdiği suikast eylemleri ve sivil, asker ayrımı gütmeyen savaş suçu niteliğindeki hava saldırıları ile etkisizleştirmiştir. İran’ın diğer bir müttefiki Hamas’ı ise 7 Ekim saldırılarını bahane ederek Gazze’yi yerle bir eden soykırımcı saldırılarla etkisizleştirmiştir. Aynı dönemde İsrail, İran’ın diğer müttefiki Yemen’i ise Gazze ile dayanışmak için gerçekleştirdiği roket saldırılarını bahane ederek havadan bombalayarak zayıflatmıştır. Tüm bunların üstüne İran’ın küresel müttefiki Rusya’nın Ukrayna savaşına odaklanmış olması eklenince İsrail İran’a saldırı için aradığı fırsatı yakalamıştır.
İsrail bu saldırısı için İran’ın nükleer programını mazeret göstermiştir. İran’ın İslami rejim kurulmasından evvele dayanan bir nükleer enerji geliştirme programı bulunmaktadır. Bu program, kendisi yüzlerce nükleer silah ve tesislere sahip olmasına rağmen, İsrail tarafından kendisine yönelik bir tehdit olarak her daim sunulmuştur. İran ile ABD arasında Obama döneminde bir Nükleer Anlaşma imzalanmış, bu anlaşmadan Trump ilk döneminde İsrail’in talebi doğrultusunda ayrılmıştır. Son dönemlerde ise ABD, İsrail’in güvenliği için İran ile yeni bir nükleer anlaşma imzalamak için müzakereler yürütmekteydi. 15 Haziran 2025’te bu müzakereler için ABD ve İsrail arasında masa kurulmaktaydı. İsrail’in nükleer silahları bahane eden saldırısı ise 13 Haziran tarihinde gerçekleşmiştir. Yani İsrail İran’ı kendisinin sorun olarak tanımladığı bir konuda diplomasi yolu ile çözüme gidilirken vurmuştur. Bellidir ki İsrail’de faşist Siyonist Netanyahu yönetimi bu savaşı nükleer “sorununu” çözmek için değil bölgede kendi çıkarlarına tehdit gördüğü İran Rejimini ne pahasına olursa olsun yıkmak için gerçekleştirmiştir. İsrail’in Gazze’de giriştiği soykırım İsrail Rejiminin hedeflerine ulaşmak için insan hakları, uluslararası hukuk gibi konuları tamamen rafa kaldırmaktan çekinmeyeceğini gösterir niteliktedir. İsrail önce İran’a saldırmış, ardından ise İran’ın cevap vermesi üzerine ABD’yi savaşa çekmek için elinden geleni yapmış ve başarılı da olmuştur.
İngiltere, ABD gibi güçlerin İran’a karşı savaşa doğrudan dahili, Kıbrıs’ı İran, Yemen, Lübnan Hizbullahı gibi güçlere karşı meşru bir hedef haline getirecektir. Ayrıca savaşın denizlere de yayılması halinde adaya akaryakıt, ilaç ve temel gıdanın ulaşması da tehlikeye girecektir.
Tüm bu gerçekler ışığında Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşanan “yeterli sığınak var mı?” tartışması tehlikenin farkındalığı açısından oldukça yerinde ama yetersiz bir tartışmadır. Süreç göstermektedir ki Kıbrıslı Elen toplumu ile Kıbrıslı Türk toplumunun şoven liderliklerinin güvensizlikleri daha da fazla yabancı güçleri adaya çağırmaları ile sonuçlanmaktadır. Böylece ada tam anlamıyla bir NATO üssüne dönüşmektedir. Bu durum bir yandan milliyetçilerin dış güçlere yaslanan güç algısını körüklemekte, diğer yandan ise Kıbrıs dışı bir bölgesel çatışmanın Kıbrıs’a sıçraması tehlikesine kapı açmaktadır. Bu çerçevede sığınak tartışması ile başlayan tehlike farkındalığını “Adamızı NATO’cu çatışmaların hedefi kılan başta İngiliz Üsleri olmak üzere yabancı askeri üslere karşı hangi adımları atabiliriz?” tartışmasını da eklemek sadece bağımsız bir Kıbrıs’a ulaşmak için değil, adada Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türk varlığını korumak için de zaruri bir hal almaktadır.