Memleketin Ahvali – Kamil İ. İpçiler (Argasdi 77. Sayı)

Karpaz eşeklerinin katledilmesi tüm ülkeyi derinden yaraladı. 

Yediden yetmişe herkes, eşeklerin katliamına tepki gös- terirken, katillere ise ciddi bir öfke yağdı. Karpazda yaşanan olayda tam on dört eşek katledilirken, eşeklerden birinin doğum yaptığı sırada katledilen bir anne olması, katillerin insanlıktan nasibini almamış olduğu yönünde yorumlandı. Hatta bazı tepkiler Karpaz bölge halkını ve belirli bir etnik köke- ni hedef almaktaydı… Oysa sorun katillerin kökeninde veya insanlığında değil de, katlettikleri canlılara yönelik bakış açılarında olabilir miydi? Yani soruyu şöyle sorarsak; “Bu katiller için, hayvanlar bizler gibi yaşam hakkı olan birer canlı mıydı; yoksa insanların maddi çıkar, arzu ve isteklerine göre yaşaması, kullanılması, alınıp satılması, ve hatta öldürülmesi kabul edilebilir olan birer mal mıydı?” Olaya bu şekilde yaklaştığımız anda, karşı karşıya olduğumuz sorun “Karpazlıların” ve Karpaz’ın ötesine geçmeye başlıyor. Öyle ki; Elyeli bir “orijinal Kıbrıslı” ile, Köşklüçiftlik’te oturan yedi kuşak Lefkoşalı’nın hayvanlara karşı yaklaşımının çok da farklı olmadığı, sokak hayvanları özelinde takındıkları tavırdan görü- lebiliyor. Belirli internet gazeteleri tarafından zaman zaman servis edilen ve hayvanların hedef gösterildiği haberlerin altına yapılan yorumlar incelendiğinde bu durum kolaylıkla anlaşılabiliyor. Cins köpeği için 80 bin TL para ödeyen bir insan, mahallesindeki sokak köpeğini alıp “uzak bir yere” bı- rakarak sorunu çözdüğünü sanıyor(!) ve anayol kenarlarına ya da ovalara atılan köpekler acı içinde can veriyor. Yani Karpaz’daki bir katil ekinlerini yediği için eşekleri vurmayı kendine hak görürken, Lefkoşa’daki bir katil evin önüne s.çtığı için bir köpeği öldürüyor. Sorun etnik kökenden ziyade, kapitalist sistemde barbarlaşan insanın doğa ve diğer canlılar ile kurduğu “faydacı” ve “maddi değer” odaklı ilişkisinde yatıyor. Hayvanların gerçek bir refaha kavuşması ve eziyetlerden kurtulabil- mesi için “başka bir sistem, başka bir dünya ve başka bir kültür” gerekiyor.

Pezevenklikten Vazgeçemeyenler 

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü öncesinde yaşanan olayla hem sarsıldık, hem de malesef “dejavu hissi” yaşa- dık. Öyle ki; Anastasia Melega Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulan “et pazarı”nda can veren ilk kadın değildi. Onlarca kadın gece kulüplerinde canından olurken, binlerce kadın bu kulüplerde şiddet gördü ve görmeye de devam ediyor. Gece kulübünde “kayıt dışı çalıştırıldığı” ortaya çıkan, ülkemizdeki kadın ticaretinin son kurbanı Anastasia’nın hikayesi kerhaneleri yeniden kamuoyunun gündemine taşımış olsa da, kktc devleti(!) ve onun “yetkilileri” peze- venklerle iş yapmaktan ve devleti kadın ticaretinin ortağı haline getirmekten vazgeçmemekte kararlı görünüyor. Yani kktc devleti ve onu yönetenler, pezevenklikten vaz- geçemiyor. Gece kulübü patronu, kumarhane sahibi, ga- lerilerde kara para aklayan uyuşturucu tüccarları ve insan tacirlerinin  emrindeki  devlet  yetkilileri;  komisyonunu alıp rüşvetini yiyerek, bu çirkef düzende ne kadar mafya varsa hepsinin işini görüyor. Ezilenlerin öfkesi büyüyor…

Ülkemizi Bölüşemeyenler

Şurada bir askeri üs, burada inşaat yapılacak araziler, orada alınacak tapular ve bir büyük İsrail… bir yanda doğal gaz, bir yanda milli çıkarlar… Kendi aralarında tartışıyorlar, bölüşüyorlar, paylaşıyorlar, alıyorlar ve veriyorlar… Ağalar Kıbrıs üzerindeki projelerine bir türlü karar veremiyorlar. Konjektürler değişiyor, işbirlikleri şekil değiştiriyor, çıkar çatışmaları yaşanıyor. Tabii ki istedikleri yaşamakta, istedikleri şeyi tartışmakta özgürler. Biz tartışmasınlar demiyoruz. Defolun gidin, başka yerde tartışın diyoruz. Siz kendi planlarınızı yapıyorsunuz ama, biz burayı vatan belliyoruz. Biz geçmişimizi de geleceğimizi de burada kurmuşuz, bu toprağa emeğimizle tutunmuşuz. Sizin ülkeleri bölmeyi bildiğiniz gibi, bizler de emekçileri birleştirmeyi ve örgütlülüğümüzü her alanda ilmek ilmek örmeyi biliriz elbet. Evet filler tepinirken çimler ezilir. Ama üzerine bastığı toprak kaydığında da, o koca fil tepe taklak oluverir. Hiç bir planınıza dahil etmediğiniz, bu ada üzerinde yaşayan halklar var ya; statükonuzu da, konfederasyonunuzu da, planlarınızı da kafanıza geçiriverir…

İnsan Ticaretinde Hız Kesmeyenler

Ülkemizdeki az sayıdaki alternatif medya kuruluşlarının ortaya çıkardığı, daha doğrusu herkesin bildiği ancak kimsenin konuşamadığı insan ticaretinin nasıl işlediği artık hepimizin malumu… İşçilerin ülkelerinde ofisler kurularak, burada insanlara “AB ülkesi Kıbrıs’a gidecekseniz” denilerek eldeki tüm birikimleri alınıyor. İşçilerden alınan paranın bir kısmını ülkemizdeki yetkililere “işlemlerin halledilmesi” için dağıtılıyor. İşçiler ülkeye getirilerek köle kamplarına yerleştiriliyor ve buradan patronlara dağıtımları
gerçekleştiriliyor… Çoğunlukla kayıt dışı çalıştırılan ve pasaportlarına da el konulan bu insanlar tehdit edildikleri halde kimseye derdini anlatamıyor. Muhaceret Dairesi’nin tek bildiği “sınırdışı” etmek, Polis’in tek bildiği göz yummak, Bakanlığın tavrı ise ortak olmak. Müsteşarından Bakanına kadar devletin de parçası olduğu bu ağ, seks köleliğinin yanına insan ticaretini de ekleyerek kktc’yi tam bir “insan hakkı ihlalleri merkezi” haline getiriyor. Bir yandan “ülkeye doldurulan göçmen işçilerden” şikayet edenleri
gazlayan bu kesim, diğer yandan bu ticaretten dolaylı ya da direk maddi çıkar elde
ediyor ve insan ticaretiyle kazandığı para sayesinde lüks bir hayat sürüyor. Toplumumuz malesef bu
insanların statusune hürmet ederken, parası alınıp ülkeye getirilen garibanlara öfkesini kusuyor. Oysa olay yine “ayrıcalıklı sınıfın” memlekete yaptığı kötülüklere bağlanıyor…

Çocuklarımıza Göz Dikenler

Memleketin Ahvali sadece kadın, hayvan, doğa düşmanları ve köle tacirlerinin yarattığı pislikten ibaret değil. Bütün bu adaletsizliklerin, hukuksuzluğun ve sömürünün direniş görmeden kabullenilmesi için, bunlarla birlikte paket olarak gelen bir diğer şey ise “dinsel gericilik”. Keza pisliklerinin örtülmesi için; sorgulamayan, düşünmeyen ve “insandan gelen” tüm adaletsizliği, yoksulluğu, eşitsizliği ve sömürüyü “Allah’tan geldi” deyip kabullenen bir nesil yaratmak zorundalar. Yalnızca bu şekilde ayrıcalıklı kesimin yaşadığı lüks hayatın ve bunun kirli kaynağının tartışılmayacağını biliyorlar. İşte bu sebeple insan ticareti
yapanlar, kadın satanlar, çocuk öldürenler ve hayvan katledenlerin coğrafyamızda yaptığı gibi, Kıbrıs’ta da dinsel gericiliği kullanıyorlar. Tabii ki “biz çocukların sorgulama ve öğrenme becerisini ortadan kaldırmaya
çalışıyoruz” diyemeyecekleri için; adına “inanç özgürlüğü” diyorlar. Özgürlük derken de aslında, onların istediği şekilde yaşama “özgürlüğünü” kastediyorlar. Öğrenmeye, düşünmeye ve sorgulamaya başlama çağındaki çocuklara “kendi inançlarını” dayatarak sağladıkları kontrolü, “özgürlük” kavramının arkasına gizlemeye çalışıyorlar. Tüzük değişikliği yapılır yapılmaz, AKP isimli organize kötülüğün ‘kktc temsilcisi’ konumundaki bir şahsın Lefkoşa’daki bir ortaokulun kapısına dayanıp, 12 yaşındaki bir çocuğu
provakasyon amaçlı kullanması, okullarda başörtüsünün nasıl siyasi bir simge olarak kullanılacağını göstermek için fazlasıyla yeterli. Türkiye’de aynı sürecin nasıl ilerlediğini ve bu sürecin sonucunda din tüccarlarının toplumu kutuplaştırarak bundan siyasi ve maddi menfaat sağladığı herkesin malumu. Buna rağmen birileri çocuklarımızı gericiliğe teslim etmekte kararlı. Ancak biz de direnmekte kararlıyız…

Direnenler ve Örgütlenenler

Yukarıda sıraladığımız ve buraya sığdıramadığımız sorunlar… Kadın haklarına, çocuk haklarına, laikliğe, insan haklarına ve ülkemize yapılan saldırılar… Bunlar madalyonun bir yüzü, karanlık ve kötü… Ancak her karanlık, karşıtıyla birlikte gelir. Tüm dünya benzeri sorunlarla yüzleşiyor ve yaşanan krizlerin sonucunda merkez siyasetlerden uzaklaşıp radikal siyasetlere yöneliyor. Bu durum kısa vadede sistem içerisinde radikal çözümler sunan aşırı sağı güçlendirse de, halkların radikalleşme süreci sadece faşizmin önünü açmıyor. Suni refahın yarattığı uyku halinden uyanmaya başlayan Avrupa halklarının sorunları ve taleplerine, doğası gereği sistemin sınırlarını zorlayamayacak aşırı sağın yanıt verebilmesi imkansız. Halkların radikal alternatiflere yönelmesi, varlık sebebi “sistemi ters yüz etmek” üzerine kurulu olan devrimci sol için büyük bir fırsatı barındırıyor. Egemenler ne kadar güçlenirse o kadar gaddarlaşıyor ve halklara yönelik sömürünün ve yoksullaşmanın dozu o kadar artıyor. Bu durum ilk etapta olumsuz bir tablo yaratsa da, aslında beraberinde daha çok direniş ve mücadele alanı, bu alanlar ise sol için örgütlülüğünü büyütme fırsatı anlamına geliyor. Yani kısaca, artan yoksulluk, hak gaspları ve savaş hazırlıkları karşısında, yaşamın ve emeğin gündelik sorunları üzerinden örgütlenmeye ve direnmeye daha çok hız vermek gerekiyor… Sistem gericilikle bizi boğmaya çalışırken direnmemiz, sistem kadın bedenini satarken özgürleşme için mücadele etmemiz, sistem halkı sömürürken, özel sektörde sendika için, asgari ücretin kamudaki en düşük maaşa endekslenmesi için kavgayı büyütmemiz gerekiyor. Yaşanması kaçınılmaz olan küresel süreçleri oturup seyretmek yerine; sol’a düşen görev, kendi ülkesinde yerel sorunlar üzerinden örgütlenmeye devam etmek. Çünkü bu, dünyada esecek fırtınayı örgütlü şekilde karşılayabilmek ve böylelikle süreçleri lehimize çevirme şansı demek. Evet tablo karanlık gözüküyor, zira karşımızda savaş, gericilik, yoksullaşma ve faşizm dolu güçlü bir rüzgar esiyor. Oysa bu tablo bir çaresizliğin tablosu değil, çünkü, uçurtmalar da gökyüzüne böyle havalarda yükseliyor…

Leave a Reply

Facebook6k
Twitter2k
646