
Korku hikayelerini en çok çocuklar sever. Güneş battıktan sonra park köşelerinde küçük çocukları ayakları ters dönmüş cin, geceleri gezen gulyabani ve benzeri birçok yaratığın donattığı hikayelerle korkutan abi ve ablalarla karşılaşabilirsiniz. Eğer onları biraz gözlemleme şansınız olursa sanki isteyerek kendilerini kurban etmiş çocukların mizaçları sizi şaşırtabilir. Birileri onları oraya mıhlamış, karşılarında adım adım, ilmek ilmek örülen faciadan gözlerini kaçıramıyor gibi bir halleri vardır.
Yangında Kaybettiklerimiz, Buenos Aires’in fakir mahalleleri ve Arjantin’in köylerinde geçen kısa hikayelerden oluşan bir kitap. Yoksulluğun, yolsuzluğun, sosyal adaletsizliğin, kapitalist ve patriyarkal şiddetin yarattığı problemlerin içinde mücadele eden insanların karşılaştıkları “gerçeküstü” tekinsizlikler, çoğunlukla hiç de öyle gerçeküstü gibi hissettirmiyor ve bu kitabın tekinsizliğine tekinsizlik katmış. Öykülerin çoğunda diktatörlük dönemiyle ilgili -bazen üstü kapalı, bazen ise aşikar- birçok referansa rastlıyoruz, fakat Enriquez asla geçmişin günümüz ile harmanlandığı halden çıkmamıza izin vermiyor. Aksine, anlattıkları, tarihsel gerçeğin ancak böyle hikayelerle anlaşılabileceği havasını veriyor. Korku hikayelerinin ve ürettikleri figürlerin kimisine göre beklenmedik sayılabilecek bir evrenselliği var. İstisnaya yer bırakmadan her kültürde o veya bu şekilde kendilerini var etmişler. Üstüne üstlük çoğu zaman toplumsal yaşamın inceliklerine inmenin başka türlü kolayına rastlanamayacak yollarını açmışlar. Hayaletlerin, konuşan ölülerin, annelerin çocuklarını eğitirken eşsiz desteklerini esirgemeyen öcülerin değerleri nasıl ölçülebilir? Ya başı aynı anda göçmen krizleri ve virüslerle ciddi belada olan dünyamızda zombi ikonografisinin artan popülerliği, yine neredeyse evrensel olarak mevcut değil mi?
Psikoloji, sosyoloji, antropoloji, biyoloji gibi alanlar aracılığıyla korku figürleri ve hikayeleri hakkında birbirinden değişik ve çok değerli birçok analiz yapmak mümkün olduğu gibi, yazılı ve sözlü edebiyat yoluyla da bu esrarengiz alanın anlattıkları hakkında gerçeklere ulaşmak mümkün. Neden mi? Çünkü korku hikayeleri, adları üstünde, toplumca paylaştığımız korkularımızın hikayeleri, halihazırda gerçekliğimize kabul edemediğimiz ve belki asla edemeyeceğimiz karşılaşmaları kendilerine dert edinen ender alanlardan. Her iyi edebiyat gibi iyi korku hikayelerinin anlatmaya çalıştığı da bir tanıdıktan dinlerken, kitap okurken, televizyonda izlerken aniden üzerimizden geçen ürpermede bize göz kırpan, incelikli bir nokta.
Mariana Enriquez bir röportajında korku hikayeleri yazmaya başlamadan önce yazdıklarını asla beğenemediğini, ürettiği kadın karakterleri fazlasıyla kendisine benzettiğini, sıkıcı bulduğunu söylüyor. Ancak korku hikayesi formunun kazandırdığı o tekinsizlik kalemine dokunduğu zaman anlatmaya çalıştıklarını anlatabildiğini hissetmeye başlamış. Hem de ne anlatmak! Arjantin’de doğup büyümüş, halen gazetecilik yapan ve punk geçmişi sayesinde sokakları ve varoşu çok iyi tanıyan Enriquez, Arjantin’de sosyalist Peron yönetimine yapılan 1976 darbesinin ardında bıraktığı yıkımı, fakirliği, gündelik hayata sirayet etmiş vahşeti resmediyor bize. Kör göze parmak sokmadan, kolaycı Amerikan korkuları gibi sansasyonel, uçuk, abartı bir ucuzluğa kaçmadan, incelikle –sanki bir sevdiğiniz bir arkadaşınız dinlerken inanmakla inanmamak arasında kaldığınız, “delirdi mi acaba” diye sizi şüpheye düşüren bir anısını anlatır gibi. Yersiz kabalığa tahammülümüzün gittikçe azaldığı bu dönemde bu kitabın bu kadar sevilmesinin sebeplerinden biri de bu olsa gerek.
Adamız elbette korku hikayelerinden münezzeh değil. Mayıs ayında dünyanın yapay zeka kullanılarak çekilen ilk uzun metraj korku filmlerinden birisinin (Fısıltılı Tepe, Şafak Yolcu’nun Tepenin Bekçileri kitabından esinlenmiş) bu adadan çıkmasının bir tesadüf olduğunu sanmak abesle iştigal olur. Enriquez’in kitapları, doğrudan söylenemeyen, söylenirse gerçeğinin üzerinden atlanılacak o toplumsal şiddetle bizi karşı karşıya bırakabilen eserler. Yangında Kaybettiklerimiz de, bu minvalde, son zamanlarda edebiyat tutkunlarının susuzluğunu giderebilen yegane coğrafya olan Latin Amerika’nın en güzide kitaplarından.