Bugün “şeher” olarak anılan Lefkoşa’ya bir zamanlar “Khora” denirmiş. Zira Antik Yunanca’da “yer”, “mekan” anlamlarına geliyor ve merkezi yerler için de kullanılıyormuş, kapanan kitabevimizin ismi Khora. Felsefi bir terim olarak Platon’un “Timaos”unda önemli bir yeri olan Khora, hem var olan her şeyin içinde bulunduğu bir alan, hem de varlık ile yokluk arasında bir sınırdır. Platon, hiçbir zaman değişmeyen “idealar dünyası” ile zamana ve mekana göre değişken “oluş dünyası”nın yanına “khora”yı da ekler. Khora, her türlü karşıtlığı biraraya getiren fakat karışmalarını engelleyen bir haddir. Durağan olandan dinamik olana, düzensizlikten düzene, kavranabilir olandan içselleştirilene geçiş her zaman khora ile mümkündür. Herhangi bir şeyin var olabilmesi için bir mekana ihtiyacı vardır; yani khora, bir şeyin var olabilmesi için zorunlu olandır.
Khora Kitabevi, mekansal olarak artık yok. 15 yıl önce, (bu yazının ilerleyen satırlarında açıklanacak olan) çeşitli saiklerle kurulan ve uzun yıllar, devrimcilerin gönüllü emekleri, okur ve yazarların azımsanamayacak desteği ile yaşatılan kitabevimize Haziran 2025’te veda ettik. Her veda gibi bir miktar hüzün barındıran bu süreci Nazım’dan alıntıyla tariflersek: “Tarihsel, sosyal ve ekonomik şartların zaruri neticesi bu, deme, bilirim! O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim. Ama bu yürek, o, bu dilden anlamaz pek…”
Yüreğimiz acısa da, edebiyatın şefkatli kollarında teselli aramaktansa diyalektiğin çetrefilli yollarında düşe kalka yürümeye devam ederek Khora’mızın tıpkı açılması gibi kapanmasının da devrimci bir sorumluluk olduğunu kavrayabiliriz. Çünkü açılış amaçlarından uzaklaşan, Kıbrıslı Türklerin kültürel mücadelesine soldan bir katkı yapma misyonu zayıflamış, ticari kaygılarla sosyal yapısı erozyona uğramış, piyasanın itkisiyle yozlaşmaya doğru giden bir süreci noktalamak, yenilgi değil, bilakis, yeniye doğru daha sağlıklı adımlar atmak için kaçınılmazdır.
Kıbrıslı Türklerin varoluş mücadelesinde fikirsel üretimin yeri
1974 sonrasında toprağa bağlı üretimden koparıldığı gibi 80’lerle birlikte Ankara hükümetlerinin neoliberal dayatmalarıyla hafif sanayisi de yok edilen Kıbrıslı Türk halkı, kültürel anlamda da ciddi bir asimilasyon baskısı altındadır. Yıllar önce, “siz üretmeyin, biz sizi besleriz”le başlayan süreç, “besleme” hakaretine kadar varmış, ekonomik ve siyasi bağımlılık, halkın özneleşme istencinin önünü tıkamıştır. Kendi mahallesinde, okulunda, iş yerinde, devlet kurumlarında ve Kıbrıs sorununun çözümü üzerinde hiçbir söz hakkı bulunmadığı düşüncesi, bir yandan halkı umutsuzluğa sürüklerken, öte yandan her dönemde kendi geleceğine sahip çıkmak isteyen, söz-yetki-karar hakkı için direnen kesimler olmuştur. Yakın tarihin belli dönemlerinde azımsanamayacak kitleselliklere ulaşan bu kesimlerin ortak keseni, halkın onuruna sahip çıkmaları ve varoluş mücadelesi vermeleridir. Mücadelenin taşıyıcı kolonları ise klasik anlamdaki işçi sınıfı değil, öğretmen, kamu emekçisi, öğrenci, sanatçı ve aydınlar, meslek birlikleri gibi “orta sınıf” (küçük burjuva) kesimlerdir. Eğitim seviyesi yüksek bu kitlelerin kültürel etkileşimle birbirini anlayıp, eleştirip, geliştirmesi ve devrimci fikirlerle buluşması, günün sonunda Kıbrıslı Türk halkının çıkarınadır. Bu sebeple düşünsel üretim, sanat, yazın ve edebiyat, devrimcilerin içinde bulunması gereken ve karşılıklı öğreten bir halk okuludur.
Keza varoluş mücadelesi, sadece itiraz ve isyanla değil üreterek de örülmek zorundadır; üretmeyen bir toplum yok olmaya mahkûmdur. Toplumsal değerlerin üretimi sadece, elinde üretim araçlarının en âlâsı bulunan sermaye sınıfına (ultra zenginlere) bırakılamaz. Çünkü her sınıf, topluma kendi istediği biçimi vermek üzere düşün, sanat, edebiyat hatta tarih üretecektir. İlerici, demokrat, devrimci kesimlerin de emekten yana fikirsel ürünleri yaratma ve halkla buluşturma sorumluluğu vardır.
Herkesin mürekkep yalamaya imkân bulamadığı, bilhassa yoksul emekçi kesimlerin genellikle kitap okuru ol(a)madığı, hem patron tarafından hem de aile içinde iki kez ezilen emekçi kadınların eline kitap almaya bile vakit bulamadığı, eğitimli beyaz yakalıların özel sektördeki rekabetçi çalışma koşullarından dolayı sadece mesleki yayınlara ilgi gösterdiği çağımızda bir kitabevi neyi değiştirebilir ki? Hele ki kitap okuma özgürlüğünü yakalamış azınlığın neyi okuyacağını sinsice dayatan; toplumu silikleştirip bireyi yücelten ya da toplumsal gerilimi kişisel gelişime indirgeyen “kitap”ları, akla ve bilime değil modern hurafelere itibar eden romanları bestseller yapan bir sistemde…
Antik Yunan’dan Orta Çağ’a, Rönesans’tan postmodern zamanlara kadar tarih bize göstermektedir ki; felsefe, sanat, edebiyat, akademik çalışmalar, bilimsel gelişmeler, kısacası fikirsel üretim, sınırlı bir topluluk tarafından icra edilebilir ve ulaşılabilir olsa da o coğrafyanın ve çağın bütüncül düşünce iklimini oluşturur. Ve hayatında hiç kitap okumamış bir kişi bile insan ve toplum algısını hatta politikaya bakışını bu atmosferde geliştirmeye, değiştirmeye başlar. İklimin çorak mı bereketli mi olacağı, hangi rüzgarın diğerine baskın çıkacağı ise ideolojik hegemonya mücadelesinin konusudur. İşte Khora Kitabevi, Kıbrıs’ın kuzeyindeki iklim krizine 15 yıl boyunca, en genel sol yelpaze ile serinlik etkisi yapmıştır.
Hayalden gerçeğe
2000’li yılların başında Kıbrıs’ın kuzeyinde, kendi özel çıkarlarını savunurken aslında tüm toplumun çıkarlarını savunan, örgütlü ve güçlü bir işçi sınıfının bulunmadığı koşullarda, Marksistlerin görevinin tüm halk kitlelerine yönelik kültürel çalışma yürütmek olduğu tespitiyle, bir grup genç, Baraka Kültür Merkezi’ni kurdu. Baraka, aynı zamanda politik bir alan olarak gördüğü kültürel mücadelesinde kitleselleşerek 10 yılını geride bıraktığında, çeperinde toplumun küçük bir örneğini barındırıyordu: Eğitimli ama işsiz gençler, özel sektörde güvencesiz çalışan üyeler, ülkesine faydası dokunmasını arzu eden aydınlar, gönüllü emeğini devrimci amaçlara sunmak isteyenler, hayatını belli bir dengeye oturtmuş ve “hayalperest” gençlerle dayanışmak isteyen ablalar/abiler… Tüm bunlar, kültürel kalkışmanın Baraka duvarları arasına sığmayan sinerjisi ile birleşince önce hayal gibi duyulan ama kısa sürede gerçeğe dönüşen bir kitap cafe çıktı ortaya. Khora, devrimci gençlere mütevazı bir iş imkanı sunmayı amaçlayan, mekanında sanatçı ve aydınlarla halkın biraraya gelebileceği, yayıneviyle Kıbrıslı Türk yazın ve edebiyat dünyasına yeni bir “sol”uk getirmeyi hedefleyen, okurlarına sunduğu kitaplarla bilimsel, felsefi ve kültürel gelişmeye katkı sunmayı ön plana alan bir proje olarak doğdu.
Sınırlı imkanla da olsa gençlere, geçici veya kalıcı iş imkanı sunma amacına, yarı zamanlı işlerle öğrencileri destekleme hedefine ulaştığını, şeherin sınırlarını aşıp Mağusa ve Omorfo’ya kadar uzandığını memnuniyetle söyleyebiliriz. Sırça köşkünde suya sabuna bulaşmadan yaşayanları ve devrimcilerin mekanına gelmeyi politik çizgisine yakıştırmayanları hariç tutarsak, sanatçı ve aydınlarımızın okurlarla buluşup fikir teatisi yaptığı ve karşılıklı birbirini beslediği bir alan sağlamıştır Khora. Zaman zaman düzenlediği etkinlikler ve söyleşilerle, tıpkı Platon’un Timaos’undaki gibi her türlü karşıtlığı bir araya getiren fakat karışmalarını engelleyen bir had görevi de görmüştür.
İğneyi de çuvaldızı da kendimize
15 yılda, tarihsel romanlardan çok dilli çocuk kitaplarına, Komünist Manifesto’dan Kıbrıs kültürüne kadar geniş bir yelpazede 95 kitaba imza atan ve kitabevi kapansa da çalışmalarını sürdürecek olan Khora Yayınevi, kültürel mücadeleye hizmet edecek ve tarihe not düşecek düzeyde, çok nitelikli kitaplar basmıştır. Bununla birlikte, popüler kültüre meylettiği, kişisel ilişkilere içerikten daha ziyade önem verdiği ve ticari kaygılara yenik düştüğü eserleri de kitaplaştırmıştır. Bugün bu özeleştiri notunu düşmemize, seçici ve işlevsel bir yayın kurulu mekanizmasının kurulamaması ve ülkemizde her konuda eksikliği hissedilen eleştiri kültürünün yayınevinde kalıcı biçimde oluşturulamaması sebep olmaktadır.
Khora, sadece bastığı değil, okura sunduğu kitaplar açısından da devrimci bir kitabevi çizgisinde ısrarcı olamamıştır. Neoliberal çağımızda yalnızlaştırılan insanın zaafiyetini sömüren kişisel gelişim, dünyayı tarihselliğinden ve toplumsallığından arındırıp bireyin iç dünyası ve bitimsiz monologları ile aktaran postmodern edebiyat, aklı, başkaldırıyı ve umudu silmeye yönelik, Netflix dizisi bayağılığında bestseller kitaplar, toplumun bunlarla mesafelenmesini arzu eden devrimcilerin elleriyle çaktığı raflara ne yazık ki aynı ellerle dizilmiştir.
Elbette bir kitabevinde farklı ideolojilerden her türlü kitabın bulunması olağandır. Ancak ticari saiklerle nelerin ön plana çıkarıldığı, günün sonunda politik pozisyona da sirayet etme riskini taşır. Önemli olan raflardaki kitap çeşitliliği değil, hangi tür kitapların okura makbul gösterildiğidir. Bilhassa pandemi sonrasında pek çok esnaf gibi ekonomik kaygıların artması ve dayanışmayla yürüyen bir kitabevi seçiciliğinden, ayakta durmaya çalışan ticari bir işletme mantığına geçilmesi, dünyada ve ülkemizde solun güç kaybettiği bir dönemin şanssızlığı ile de birleşince bu elim sonucu doğurmuştur. Baraka Kültür Merkezi ile fiziksel ve fikirsel bağın gittikçe zayıfladığı kitabevinde, kuruluştaki toplumsal kaygılar ve devrimci heyecan, yerini ticari kaygılara ve popülist hezeyana bırakmak üzereyken, durup bir değerlendirme ihtiyacı ile kapanma kararı alınmıştır.
Gönüllü emeğin başardıkları
İğneyi de çuvaldızı da kendimize batırmaktan çekinmeyen bu satırların ardından, tüm kitap gönüllülerinin hakkını da layıkıyla teslim etmek gerekir. Khora kurulurken amaçları arasında düşünülmeyen fakat tüm amaçlarından daha ulvi sonuçlar doğuran bir gönüllü emek süreci yaşanmıştır. Her şeyin metalaşıp parayla ölçüldüğü, kişisel menfaatin değerler piramidinde en üst sıralara yerleştiği, aksi yöndeki davranışların enayilik olarak görüldüğü veya altında bir bit yeniği arandığı çağımızda, devrimci sorumluluk ve dayanışma bilinciyle hareket eden onlarca kitap gönüllüsü, Khora’ya karşılıksız emek vermiştir. Editörlükten grafik tasarıma, muhasebeden festivallerde satış yapmaya kadar pek çok konuda yoğun bir emek harcayan Khora gönüllüleri, belki de kendileri dahi fark etmeden insani potansiyellerini geliştirmiş, kapitalist ilişkilerin asla veremeyeceği bir manevi hazzı duyumsamış, kolektivitenin bir parçası olarak daha tam insan olma yolunda kendilerini gerçekleştirmişlerdir.
Kıbrıslı Türk halkının yetiştirdiği çok değerli sanatçı ve aydınlar ile kitap okurları, Khora’yı her daim maddi manevi olarak desteklemişlerdir. Bu da toplumumuzdaki dayanışma duygusunun ve çağdaşlaşma yolculuğunun halen dipdiri ve ayakta olduğunun bir nişanesi olarak mutluluk vericidir. Kitap fiyatlarının Türkiye satış fiyatından daha pahalı olmasının normal kabul edildiği koşullarda kitapçılık yapmaya başlayan Khora, okurun kendi ülkesinde uygun fiyata kitap alabilmesi için Türkiye’deki liste fiyatına satışta ısrar etmiş ve bu konuda piyasayı değişime zorlamıştır. 15 yıllık serüvenine, Mağusa ve Omorfo’da dayanışma ağları kurarak kitabevi açmayı sığdıran Khora’nın katkılarıyla mevzuatta da bazı ilerlemeler yaşanmış, kitap alım-satımında KDV kaldırılmış, böylelikle kitaba daha ucuz erişim sağlanmıştır.
Bir yandan insanlığın bilimde ve sanatta ilerlemesi için copyleft mantığı desteklenirken, öte yandan düşün ve sanat emekçilerinin yeniden üretim yapabilmeleri adına haklarının korunması tartışmaya açılmış ve korsan yayıncılıkla mücadele edilmiştir. Kitap basmak isteyen yazarlardan ücret alınması, ülkemizde normal kabul edilen yaygın bir uygulamayken, yayınevimiz, zaten toplumsal bir değer üretmiş olan eser sahibinin para ödemesini prensip olarak doğru bulmamış ve ekonomik şartlar elverdiği ölçüde (basılan kitapların çok büyük bir kısmında) bu prensibi hayata geçirmiştir. Bunun yanında, yazarlarla resmi sözleşmeler yapılıp telif bedeli kitapla ödenerek, fikirsel üretimin hukuksal boyutta da kalıcı kılınması yönünde adımlar atılmıştır.
Çocuk kitaplarının yayına hazırlanmasında psikolog ve pedagog görüşüne başvuran Khora Yayınevi, “danışman okur” uygulamasıyla, kitap basılmadan önce çocuklar tarafından okunarak yazara görüş belirtilmesini ilk kez devreye sokmuştur. Böylelikle yazar, hitap edeceği okur kitlesinden verimli dönüş alabilmekte ve çocuklar da kendi alanlarında yayımlanacak bir kitaba katkı sunarak özne hissedebilmektedir. Yayın ilkeleri içerisinde cinsiyetçi ifadelerden kaçınılması, barış ve halkların kardeşliği de bulunan Khora, iki dilli kitaplar veya çeviri eserler ile ada halkları arasındaki etkileşimi ve kültürler arası ilişkileri pozitif yönde etkilemiştir. Şovenist ve ayrımcı resmi tarih anlatısının karşısına bilimsel analizlere ve kültürel olgulara dayanan eserlerle çıkmış, barış dilinin inşasına katkı sağlamıştır. Düşünülmeden kullanılan cinsiyetçi ifadeler konusunda yazarlar ile (sansüre varmayan) ikna edici tartışmalar yürütülmüştür. Yayınevi sorumluları tarafından üzerine konuşulup anlaşılmadan, doğallığında gerçekleşen bir pozitif ayrımcılık ise kadın ve genç yazarların özel olarak desteklenmesi ve yayın programında öne alınmış olmasıdır.
Vedalar canını sıkmasın, yenide(n) buluşabilmek için bir hoşçakal gereklidir
Yayınevi çalışmalarına devam edecek olan ve halihazırda 95 yayımlanmış kitabı bulunan Khora Kitabevi, ticari kaygılardan ve piyasanın yozlaştırıcı etkisinden mümkün olduğunca arındırılıp, devrimci saiklerle yeniden hayata geçmeye gebe bir projedir. Platon’un “idealar dünyası” ile zamana ve mekana göre değişken “oluş dünyası”nın arasında, durağan olandan dinamik olana, düzensizlikten düzene, kavranabilir olandan içselleştirilene geçişi mümkün kılan bir khora olmalıdır. Herhangi bir şeyin var olabilmesi için bir mekana ihtiyacı vardır; ama ondan önce somut durumun somut tahlili ile ülkemizin ve devrimci kadroların 15 yıl içinde değişen koşulları değerlendirilmeli, yenide(n) buluşana kadar kültürel mücadelenin sair alanlarında hoşça ve dostça kalınmalıdır.

