Dostum, dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe
“Hasan Hüseyin Korkmazgil”
Sadece bedenimizi değil ruhumuzu da üşüten, adeta kanımızı donduran kederli bir kış geçti üzerimizden. Kader dediler öfkelendik; helallik istediler, hesaplaşacağız dedik. Rant düzeninin can pazarından canımız çok yanarak geçtik. Şimdi ardımız rüzgâr, önümüz bahar, bundan sonrasıysa gücümüzü toplamaya bakar.
İnsan, hayata tutunmak adına çeşitli yollar bulur, yeni yollar açar; kâh kabuğuna çekilir kâh kalabalığa karışır; bazen yalnızlığına bazen de birbirine tutunur. Çoğu zaman ise kendini doğanın iyileştirici kucağına bırakmayı unutur. Oysa tüm insani duygularımıza karşılık gelecek bir devinim vardır insan dışı doğada. Akdeniz’in hırçın dalgalarında hiddeti, ulu zeytin ağaçlarında ölümsüzlüğü, kırlarda birden peyda olan çiçeklerde çocuksu neşeyi, kurak nehir yataklarında çaresizliği, dağ başlarını saran bulutlarda sabırla demlenip bilenmeyi ve daha nicesini sunar bize bu yarım ada… Bahar, doğaya kulak vermek için en güzel zamandır bu coğrafyada.
Özellikle mart ayı, baharın görsel şölenini hissetiriyor. Yeşil doku arasındaki, doğal bitkiler, orkideler, badem çiçekleri, rengarenk laleler, akasya, lapsana ve gavcarın yarattığı sarı görüntüler, insan ruhuna tazelik veriyor…
Kıbrıs’taki doğa hareketleri, yılın özellikle ocak, şubat, mart ve nisan aylarında, hepimizi etkiliyor. Doğu Akdeniz’de ve Kıbrıs adasında yaşamanın ayrıcalığını hissetmek için, yağan yağmurlardan sonra doğadaki kabuk değişimini ve bu renk cümbüşünü izlemek yeterlidir. Aranılan ruhsal huzur ve yaşamın gerçek tadı buradadır. Kıbrıs adasının en doğusundaki Karpaz Yarımadası’ndan başlayıp, Girne Sıradağları-Alevkayası’ndan geçip, kuzey batıdaki Akdeniz köyü ve Kalkanlı Anıt Zeytin ağaçları bölgesine kadar uzanan yürüyüş yolları doğaseverlere eşsiz güzellikler sunuyor. (Hasan Karlıtaş, Kıbrıs’ın en renkli zamanı: Mart ve baharın gelişi)
Hani zaman zaman Dünya Mutluluk Endeksi açıklanır da en üst sıralarda genelde Finlandiya olmak üzere İskandinav ülkelerini görürüz ya, bunun elbette sosyoekonomik sebepleri, eğitim seviyesi (diploma değil), refah düzeyi, sosyal devlete duyulan güven ile yakından ilişkisi var. Ve bizim ülkemizde bu koşulların oluşması ve hatta aşılması için daha çok mücadele etmemiz gerekiyor. Bununla beraber, insanların minimal ve doğayla bütünleşik yaşam biçiminin, gerek şehirlerdeki yeşil alanları gerekse şehir dışındaki doğal parkları hayatlarının sürekli bir parçası haline getirmelerinin huzur ve mutluluk üzerinde önemli bir etkisi olduğu biliniyor. Ve mücadeleyi uzun soluklu sürdürebilmek için de bu gibi pozitif duygularla şarj olmamız gerekiyor.
Kentlerimizde yeterince yeşil alan bulamasak da doğaya çıkıp, özellikle yaz sıcakları bastırmadan, yürüyüşler yapmanın tam zamanı. Bunu kendi imkânlarınızla yapabileceğiniz gibi doğa yürüyüşleri yapan dernek ve gruplara da katılabilir, onların rehberliğinden ve birlikteliğin keyfinden istifade edebilirsiniz.
Beşparmak dağlarında veya bir deniz kenarında, yüzünüze hafif bir meltem eserken yüklerinizden hafifleyebilir, bir ağaç gövdesine yaslanıp toprağa köklenerek bu topraklarda var olmanın yollarını düşünebilirsiniz. Avcılık ve kuraklık sebebiyle tehlike altında olsalar da ülkemizde yüzlerce çeşidi bulunan kuşları seyredip sulak alanların rantçılar karşısında korunmasının önemini idrak edebilirsiniz.
Komünün ihtiyaçları için yardımlaşarak çalışmaktan usanmayan karıncaları, dans ederek sistematik bir şekilde haberleşebilen arıları gözlemleyip kendi yaşamınızdaki bireysellikle mukayese edebilirsiniz. Bir örgütlülüğün parçası olmanın tamamlayıcılığını bu hayvanlardan örnek alabilirsiniz.
Sahi, en son ne zaman yaptığınız işe yabancılaşmadan keyifle bir şeyler ürettiniz? En son ne zaman bedeninizi özgür bırakıp dostlarınızla dans ettiniz? Evet, insanlık dışı asgari ücret, güvencesiz çalışma koşulları, güvensiz hissettiğimiz bir devlet… Birileri daha zengin olurken, emekçiler için her geçen gün yaşamın daha da güçleşmesi demek. Hepsi doğru ve gerçek ve bu adaletsizlikler karşısında mücadele edecek örgütlülük gerek. Mücadeleye enerjimiz, birbirimize bulaştıracak neşemiz, yeni ve yaratıcı düşüncelerimiz için de en güzeli baharda uyanan doğadan beslenmek.
Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi:
Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi, bahar geldi güneşin doğduğu yerden…
Sevmek tanımakla başlar; tanıyalım, koruyalım.
Kıbrıs’ta sonbahar ve kış dönemi bitkileri, yerini hemen bahar bitkilerine bırakır. Mart ve nisanda dağlık bölgelerde farklı renk ve türdeki dağ laleleri ve zambaklar açmaya başlar. Düzlük arazilerde ise efsanelerin çiçeği nergise sıkça rastlanır. Nergis çiçeği, yok olma tehdidi altında olup Floranın Korunması Emirnamesi ile koruma altındadır; toplanması ve satışı yasaktır.
Nergis efsanesi
Sesi de kendi de çok güzel bir peri kızı olan Ekho, Narkissos adındaki bir avcıya ilk görüşte âşık olur. Ancak kendini beğenmiş Narkissos bu sevgiye karşılık vermez. Ekho, kara sevda ile içine kapanarak ölür. Kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalardaki yankıya (ekoya) dönüşür. Tanrılar bu duruma çok kızar ve Narkissos’u cezalandırmaya karar verir. Günlerden bir gün av izindeki Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzünü görür ve kendine âşık olur. Narkissos oracıkta kalakalır, günden güne erimeye başlar ve sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra vücudu nergis çiçeklerine dönüşür. O günden beri nergis çiçekleri, dünyada kibirin yok olması için açar durur.
Recent Comments